GÜNLÜKLER -32-

GÜNLÜKLER -32-

 

Hayatım roman. Yazsam…

Gerçekten (gerçeklik olarak değil de yazabilecek olma durumu ile ilgili) yani gerçekten yazabilir miyim? Ben kimim?..

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”

Sadece bu cümle yüzünden ben hiç kimseyim, diyorum. Her zaman bunu söyledim. Çalışan bir kadın  olmam, bir çocuğumun olması, kardeş sayım, anne baba akraba…

Bütün bunları açıklasam kim olduğumun anlaşılacağını sanmıyorum. Benim gibi birçok kadın var. O zaman ben herkesim. Söz oyunları. Kutupları seviyorum.

Benim gibi birçok kadın var. Hemen hemen birbirimizin iç dünyalarını tanımayız. Hele erkekler kolay kolay ifade etmezler. Yaptıklarından davranış, cümle olamayan birkaç söz kırıntısından duygularını anlamaya çalışırız. Kadınların daha duygusal oldukları ve ifade etmek, anlatmak için daha çok çaba gösterdiklerini kabul etmeliyim. Fakat burada aklıma takılan bir soru var. Ben bir kadın olarak şekillendim. Toplumsal baskılar aile içlerinde eril söylemlerle yansımasını her zaman buldu. Tamam bununla mücadele vermem gerekirdi ama nasıl olacağını bilmiyordum. Okuduklarım genellikle olaylar içeren, daha anlaşılır olan çoğunlukla da eril sözdizimleriyle  kurulmuş romanlar ve hikayelerdi. Anlamak için çabalarken, diğer yandan da çözmeye, anlamaya (başkasını ve kendimi) ve kendi romanımı yazmaya çalıştım.

“Hep aynı şeyi anlatıyorsun.”

Elbette öyle olacak. Sözdizimlerim var olanın dışına çıkamıyor ki. Yıllardır sözdizimlerimi değiştirmek için çabaladım. Bir aşk mektupları bile yazmayı başaramadım.

Gülünçtür Bütün Aşk Mektupları şiirinden, Fernando Pessoa.

“Gülünçtür

Bütün aşk mektupları

Aşk mektubu olmazlardı

Gülünç olmasalardı.”

Eğer mektupları yazmamış olsaydım, bunu içten duyumsamazdım.

“Ben de aşk mektupları yazmıştım eskiden.

Onlar da elbet

Gülünçtü.”

Yani normal bir şeymiş, iyi ki yazmışım.

“Aşk mektupları, eğer aşk varsa,

İster istemez

Gülünçtürler.”

Aşk var mı yok mu?..

“Ama aslında,

Yalnızca aşk mektubu

Yazmayanlar

Gülünçtür.”

Yani…

“Bir dönebilsem

Aşk mektubu yazdığım günlere

Bunun ne kadar gülünç olduğunu

Düşünmeden.”

Çocukluğumu düşündüm. Elbette burada ben de aşık olmuştum, diyecek değilim. Ne de olsa bir kadın kimliği taşıyorum ama…

Bir dönebilsem çocukluğuma. Bu nasıl olanaksızsa aşk da öyle demek ki. Neden?

İnsan duygularıyla var olur. Genellikle ön plana çıkan sanırım olumsuz duygular. Aşk üzerine nasıl ki çok yazılmıştır, olumsuz duygular üzerine de çok yazılmıştır. İnsanın doğası olarak düşünülür ve insan olabilmek için çabalaması gerekir. Farkındalık. Buna değinmeyeceğim. Aşk?..

Mektuplarımı baştan sona, yetmiş sayfayı birden okurken bir şey fark ettim. Aşk bir ayna. Sevdiğinin yüzünde gördüğün güzel, var olan dünyaya bakışın. Bakışını değiştirebiliyor mu, bu önemli. İnsan olabilmek için verdiğin mücadelede elinden tutabiliyor mu, önemli. Aynı yolda yürünebilir mi, bilmiyorum. Bildiğim, dünya üzerinde aynı mücadele içinde yer alındığı. Sonra yıllar sonra kadınlar yollarını ayırıyorlar. Feminist bir mücadele içinde yer aldılar.

“Aşk var” denilmişti.

“Bir yerlerde oturur ama nerede bilmiyorum” yanıtı da var.

“Sahi var mı?” diye sorulmaya devam ediliyor.

Bir kadın sevdiğinin yüzünde doğanın güzelliğini, mücadelenin gücünü görebiliyorsa aşıktır. Yoksa eril sözdizimleriyle anlatılan efsaneler, masallar, romanlar, öyküler… Değişim için değişen ve her yolu deneyen kadınlar. Bastırılan, sömürülen kadınlar. Cinselliğe indirilen yaşamlar, cinayet nedenleri, şiddet nedenleri ve diğerleri…

Ah ne kadar naif kadınlar var. Daha doğrusu gençlerimiz;  deneyimsiz tecrübesiz, inançlı, direngen…

Hadi ama sonuç ne?

Aşk var. Var ama anlatılan masallardaki gibi değil. Herkes sanırım ayrı ayrı yollardan gidecek ve bir gün yollarının kesiştiği yere gelecekler. O zaman çok mu geç kalınmış olacak?

Olumsuz duygular aşılmadığı sürece yollar kesişmeyecek.

Evet aşk var ama kadınların bildikleri aşk başka olmalı, bilme ki. Kadınlar kendilerini, erkeklerin anlattıkları ve görmek istedikleri gibi şekillendirdiklerinden eminim. Oysa birbirimizin yüzünde doğayı görebilmek ne güzel olurdu. Kentin yabancılaştırmasından, bölük pörcük  yaşamlardan bir parça olsun uzaklaştırsa ne güzel olurdu.

Aşk mektuplarının gerçekten komik olduğunu düşünüyorum. Bir daha yazar mıyım? Belki yazarım. Belki komik olmayan aşk mektupları da yazarım bir gün.

Aş var mı aşk?

Havuç suyu var mı, havuç suyu?

 

Not: Tavşan eczaneye girer ve havuç var mı diye sorar. Yok, derler. Çıkar. Çok geçmeden yeniden gelir. Havuç var mı havuç? Yok. Havuç var mı havuç? Sonunda dayak yer ve dişleri dökülür. Yine eczaneye gelir tavşan ve sorar.

4 yorum

  1. Aşk ,ulasacagimiz kendimize yani yolun sonuna bir araç sadece.Herkes yasar mi bilmem.Yasayanlarin ayni dili bildigine şuphe yok.Satirlariniz gunlukte aldi göturdu beni ben en cok ben olmayi seviyorum sanirim.Beni ben de yeniden olusturuyorum.Bu yolda yalniz olmadigimi bilmek guzel.Yazin siz.Yazin ki aydinlansin sadece kişinin kendine ozel tunel..

  2. Geçmişe dönüp baktığımızda yaptıklarımızı , yaşadıklarımızı ve yazdıklarımızı ya güleriz yada hüzünleniriz. Sonradan şunu da sorarız o zaman öyle olması gerektiği için mi öyle oldu? Evet öyle olmalıydı. Neye ve kime hangi anlam yüklediysek oydu. Duygu dünyamız yaşama olaylara bakışımız onu gerektiriyordu. Farklı olması beklenemezdi. Olumsuz duygulardan kurtulmanın yollarını arıyorum. Yoğunluğuna sanatla uğraşmak. Her şeyden kendini soyutlayabilmek ve ona odaklanabilmek. Mümkün mü? Arıyorum.Her yazında çıtayı yükseltiyorsun. Yazdıkça açılıyorsun. Seni kutluyorum.

    • Mimesis’i Okumaya Başlarken’e devam ediyordum. 14.yy’da Boccaccio dünyayı yansıtan, sorunları dile getirmeye başlanan bir dönemin yapıtlarını veriyor. Kent burjuvazisi kendi kültürüne ulaşıyor.
      Neden yazdım?
      Sen de yazmak istiyorsun ya, ondan. Bizim işimiz gerçekten çok zor. Bir insanlık dönemini tarihini okumamız ve anlamamız gerekiyor. İlk yıllarımızı edebiyatın gelişimi gibi varsay, değişiyorsun. Günümüze gelmek için bütün her şeyi okumamız gerekmiyor, herkes bu şansa sahip değil. Bu nedenle günümüz edebiyatı izlenmeli ve yorumlanmalı. Bu soyutlayabilmek değil, tersine dünyaya düşmek demek. Sadece aynı pencereden aynı hikayeleri dinlemek, izlememek demek.
      Herkes yapabilir bence. Şu aptal televizyondan kutusundan kurtulsak. Belgesellerin bile eski tadı kalmadı, yorumlamalar berbat, eskisi gibi değil. Yaratıcılığı öldürüyorlar. Teknolojiyi kullanamayanlara aptalca şeyler düşüyor. Neyse ya. Uzattım. Sen yaz. Olmadı yeniden yaz. Doğrusunu istersen ben de doğruyu mu yapıyorum, belli değil. En doğrusu hiçbir şey yapmamak mı? Borges’i dinledim dün gece, diyor ki “Çalışmaktan başka ne yapabilirim ki.” Belki de doğrudur, o benden iyi bilir.

      Teşekkürler.
      Kolay gelsin.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*