HAYALET
Kitapların ilk otuz sayfasını okuduktan sonra son sayfayı açıyor. Mutlu son olması önemli değil, mutlu son olduğunu düşündürmesi önemli. Birisi ölüyor, diğeri hayatta. Hayatta kalanın ne yaptığını düşünmek istiyor. Biri ölüyor, bedelini hayatıyla ödüyor. Diğeri yaşıyor, onun hayatta kalmasının bedeli ne olduğunu düşünüyor. Yaşaması, bir başkasının yaşamı için umut olmuyorsa…
Kadın ölüyor. Erkek yaşıyor. Kadına ve erkeğe bir isim bulmak istiyor. N olsun ya da S. Kadın için fark etmiyor. Başka isimler de olabilir. Erkek ismi önemli mi? Kadın bu hikâyede henüz ölmediği için belki bir ismi olmalı. Yukarıdaki isimler olamaz. Seçeceği isim bir başka kadının adı da olabilir. Ölülerin ardından baş sağlığı dilenirken isimleri söylenmiyor. Kadın… Başınız sağ olsun. Neyiniz oluyordu? Benim hiçbir şeyim olmadığı için ona isim vermiyorum. Sadece hayalet bir yazarım.
Kadın bir gün telefonla beni aradı. İsmimi bir arkadaşından almış. O arkadaşı da bir başkasından… Telefonumu bilinmeyen numaralardan bulmuş. Telefonu açtığımda adını söylemedi. Saydığı isimlerin kendi ismi olmadığını belirtti.
“Yaşayan ölünün adının ne önemi var ki. Unutun gitsin. Bir daha da sormayın.”
“Ya erkeğin ismi ne olacak?”
“O yaşıyor ama onun adını anmak istemiyorum. Sahte bir isim koyarsak, size hikâyeyi anlatamam. En iyisi Z. diyelim. Kimseye ait olmamalı. Alfabenin son harfi, aldığım son nefes.”
“Hayata dönüş yok mu?”
“Buna okurun karar vermesini istiyorum. Yaşamak buysa eğer…”
Hikâyeye nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Anlatmasını bekliyorum. O sessiz. Çayından bir yudum alıyor.
“Bana nereden başlayacağımızı söylemeyecek misiniz?”
“Siz söyleyin. Nereden başlamak isterdiniz?”
“Kadın gidiyor, Z. Kalıyor. Erkekler bir başkasına aşık olmadan eşlerinden ayrılmaz. Aşkın kısa sürdüğünü biliyorlar. Bir başka kadına aşık olacaklarını da… Neden ayrılsınlar ki?”
“Kadın neden gidiyor? Bir başka kadın yüzünden mi?”
“Yaşamak için ayrılıyor. Ama yaşayan ölü olacağını bilseydi sanırım ayrılmazdı.”
Kadına dikkatle bakıyorum. Dalgın. Bakımlı tırnaklarına bakıyorum. Bana bakıyor, gülümsüyor. Üzerindeki beyaz çiçekli mavi elbise ona çok yakışıyor. Hikâyenin sonu mutlu son görünüyor. Soruyorum “Yaşayan ölü?..”
“Şöyle başlayabilirsiniz. Ama önce şunu açıklamalıyım. Ben bu hikâyeyi yazmayı çok denedim. Bunun için yaratıcı yazarlık dersleri aldım” diyerek başlıyor. Ben de söylediklerini yazıyorum.
Yeni bir kitap okumaya başladı. Kitabı yarıladı. Karakterlerin neler yapabileceğini yazarı kadar bildiğini düşünüyor. Son sayfasını da okudu. Ölen yine kadın oluyor. Erkek de yaşayan…
Önceki kitaptaki kadın, kız çocuğu, genç kız, kadın olarak yetiştirilmesinin ardından yıllar sonra yenilgiyi kabul ediyor ve hikâyeleri yalan çıkarmıyor. Giyiniyor, süsleniyor, geziyor. Aşık oluyor hayata numaradan… Giyinmek, süslenmek, gezmek için. Giyiniyor, süsleniyor, geziyor.
Bir kadını en iyi erkek anlatıyorsa bunda bir sorun olmalı. Kadın aşık oluyor ve aşkı için mücadele veriyor. Başka aşklar yaşıyor erkek. Ama sanki erkek yaşamıyormuş gibi anlatıyor yazarlar. Sanki anlattıkları gibi aşık kadınlar, aşık erkekler varmış gibi. Ama böyle kadınların olduğuna inanıyor. O da bu kadınlara benzemeye çalışmış. Aşık. Giyinmiyor, süslenmiyor, gezmiyor. Çünkü aşk var. Aşk engel tanımaz ki? Yeniden yeniden Z’ye aşık oluyor. Kitabın sonunda aşk bitiyor. Kadın bedel ödüyor. Erkek son sayfalarda anlatılmıyor. O yok. Artık yok. Uzun yıllardır da olmadı. Giyinmesi, süslenmesi, gezmesi beklenir her kadının. Hikâyesini unutması için zamanın gelmesi beklenir.
“Ben hikâyeyi değiştirecek kadar yaratıcı olamadım. Sizden, benim için bunu yapmanızı istiyorum.”
“Hâlâ hikayeyi anlatmaya başlamadınız.”
“Anlatma cesaretini bulamıyorum. Belki bugün için bu kadar yeter. Ya sizce?..”
Saatime bakıyorum. Yarım saat olmuş.
“Benim zamanım var. Size soru sorsam kabul eder misiniz?”
“Olur.”
“Z ile görüşüyor musunuz?”
“Evet.”
“Neden görüşüyorsunuz?”
“Sağlığım için onu affetmem gerekiyordu. Çok çaba gösterdim. Her görüşmemizin ardından ilaç dozlarını arttırarak atlattım. Oturdum yazdım. Uykusuz kaldım ama yazdım. Bir defasında bir ayda üç yüz sayfa yazdım. Yıllarca yazdım. Yazdım yazdım. Hikâyeyi değiştirdim. Yine de değişen bir şey olmadı. Zamanın geleceğine inandım. Olmuyor.”
“Ayrılalı kaç yıl oldu?”
“Yedi yıl oldu. Zaman gelmedi. Hâlâ zaman gelmedi.”
“Çocuğunuz var mı?”
“Evet var. Bir kız bir erkek. Onların da isimlerini vermek istemiyorum. Çocuklar gibi beni anlatan kitaplar bulma umuduyla birçok kitap okudum. Bulamadım. Bu coğrafyada bir kadının yaşadığı gerçekler anlatılmıyor. Aşık kadınlar ya da erkekleri anlamayan kadınlar var.”
“Sizin hikâyenizdeki kadın hangisi?”
“Aşık ve erkekleri anlamayan bir kadın. Yani ikisi de. Sizden kadın duyarlılığı ile yazmanızı istiyorum. Bunu yapabilecek misiniz?”
“Deneyeceğim.”
“Coğrafyamızdaki kadınları iyi tanıdığınızı düşünüyor musunuz?”
“Aşık olduğum kadınları, bana aşık oldukları dönemlerinde tanıdığım kadar.”
“Terk eden kim oluyor.”
“Ben.”
“Neden?”
“Aşk bitiyor. Sizin de söylediğiniz gibi. Gerçekler…”
“Coğrafyamızdaki kadınların kadın gerçekliğini aşamadığı için… Ne acı bir gerçek.”
“Özgür olamıyorlar. Kendilerine güvenmiyorlar. Bağımlılıklarından kurtulamıyorlar. Unutmuyorlar.”
“Benim gibi.”
“Ayrıldıktan sonra aşık olmadınız mı?”
“Şu anda hayatımda kimse yok.”
“Daha önce var mıydı? Genellikle bir aşk acısı başka aşkla kapanır.”
Gülümsedi.
“Bu erkekler için geçerli olmalı. Kadınlar unutmaz. Ve hep aynı aşkı ararlar.”
“Ben aşık olduğum her kadına farklı davrandım. Kadınlar çiçek bekler, özel günlerin kutlanmasını bekler, mum ışığında yemek yemek, en pahalı hediyeler…”
“Bu hikâyeleri anlatan siz değil misiniz? Neden başka hikâyeler anlatmaya çalışmıyorsunuz? Neden yaşamak istediklerinizi yazıyorsunuz? Neden sizin için para daha değerli? Bana kaç kadını örnek verebilirsiniz, parası, evi, arabası olan kaç kadın var? Erkekler neden güven duymaz ama kadınların kendilerine güven duymasını bekler? Kadınları kim anlatıyor? Kadınlara ne düşündüklerini, ne düşünmeleri gerektiğini kim söylüyor? Kaç kadın kendi hikâyesini anlatıyor ki ben anlatabileyim.”
“…”
“Susuyorsunuz.”
“…”
“Kadınların sorunlarını işleyen hikâyelerin okurları neden daha çok kadınlar oluyor?”
Birden sustu. Bir eliyle ağzını kapattı. Konuşmak istemiyor olmalıydı. Diğer elinin midesinde olduğunu fark edince hasta olduğunu düşündüm. Yaşayan ölü. Birden öne doğru eğildi. Midesi bulanıyor olmalıydı.
“İyi misiniz?” diye sordum.
“Birden midem bulandı. Sorun değil. Olur böyle. Geçer birazdan.”
Bir yanıt bırakın