SIRADAN BİR GÜN -1-

SIRADAN BİR GÜN -1-

Akşam eve erken geldim. İş çıkışı bir yere uğramadım. Arkadaşım, altı yaşındaki oğlu Deniz’le geldi. Deniz’in kucağında kocaman bir kasımpatı demeti vardı. Kapıdan içeri girince bana uzattı. “Bu senin Beril teyze.” “Teşekkür ederim canım” dedim. Yanaklarından öpmeme izin verdi, öptüm. Jale de oğluna gururla bakıp “Bayılıyorum şu çocuğa, ne kadar  saf ve içten.” dedi. “Sen de öylesin Jale. Çiçekler için teşekkür ederim” dedim. Babalardan söz açılacaktı ki, “Arkalarından konuşmak istemiyorum ama” dedim. “Söyle, benim yerime de söyle” dedi.

“Çetin nasıl? Evde kalmadı herhalde.”

“O maça gitti. Biz de sana geldik. Maça gitmese belki de gelemezdik.”

“Biliyorum.”

“Beril  teyze, Emo nerede? Onu sevebilir miyim?”

“Yabancılara gelmiyor. Şimdi kesin senden saklanıyordur.”

“Çağırsam gelir mi? Emooo! Emooo!”

Kediyi salonda koltuğun arkasına saklanmış buldum. Kucağıma aldım. Böylece Deniz onu sevebildi. Ama uzun sürmedi kucakta durması, kaçtı. Bir daha da yakalamak istemedim.

Meyveli şarap açtık. Uzun uzun sohbet ettik. Jale’nin tek kaygısı Deniz’di. “Ona güzel bir gelecek bırakmak isterdim” dedi. “Bütün anneler aynı şeyi istiyordur. Değil mi?”  “Hiç sanmam. Ne anneler ne de babalar. Biz bile…” dedi sustu. “Bir sorun mu var? Anlatmak ister misin?” “Yo önemli değil boş ver. Aslında yaptığı şakaları artık kaldıramıyorum. O şaka diyor, ben de gerçeklik payı var, bu yüzden böyle söyleme, diyorum.” “Ne tür şakalar?” “Şaka değil ki. Çok konuşursam gülerek alırım terliği elime, diyor. Kadın kocasına hizmet etmeli, neden terliklerimi getirmiyorsun? İşin gücün yok, bütün gün evdeydin,  yaptığın yemek bu mu? Bugün sana gelirken giydiğim kıyafete ters ters baktı. Ne oldu, neden bakıyorsun öyle, diye sordum. Çünkü ne giydiğime hiç bakmazdı. Gece geç saatte dışarı çıkıyorsun, başka bir şey giy istersen, dedi.”

“Bu üzerindeki mi?”

“Hayır onu çıkardım, bunu giydim.”

“…”

“Kadınlar hakkında söylenenlerden çok etkilendiğini düşünüyorum.”

“…”

“Bir şey söylemeyecek misin?”

“Sen söyledin zaten. Bunu onunla da konuşsun. Konuşmaya devam edeceksin.”

“Aynı şeyleri söylememden sıkılmış.”

“Aşkı yeniden icat etmeli.”

“Senin sözün mü?”

“Rimbaud.”

“Annee! Resmime bakar mısın?”

“Ne yaptın? Bakalım Deniz ne yapmış” dedim.

Jale’yle birlikte resme baktık.

“Bu Emo olmalı. Değil mi?”

“Evet. Bu Emo. Bu da ben.”

Deniz kendisini, Emo’yu severken resmetmişti. Ben de gittim, Emo’yu kucağıma alıp geldim. Deniz, öyle çok sevindi ki, görmeliydin. Elbette uzun sürmedi, Emo yine kaçtı. Deniz resim yapmaya başladı. Bir ara ona baktım, öyle ciddi duruyordu ki, ne çizdiğini merak ettim. Ama resmini tamamlamasını bekledim. Sonunda ikinci resmini de getirdi, bize gösterdi.

Her çocuk gibi küçük bir ev çizmişti. Ağaçlar, çiçekler vardı. Elbette birebir değildi çizdikleri. Çocuk işte. Üç kişi vardı, hepsi de çöpten yapılmıştı. Anne ve çocuk öndeydi ama küçücüktü. Onların arkasında da dev gibi bir adam yani baba çizmişti.

“Bunlar kim Deniz?” diye sordu Jale.

“Bu sensin, bu benim. Bu da babam.”

“Çok güzel olmuş. Ama neden bizi küçük çizdin? Baban çok büyük.”

“Canım öyle istedi.”

“Resim için sen ne düşünüyorsun?” diye sordu Jale.

“Çok güzel” dedim gülümsedim.

“Evet, güzel” dedi.

“Çay içelim mi?”

“Olur.”

Mutfağa geçtim. Deniz’in resmini düşünmemeye çalıştım. Çayı koydum. Çalışma odasından bir çocuk kitabı aldım.

“Deniz, sana hikaye kitabı okumamı ister misin?”

Deniz’in hikayeye verdiği tepkileri izledim. Ona sorular sordum. Klasik sorular işte. En çok beğendiğin ne oldu? Beğenmediğin yer var mı? Haydi hikayeyi değiştirelim.

“Aaa saat on iki olmuş. Zamanın  nasıl geçtiğini anlamadım” dedi Jale.

Gittiler.

Bu akşam da böyle geçti. Onlar gittikten sonra kedi salona geldi. Koltuğa oturdu.  Sana yazmak için oturdum. Yazdım. Unutmuşum.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*