YENİDEN GÜNLÜKLER -11-

YENİDEN GÜNLÜKLER -11-

11 Ağustos 2019

Kent terk edilmişlikten memnun, güneşin altında hoşnut uzanmış. Gökyüzünün renkleri denize girmiş, derinlerde.

Çay bahçesinin kapalı olduğunu düşünüp evden çaydı, sıcak suydu, bisküviydi, kapak çekirdeğiydi tüm hazırlıkları yapmış, çantalarımıza koymuş ve parka girmiştik ki… Çay bahçesinin açık olduğunu görünce şaşırdık. Boşuna mıydı bunca hazırlık? Onun yolu üstündeki pastaneler kapalı olduğu için hamur işi yiyeceklerimiz eksik kaldı diye üzülmüştük. Boşunaymış. Elimizdekilerle çay bahçesinde oturmamız doğru değil ya, masalı banklardan birini seçtik. Büyük çam ağaçlarının arasında yarı gölgelik yer. Oturduk. Çok geçmeden havuzun ortasındaki fıskiye de çalıştırılınca su sesi denizi çağrıştırmasa da bizi keyiflendirdi. Çantamızdakileri masaya boşalttık. Çayımızı koyduk. Bisküvimizi açtık. Kabak çekirdeğini çıkardık. Çöplerimiz için poşetimiz bile vardı. Çantadan çıkarma sırası kitaplara, deftere, gözlüğe kaleme geldi.

Ne getirdim? Adını bir türlü doğru telaffuz edemediğim yazara ait bir kitap.

“Günaydın çocuklar. Su nasıl?” diye soruyor yaşlıca balık iki genç balığa. Bu cümleyi çok sevmiştim. Parka gelmeden önce kitabı çantama koyarken de bu cümleye benzer bir cümle kurmaya çalışmış ama başaramamıştım. Bunu ona söyledim.

“Bu hikâye çok eski.” dedi ve internetten araştırdı. Evet ama ben bu hikâyeyi ilk defa bu kitaptan okuyorum.

Hayat nasıl? Yanıtı hemen de verilebilir. Hava nasıl? Sıcak bugün, önceki günden daha sıcak. Duygun ne? Bir emoji ile yanıt verme kolaylığı özellikle sağlanmış olmalı. Öyle filozof gibi konuşmaya fırsat bulamıyorsun artık. Hayatın bulmacası ne?

Bir şiir okuyor arkadaşım. Şiirin tamamını söylemek için yine internete başvuruyor.

Kabak çekirdeklerimizi çıtlatırken, yan masadaki dört kişiden en küçüğü içeriye gönderiliyor. Arkasından çerez al, diye sesleniyor kadın.

“Biz kabak çekirdeği verelim mi?” diyor.

Bu semtte herkes kendi masasındakilerle konuşur. Ya da masasına gelen tanıdıklarıyla… Ben onları tanımıyorum. Düşünüyorum. Neden olmasın?

O gidip çekirdek ikram ediyor. Onlar da teşekkür ediyorlar.

Sıra öykülere geliyor. Haldun Taner’den öyküler. En çok Sancho’nun Sabah Yürüyüşü benim için unutulmaz oluyor. Öykü üzerine konuşmak istiyorum. Okuması bitsin, bekliyorum. Sonunda ilk sorumu soruyorum.

“Aklında o özel cümlelerden biri kaldı mı? O cümleyi tekrar edebilir misin?”

“Nasıl cümleler?”

“Hani son cümlesi gibi. Nasıldı? Şimşekler çakıyor ama bir türlü sigarası yanmıyor. Tam olarak böyle değildi. O cümleyi okur musun?”

“Sanki bir dev, bu tepelerin ardında durmadan çakmağını çakıyor ama bir türlü sigarasını yakamıyordu…”

“Bir de şey vardı… Arabanın lastiklerin in morali düzeliyordu.”

“Nerede?”

Sağ sayfada en son cümle arka sayfada da devam ediyor.”

“Buldum. İlk sayfada. Şişire şişire lastiğin moralini yerine getirdiler.”

Bu öykü diğer öykülerden daha farklı.

“Burada yazar kim sence?”

Cümlelerdeki zamanları inceliyoruz. Uzun uzun konuşuyoruz. Bu öykü üzerine bir yazı yazılmışsa da ulaşmış değiliz. Kendimiz yorumlarda bulunuyoruz. Keşke bize ışık olacak bir yazıya ulaşabilseydik. Nasıl, nerde aranır bilmiyorum.

Onur çay bahçesinin dışında da masalardan boş bardakları topluyor. Böyle olmamalıydı. Aldıkları gibi bırakmalıydılar. Self servis varsa, boşları taşımak işi de içenlerine düşmeliydi. Başkalarının adına ben utanıyorum.

“Bugün kapalı olduğunuzu düşündük ve çayımızla geldik. Bilseydik çaylarımızı taşımazdık.” diyorum.

“Geçen bayram kapalıydınız. Şimdi neden açıksınız.” diye soruyor o.

Onur gitti.

“Biz de gidelim. Son çayımızı orada içeriz.” diyorum.

Bulunduğumuz masadan şikayetçi değiliz.

“Yıllardır güne gitmedim. Börek kek yemeyi özledim.” diyorum.

Bu çok safça söylenmiş bir söz değil. Çünkü çekirdek ikram ettiği masada kekler, börekler yeniyor. Bize de getirseler mi?.. Börek ister misin, diyor kadın. Çok geçmeden bize geliyor bir tabağın içinde iki dilim kakaolu kek, iki dilim börek.

“Teşekkür ederiz.” diyorum. Devamı gelmiyor. Doğru cümle bu değil. Doğru olanı o söylüyor. “Niye zahmet ettiniz.”

Çay, kek ve börek. Oysa yemek yemeğe gidecektik. Şimdiyse iştahımız kesildi ya da doyduk. Çayımız bitti.

Başka eserlerden etkilenmiş bir romandan bahsediyorum. İki kitabı da okumadığı için bir şey söyleyemiyor. Ortak okuduğumuz bir kitap var. Bir yazarın, kadın yazarın güçlü kaleminden çıkmış. Ama yazarını da kitabın adını da hatırlamıyorum. O da hatırlamıyor. İnternetten bulmaya çalıyor. Kadın yazarlar olarak arıyor. Yok. Onun adı yok. Hani adını görsek anımsayacağız. Yok. Olanaksız. İp ucu olacak kelimeleri bilmiyoruz. ‘…Hanım…’ Yok bulunmuyor. Yazarın adının ilk harfi F. Sonunda anımsıyorum. Figen Şakacı. Kitabın adı yok ama internetten şimdi bulabiliriz.

“Manguel’in yeni kitabını almışım ama okumamışım. Nasıl okumam anlamadım.” diyorum. Zambra’dan sonra aşık olduğum yazar.

“Bütün kitaplarını okudun mu?”

“Okuyacağım birkaç kitabı kaldı. Hepsini okuyup bitirmek istemiyorum. Hatta okuduklarımı da tekrar okuyacağım.”

“Başka yazarın olmadı mı?”

“Yok olmadı henüz.”

“Zambra’yı unuttun.”

“Çevrilmiş dört kitabını da okudum.”

Manguel’in romanlarını unutmadığımı, okur olarak bende iz bıraktığını söylüyorum. İyi yazarlar ve romanları unutulmazdır. . Hatta facebook profil resminde büyük kütüphanede oturan adam kim olduğu seçilemese de o Manguel.

“Çay içelim mi?”

“Olur.”

“Termosta su bitti. Kafeye gitmemiz gerekiyor.”

Toplanıyoruz. İşte dışarıdaki rahat koltuklarda oturuyoruz ve o iki çay alıp geliyor. Masamızda yalnızca telefonlar ve çay bardakları var. Burada kendimize dair konuşuyoruz.

Geç bir saatte kalkıyoruz. Ayrılıyoruz. Okuyacak çok kitap var.

Sokak kapısını anahtarla açıyorum elbette. Işığı yakıyorum. Eme salondan çıkıp geliyor, gözleri uykulu. Sonra tırmalama ağacını tırmalamaya koyuluyor. Tırnak geçiremediği kadının yerine geçiyor ağaç.

Geç bir saat. Eme’yi seviyorum. Kuyruğuna bakıyorum şarkı söylüyor mu, diye. Şarkı söylemekten çok söylenmeye benziyor.

Bugünü yazmayacaktım. Okuduktan sonra gel de yazma.

Bu gece de bitmek üzere.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*