GÜNLÜKLER – 25 Aralık 2019

 

 

GÜNLÜKLER – 25 Aralık 2019

Kitapsız günlerdeyim. Biraz mola vermek gerekiyor. Kadıköy’ü de unuttum bu aralar. Bana anlatılanlar da hiç iç açıcı değil.  Mutluluklar  yaşanıyor, büyük olayların yanında küçük kalıyor. Anlattıkça, paylaştıkça azalacağı düşünülüyor. Dostlarla birlikte olmak zamanı. Ne yaparsak kendimize yapıyoruz, diyoruz. İnansam mı? Duygularımızın farkında olup bu duyguyla baş etmeye çalışıyoruz. Bunun adını koydum “profesyonel” olacağız diyorum. Kendi işimizi ama sadece kendi işimizi yapmalıyız. Korunmanın tek yolu bu görünüyor. Herkes kendi işini yapınca sorun çözülecek. Avukat arkadaşımız hukuksal boyutlardaki işimizde yol gösterecek. Eğitimcimiz eğitimin aksaklıklarını dile getirecek. Doktor sağlık sorunlarımızı… Psikolog, yazar, editör, bilgisayar mühendisi… Hep birlikte yani. Dostların sayıları artacak. Bunun kestirme yolu da sanırım sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve sendikalar olmalı. Biraz da para gerekiyor elbette.

Nereye doğru gidiyoruz diye düşününce yurtdışındaki değişimin yirmi yıl gerisinden gidiyoruz diye düşünmeye başladım. Yakında her meslek içinde de branşlaşma göreceğiz.

90’lı yıllarda çalışırken İstanbul’a yurtdışından gelen branşları olan alanlarda eğitim ve seminer veren uzmanları ağırlardık. Özel şirketler gelişmeleri yakından izler ve maddi olarak bütün olanakları sağlardı. Çalışanlara verilen maaşlar yüksekti. Asgari ücret değildi. Nereden nerelere geldik. Maaşımın yarısını kiraya verebilirdim.

70’li yıllarda memur emekli ikramiyesiyle ev alınabilirdi. 80’li yıllarda yarım ev, sonra evin temeli, derken araba, daha sonra da yarım araba ederdi. Şimdi ikinci el eski lüks olmayan bir model araba alabiliyorsun. Şu an alınan emekli maaşlarını düşünmek bile istemiyorum.

2000’li yıllara doğru öğretmen arkadaşlarım ek iş yaparlardı. Tencere satarlardı, kömür satarlardı taksitle.

2020’ye doğru iş yok. Olsa da asgari ücretli. Ailenin toplu olarak intiharının nedeni geçim sıkıntısı değil düpedüz aç kalması.

Ne diyeyim şimdi. Gerçi diyeceğim. Kitaplarım basıldı diye haber yapacağım, sosyal medyada paylaşımlar yapacağım. Ne için? Kim için? Güllük gülistanlık çocuk öyküleri, neden? Çocukları uzak tutmak için. Hangi çocuklar için? Öğretmenini darp eden, o. diyen çocuklar mı? Bu çocukların davranışlarından sorumlu tutulan öğretmenler baskı altında. Üstelik de velileri tarafından. Herkesin kaybedeceği çok şeyi var. İşini kaybedebilir. İşini kaybetmemek için kaybettiği ruhsal sağlığı. Ne hikayeler dinledim yıllarca. Sıra herkese gelecek demiştim, bütün meslek alanlarında görülecek. Sonra sokaklara çok güvendiğiniz komşular arasında göreceksiniz demiştim. Hepsi de gerçek oldu. Bugün sorun yaşamayanlara da sıra gelecek. Ya sonra? Bu süreç içinde kaybettiğimiz geleneklerimizi yaşatmak için bir araya geleceğiz. Kimlerle?

Branşlaşacağız. Yalnızlaşacağız. Küçük çıkarlarla kurulan ilişkilerle kendimizi avutacağız. Ben mi? Kitaplar okumaya devam. Az takipçilerimle mutlu olacağım. Kalabalık olmasını da istemiyorum. Herkese hitap etmem olanaksız. Bildiğim ve inandığım yazılar yazmak istiyorum.

Bugün ne yazayım? İki arkadaşımla konuştum. İkisine de aynı şeyi söyledim. Birbirimize duygu yükü vermemeliyiz. Açık konuşmalıyız. Birbirimize destek çıkmak varken. Bu koşullar altında zaman bunu gerektiriyor. Bir kişi kaç kişiyle can ciğer olabilir? Beni arayan ve bırakmayan dostlarım olduğu için, beni destekledikleri için çok şanslıyım. Kitaplarla kurduğum dostluk da bir başka güzellik.

Şu aralar Marc Auge’ye aşık oldum. “Kitapları çok güzel, aşık oldum,” dedim. Yanıt “Sen hepsine aynı şeyi söyledin, bu da geçer.” Eğer geçiyorsa almam gereken bilgileri aldığım düşünülebilir. Bugün öğrendiklerimle geçmişe başka pencereden bakabiliyorum. Bugüne nasıl gelindiğini siyasi gelişimlerle takip etmek yeterli değil. Bu kentte neden kentsel dönüşüm hızla ilerlemekte? Marc Auge’den öğrenilecek çok şey var.

Gökdelenler insanları ayrıştırıyor. Eskiden…

90’lı yıllarda gecekondu denilen yapılar ya da düşük gelirlerle yapılan yapılar kent dışında kalırdı. Onlardan uzakta yer alırdı villalar; etrafları da yüksek yüksek duvarlarla çevriliydi.  Burada hizmet verenler de…Nerede otururdu söylememe gerek yok sanırım.  Sonra yaklaştılar büyük apartmanlar ve sitelerle, sonra da başka yerlere taşındılar, daha sonra gökdelenler dikildi. Duvarları yok ama zemin katlardaki mağazalar vs. duvar görevi gördü. Çalışanlar kimler? Gel de anımsama Orhan Kemal’in “Murtaza” romanını.

Yazar arkadaşım çocukluğumuzda gençlik yıllarında okuduğumuz yazarları yeniden okumamız gerektiği düşüncesine katılıyorum. Okumaların sonunda bazıları “bir şey değişmemiş” diyecek bazıları da “o yıllarda yaşamak ne kadar zormuş” diyecek. İkisi de doğru. Yüzeysel bakıldığında değişmemiş olduğunu, alt metni anlayarak okuduğunda bugünlere nasıl gelindiğini görecek.

Hâlâ Bekir Yıldız’ın “Halkalı Köle” si bugün halkalı uşağı. Bu uşak düşüncesi de okuduğum Kazuo İ. dan “Günden Kalanlar” romanından aldığım kelime. Okuduklarımız birçok yeni farkındalıkları sağlıyor.

Daldan dala atlama günü. Gökdelenleri ve yeni yaşam tarzını yazmayı düşünmüşken…

Gökdelenlerde yabancılaşma daha net. Buluşmalar dışarıda oluyor. Küçük evlerde televizyondan çok internet olacak. İnternette yaşam tarzlarını yaratacaklar. Kitaplar değil yani. Oyun oynayan profesyonelleri izleyecekler. Gökyüzüne bakacaklar bulutları görecekler. Hayal dünyasında onlar yaşayacak. İzleyerek.

Eskiden doğa insanlara yön verirdi. Metaforlar, imgeler doğaydı.  Sonra dedikodular oldu. . Bana sıra gelmedi diye küçük rahatlıklar. Kendi sorununu tercih etmeler. Çok şükür, inşallah… Maşallah de… Nazar değdirdi, enerjimi aldı, negatif enerji veriyor…

Biz kendi kendimize yazıp çizeceğiz. Çocukları koruma adı altında sorun odaklı yazmamaya çalışacağız. Küçük okur kitlesi yazarları eleştirecek ama eleştirilen ne yazık ki yazdıkları olmayacak, yazar odaklı olacak. Birbiriyle iletişim kuramayan çocuklara hayali kurtlar, tavşanlar, kelebekler iyi gelecek. İletişim de neymiş? Ekranlar eleştirilemeyecek kadar bizden uzak. Ulaşmak olanaksız. Yazarlar öyle mi ya? Vur vurabildiğin kadar. Kaybedecek ruhsal sağlığımız var. Öncelikli olan bu şimdiki zamanda.

Kent yapılarında doğanın yok edilmesiyle eskide kaldı doğadan beslenen ruhlar. Metaforları kimse anlamaz oldu yeni kuşaklarda. Günlük konuşma tarzında okumak sanırım daha iyi anlaşılır oldu. Edebiyat yapmak… Gerekli mi benim edebiyat yapmam?

Marc Auge’nin kitapları kısa sürede tükendi. Yeni baskısı olur mu bilmiyorum. Demek ki iyi okur var hâlâ diye düşünüyorum. Ben de son kitaplarını alanlardanım. “Yok-Yerler” adlı kitabı mimarlar için kaynak kitap olmuş. Yeni baskısı yok henüz. Bu kitap da sanırım meslekteki kişiler aldı. Kaynak kitap olarak yani. Diğer kitaplarından üçünün de tükendiğini gördüm. İnsan iletişiminin yapılarla nasıl şekillendirildiğini gördüm. Gerçi yıllar önce de direnmiş defalarca söylemiştim; merkezden ev almayın, burada ucuz buradan alın ve on yıl sonra burasının nasıl değerleneceğini görün. Kooperatif başka bir yerden aldı.

Çok yazdım sanırım. Yazmasam yaşayabilecek miyim? Yazmak için yaşamak. Yaşamak için yazmak. Bütün sorun burada işte.

Belki bir gün öyle yazarım ki gerçek dünyayı nasıl algıladığımı düzenli olarak dillendiririm. Gerçek dünyayı bilmeden insan yaratabilir mi? Özellikle de hayal kurabilir mi? Gerçekleri bilmeyen hayal de kuramaz bence. Alt metni de olamaz. Belki çocuk yazınından uzaklaşıyorum. Belki bir süre sonra çocukların düzeyinde yazamayacağım. Çocuk kitaplarını seçen büyüklerdir. Çocuk kendisi seçemez. Seçenler şanslı gibi görünse de şanslı değiller çünkü kitabevlerindeki kitapları seçenler var. İnternetten satışı da büyükler takip edebilir. Anne, baba, öğretmen vs.

Ben de kitaplar üzerine yazmaya devam edeyim. Kral çıplak diyen çocuğa kimse gülmedi, şaşırdılar sadece. Şimdi çocuklar küfrediyor ve büyükler de gülüyor olmalı. Sorumlu olan kendileri dışında herkes olabilir.

Daldan dala atladım. Hop dedim daldan indim.

Bitti.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*