KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER / 29 Nisan 2024
Bugün birkaç sayfa okudum. Nereden okuduğum önemli tabii ki. Bizim Çağ Edebiyatta okudum ve gelecek zamanlar için distopik hikâye çekirdekleri oluşturdu zihnim. Tema Yapay Zekanın insanlık için yaratacağı fırsatlar, olanaklar; bana tehditlerini de düşündürdü. Bugün bir avuç insan kaldı demokratik, adaletli, eşit toplumlar yaratmak için mücadele eden. Neden bir avuç diyorum? Gittikçe, her yeni kuşağın farklı koşullarda yetişmeleri ve eğitim almalarından kaynaklı değişimlerine tanık olmaktan ve okuduklarımdan anladıklarımdan ve her kuşak için gelecek distopik hikâyeler üretmemden kaynaklanıyor.
Emekli olmadan önce, beş yıl okuttuğum öğrencileri tanıyor ve onları mezun ettikten sonra yeni gelen yeni kuşağın çok farklı olması dikkatimi çekiyordu. Onlarla birlikte ben de değişiyor ve kendimi yeniliyor, uyum sağlamaya çalışıyordum. Emekli olmaya yakın birinci sınıfı bir yıl okuttuktan sonra tekrar birleri almam artık yeni kuşak dediğim çocukların kuşak farkının bir yıl olduğunu fark ettik. Ben ve öğretmen arkadaşlarımla paylaştığım deneyimler bunu işaret ediyordu. Artık ben yaşlı kalıyor, değişime uyum sağlayamıyordum. Onları anlamadığımı, önceki eğitim ve öğretim tekniklerine, teknolojiye yetişemediğimi kabul ediyordum. Yaptıklarım da zaten meyve vermemişti. Boş bir umutla, boş bir inançla çalıştığımı düşünür olmuştum. Emeklilik zamanımın geldiğine karar vererek bıraktım. 1996 yılında öğretmen olarak yirmi dokuz yaşında öğretmenlik mesleğine adım atmıştım ve eğitim fakültesi çıkışı değildim. Ama benim gibi eğitim fakültesi mezunu olmayan arkadaşlarımın da bu fakülteden mezun öğretmenlerden daha fazla çalıştığına kendilerini geliştirdiklerine karar vermiştim. Şimdi onlar da emekli olmak istiyor. Kitap fuarında çocuk kitapları yazan benim yaşlarımda veya yaşça bizden büyük arkadaşlarımla da aynı duyguları yaşadığımızı fark ettim. Çok üzüldüm. Çünkü geçmişi özlüyoruz. Hatta bizi yetiştiren öğretmenlerin yaşamlarını çekici buluyoruz. Ben ilerleyen 2000’li yıllarda İstanbul tarihini okudukça geçmişe daha çok özlem duyuyordum. Geçmişe özlemi anlatmayı şimdi çocuklar kadar ebeveynleri de sıkıcı buluyor. Oysa ben daha da geçmişe özlem duyuyorum, kıskanıyorum bile diyebilirim. Doğayla iç içe yaşayan insanları, doğanın dilini anlayan, onlarla konuştuklarına inanan zamanları arıyorum. Bugün geldiğimiz noktada gittikçe yalnızlaşmamız umutsuzluğa sürüklüyor bizi.
Biz dediğim de bir avuç insan… Değerlerimizi, yaşadığımız paylaşımları, bir arada yaşayışımızı arıyoruz. Bunları da kalemimiz yettiğince ifade etmeye çalışıyoruz. İşte bu fuarda bir araya geldik ve bunlar üzerine konuştuk. Bir kişi bile olsa, bayrağı teslim edeceğimizi düşünerek umutlu olmaya çalışıyoruz. Fuarda aynı zamanda çocukları ve ebeveynleri de tanıma fırsatı buldum. Umutlu olmak çok zor, çok.
Çocuklar paylaşmayı bilmedikleri gibi değerlerimizi yaşatmaktan çok uzaklar. Onları bekleyen gelecek için kaygılansak da yine yılmadan çabalıyoruz.
1996 yıllarında eğitim öğretim müfredatı gerçekten çok donamın kazanmalarla, sağlam bilgilerle mezun ediyorduk. Türkiye haritasını biz daha ilkokul sıralarındayken gözümüz kapalı çizmeyi öğretmişlerdi. Ama 2000’li yıllardan sonra sınıfa Türkiye haritası bile girmez oldu ve bırakın çizmeyi konuşacak kadar bilgi sahibi olmadı çocuklar. Günümüzde ders kitaplarından öğrendikleri öyle sınırlı ve basit ki… Verilenler itaat eden bireyler yetiştirmekten ileri gitmediğini düşünür oldum. Günümüz çocuk edebiyatında bizim değerlerimizi tema olarak ele alınan kitapların okurları yine bir avuç kalıyor. İşte bu durumda, onca çocuk arasında “Bir kişi olsa da buna değer,” düşüncesiyle, bir mum olmaya çabalayarak yola devam ediyoruz.
Doğayla iç içe yaşanan zamanlara ışınlanmak istiyorum. Doğayı bile evcilleştirmeyi başardılar ya sonunda. Onlara dokunmak, tatlı tatlı fısıltılarını duymak olanaksız. Tavuklar gibi çiftlik kafeslerinde yaşıyoruz, çocukları yaşatıyoruz. Onlara güzel bir özlemi duyan bireyler yetişmesinden çok, itaat etmelerine aracı oluyoruz. Çocuklar ortaokula başlayınca ilkokul sıralarını arıyorlar. Yardımlar günümüzde oldukça dar bir ortamla sınırlı kalıyor. “İlkokulda oyun oynardık, şimdi hayatın bize oynadığı oyunlarla yaşamaya çalışıyoruz, diyorlar. İlkokul sıralarını daha ortaokuldayken arıyorlar.
Gelirimin daralacağını bildiğim bir dönemde, elimden bir şey gelmediği bir zaman diliminde bir öğrencimle yürürken… Kıştı. Hava içine kadar donduruyordu. Onun elinden tuttum, elleri buz gibiydi. “Eldiven neden giymedin,” dedim. “Eldivenim yok,” dedi. Bir eldiven bile alamadığım için çok üzüldüm. Ağlayabilecek kadar üzüldüm. Artık top da alamayacaktım. Hareket alanım daralmış, ben de bunu kabullenmek zorunda kalmıştım. Bugün yalnızca ben değil, yardımlaşmaya destek olan arkadaşlarımın da olanakları kısıtlıydı. Aldığımız ücretin fazla olduğu açıklanmış, veliler de “Siz çok kazanıyormuşsunuz. Sen çocuklara yardım edersin,” demeye başladı.
Yardım istiyorlar ama hiç de destek olmuyorlardı. Yalnızdık artık. Yalnızca kendi çevremizde birbirimize yardım edebilirdik. Çocuklar sihirli lambadan bir devin çıkıp zengin olurlarsa açları doyuracaklarını söylüyorlardı. Oysa dün büyük bir fabrika sahibinin çalışanları kadar diğer insanlar için yaptıkları yardımlarının haftada bir gün beş litre süt ile yardım ettiklerini inandırıldıklarını öğrendim. Asgari ücrete devam, zam yerine geçen beş kilo süt, patronun yardım ettiği inancı vermek yeterli. Alanı onlar da daralttı.
İstanbul’da bir ilçede sokakta yaşayan insanlara bir oda ve karınlarını bir öğün doyurmak için gösterdikleri dayanışmaya katılan insan sayısı da azaldı. Şimdi onlar da kaybolma tehlikesi yaşıyorlar. İşte bu yüzden azaldığımızı, kendimize bile yetişemediğimizden umutsuz olduğumuz bir dönem içindeyiz. Değerli yayınevlerinin sayısı azaldı. Yazılanlar insanların beğenilerine göre kaleme alınmış. Bir avuç insan kendi olanakları ölçüsünde üstüne para vererek kitaplarını bastırabilmekte. Okurlar kafalarını dağıtacak, uyku getirecek kitaplara yöneldi, diye de düşünmüyor değilim hani. Fuarda, erkek çocukların kitap okumayı sevmediklerini öğrendim. Üzüldüm. Bir zamanlar çok değerli olan sevgi, saygı, dayanışma, birlikte olmak çok önemliydi. Ya şimdi? Hiçbir geziye gitmediği halde kaybolma korkusu taşıyan çocuklar var. Korku kültürü hızla gelişiyor. Fantastik kitaplar artık derinlikli olmamaya başladı. Alt metin korku ve itaat üzerine. Böyle yapmazsan şunlar başına gelir, diye korkutuyorlar. Cesaret yok. Ebeveynler bile çocuklarını korumak için her şeyden uzak tutmaya çalışıyor. Çıkış yolunu her şeyden uzaklaştırmakta buluyorlar. İşe başlamadan önce emekli olmayı özleyen gençler var. Çalışarak ellerinden bir şey gelmeyeceğini bildikleri için çalışmayan, üniversiteye gitmek istemeyen gençler var. Evden çıkmadan yaşayan, tüketim yapmayan gençler… Çalışsalar da bir şey yapamayacaklarını düşünüyorlar. Üst düzeyde çalışan insanların arasına giremeyeceklerini, asgari ücrete talim edeceklerini biliyor gençler ama ebeveynler bildikleri halde bilmezden geliyor. Çocuklar, gençler, ebeveynler… Herkes susmayı tercih ediyor. Sendikalı olmaktan korkan insanların sayısı hızla büyüyor. Bir avuç insan da hâlâ onlar için mücadele ediyor. Yalnızlar. Onlar yürüdükçe gaz veriyorlar, hapse atılıyorlar, dövülüyorlar derken onları engellemek için yasaklar artıyor, yeni yasalar çıkıyor.
Arkası yarın gibi olabilir.
Eme ile Karadut’u sevdim. Sarıldım, kalp atışlarını mırıltılarını dinledim. Oyuncaklar onların verdiği sevgiyi veremediklerine inanıyor. İnanıyordum ki insanlar artık bunu öğrenmeden yaşayacaklar. Deneyimleyecekleri bir doğa parçası kalmayacak. Kavramların içi boşaltıldı. Sevgi nedir? Dostluk nedir? Kime dost denir? Hayvanlar dostumuz olabilir mi? Çocuklar yaşlılarla dost olabilir mi? Dostluk nerede biter? Dostlukta yapılan özverilerden karşılık beklenir mı? Yardımların karşılığı olmalı mı? Karşılığını almayı düşünerek mi yardım edilir?
Denizanası dostumuz mu?
Her şey bu sorularla başlamadı mı zaten? Okula başlamadan önce çocuklar korkusuzca hayvanları, böcekleri sever. Dokunurlar, onlarla konuşurlar. Büyüdükçe yaşıtlarıyla dost olabileceklerine inanıyorlar. Dostluğun ne olduğunu ve dost kime denir derken, içini boşaltıp yeni bir tanım oluşturmuş durumda. Sevginin, aşkın içi boşaltılmış. Karşılıklı konuşup çözüm aramak yerine, kendi kendine kurguluyor çoğu insan. Ben kurguyu, çocuk öykülerimde yapıyorum. İnsanların söylediklerinin doğru olduğuna inanıyorum saf saf.
Umut nedir? Umutlu olmak için nelerin yapılması gerekiyor?
Bitti.
“Kavgayı ağacın yaprağına yaz,
Sonbahar gelsin,
Yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi bir bulutun üzerine yaz,
Yağmur yağsın, bulut yok olsun diye.
Ve dostluk ve sevgiyi
Yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,
Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye.”
Yazını okuduktan sonra bu söze rastladım Nermin.
Canım ne güzel bir rastlantı. Teşekkür ederim. :))
Nerminciğim, haklısın ama karamsarlığa gerek yok. Çocuklara gençlere erişebilen çizgi filmler video oyunları da onlara epeyce bilgi aşılıyor. Eğer etik kurallara da dikkat eden eserler ise çocuklar yine bir şeyler kazanıyordur. Bizim zamanlarda çocuklara verilen en önemli değerlerden biri vicdandı. Ben kendi adıma taa çocuklukta bana okunan her masaldan, her kitaptan çıkardığım derslerin toplamı ile vicdanlı bir insan olabildim. Bu biraz da aile yapısına bağlı. Bazı çocuklar da o masallar hayatlarına girmeden yaşayarak öğreniyor. Digital gelecekle ilgili kaygılar da var tabii. Şunu da hatırlamakta yarar var. Birileri doğanın kucağında belki de pek çok olanaklardan uzak yaşarken bir grup insan da yani bilim insanları gece gündüz çalışıyordu. Bilim ilerleyecek, kaygılar hep olacak ama onları yenmek için de bizler gibi yazarlar tek kişi de okusa icinde güzellikler yeniliklerle dolu vicdanlara seslenen eserler üretmeye devam edecek. Yani umut hep var kanka.😊😊😊
Canım ne güzel yazmışsın. Teşekkür ederim. İyi ki varsın Kanka! :))