KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 4 Ocak 2024 / Perşembe
Serap’ı üst üste aradım. Sonunda açtı. Uyuyormuş. “İşe gitmiyor musun?” “İzin aldım.” “Neyin var?” “İyi değilim. Bağırmak istiyorum. Ağlıyorum durmadan.” “Doktora gittin mi?” “Gittim. İlaçların dozlarını artırdı.”
“Bana gel,” dedim. “Gelemem,” dedi. Nedenini sordum. “Evde uyumayı tercih ediyorum.” “Bana gel. Senin üzerini örterim. Çorba yaparım. İlaçlarını veririm.” “Bunları ben de yapabiliyorum.” “Güzel yemekler yaparım. Parmaklarını yersin.” “İştahım yok. Midem bulanıyor yemek deyince.” “Balkona çıkar, otururuz. İki gündür gece gündüz hiç durmadan bir kuş ötüyor. Birlikte onu dinleriz. Balkonun altındaki kedileri izleriz. Kargalara ceviz atarız. Yoldan geçen arabaların rengini kim tutturursa ona bir şeker veririz. Lokum da var. Limonata, kek, poğaça…” Güldü sanırım ya da bana öyle geldi. “Üst katım boş. Alt katım boş. Birlikte bağırırız.” Gülüyor. “Çok komiksin. Bunları yapacak gücüm yok. Beni anlamalısın. Sen anlamazsan kim anlayacak?” “Beni kırma ve gel. Lütfen.” “Gelemem. Yataktan çıkacak gücüm yok. Taksiye binecek…” “Gelip seni almamı ister misin?” Kısa bir sessizliğin ardından “Olur,” dedi. Yarın gidip onu alacağım. Gitmeden önce de marketten alışveriş yapacağım.
Sırça Fanus romanını okumaya devam ettim. Bu akşam bitirecek gibi görünüyordu. Sonra da sıradaki romana geç bir saatte de olsa başlayacaktım. Okumalarım sürdü. Sürekli telefonuma mesajlar geliyordu. Baktım, bir grup yazışmasıydı. Okumadan kapattım. Okumaya ara verdiğimde bakacaktım. Fakat mesajlar sıklaşınca ne yazdıklarını merak ettim. Baktım ki bu akşam seminer varmış. Katılamayacak olanlar mesaj yazıyor. Nasıl da unutmuşum. Saate baktım. Bir dakika önce başlamış olmalıydı. Benim bağlanmamla beş dakika gecikmeli katılmış olacaktım. Öyle de oldu. İlk on dakika sonunda bilgisayarı mutfağa aldım ve yemek yapmaya başladım. Çünkü seminer uzun sürüyor, bitmesini bekleyemeyeceğim. Safiye Erol’un Ciğerdelen adlı romanı inceleniyor. Çok dikkatimi çekti kitap. Anlatıldığından yazarın donanımlı olduğuna ve romanın güçlü bir kurgusu olduğuna inandım. Yazıldığı tarih ve romanın zamanı dikkate alınacak olduğunda okumayı düşünebilirim. Çerçeve bir roman olduğu, Batı Mitolojisi ve Doğu masallarının da bulunduğu iç içe anlatıların olması, benim daha çok dikkatimi çekti. Sonu da dönemi için oldukça değişikti. Böyle anlatısı olan bir roman okumamıştım. Aşk romanı olarak da okuyabilirdim.
Yemeğim pişti, yedim, bulaşık makinesini çalıştırdım ve seminerimiz devam ediyordu. Geç bir saatte bitti. Beni Sırça Fanus’tan uzaklaştırdığı için iyi gelmişti. İyiydim. Güçlüydüm. Belki de şimdi bir çırpıda okuyup bitirmeli ve sonra da Ciğerdelen’i düşünebilirdim. Hemen okumaya başladım ve bitirdim. Beni de bitirdi ama. Yazarın hayatından yola çıkarak yazdığı bu romanın devamını da yazması durumunda neler yazacağını merak ettim. Roman karakterin hastaneden çıkacağı açık olmadan veriliyordu. Ama bundan önce hastanede kalan arkadaşı intihar ediyordu. Yazar da neredeyse altı yedi yıl gibi bir süre sonra, iki çocuğunu bırakıp intihar ediyordu.
Serap, gruplarda yazanlar, okuduklarım… Son okuduklarım Sırça Fanus ve Akşamlar Rahatsız Edicidir. Neyse ki birçoğunu unuttum sayılır. Durulmayan Bir Kafa. Sana Gül Bahçesi Vadetmedim. Genç Wertherin Acıları. Konularını anımsayıp adlarını anımsamadığım romanlar. Bipocanların yazdıkları romanlar. Bir Yuka Hikâyesi.
Uykum kaçtı. Bipolarlar arasındaki yazışmaları okudum. Serap doğru söylüyor. Onu anlamıyorum. Bir tek sözcük bile aklımdan geçmiyor ama görüntüler var. Ardı ardına kronolojik zamanı dikkate almaksızın akan film şeridi… Bunların birçoğunu romanımda yazmıştım. Bir Yuka Hikâyesi.
Yattım. Yazmak istediğim cümleler vardı, kalktım. Bilgisayarı açtım. Olmuyor. Yazamıyorum, kilitleniyorum sanki. Romanlar benimle konuşmadı. Beni dinlemediklerinden değil, sadece ben konuşamıyorum. Dilsiz gibiyim. Bir yandan Sırça Fanus aklıma düşüyor, diğer yandan Ciğerdelen’i düşünmeye çalışıyorum. Kendimi bir tuhaf hissediyorum. Aynı anda okuduğum romanlar sanki benim müşterilerim. İşim onları dinlemek ve hiçbir şey yapmadan göndermek. Görevim dinlemek. Bir psikolog gibi dinlemek. Bazen konuşuyorum onlarla bazen de böyle sessizce dinliyorum. Bu işin adını koymalı. Okur olmak olmalı. Okurun görevi dinlemek ve konuşmak. Sadece dinleme aşamasına geldiğimde ne olacak sonrası bilemiyorum. Serap için kütüphaneden güzel bir kitap seçmeyi düşündüm. Bu elbette bir çocuk kitabı olacak. Yok yok, “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” olabilir.
Ne güzel kuş hâlâ ötüyor. Yemiyor, içmiyor, uçmuyor diye düşünüyorum; işi gücü cıvıldamak. Acaba bir evdeki kafesten mi kaçtı? Ölecek diye korkuyorum. Bir Hanımefendinin Ölümü, romanına da okunma sırası gelmişti. Romanların konuları bu zaten. Ya ölürsün ya da aşık olursun. İki kutup arasında uçtan uca sürüklenirsin. Neyse ki ben ortadayım. Maskeleri de konuştuk Ciğerdelen romanını incelerken. Kırk kat elbiseler. Peçeler. Altlarında saklı gizli yüzler. Eylem olmadan yani insanlarla iletişim kurmadan, kim olduğunu bilemezsin ki.
Bitti.
Bir yanıt bırakın