MAVİ KAPI –3-
Canım,
Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğim için artık yazabilirim. Ne benim ne de bir başkasının geçmişte yaşananları değiştirme gücü var. Bu iyi mi, bilmiyorum. En azından diyorum, kendi bildiklerimi, dar bir çevrenin destekleriyle yaptım. Yargılamaların sorgulamaların verdiği baskılardan uzak durdum. Öğütlerle de olabildiğince az karşılaştım. Dinlemedim bir çoğunu, konuşurlarken uzak bir geleceği düşlüyordum. Şimdiyi. Çocukların geleceklerini. İşte kendi kendime… Şimdi uzak bir geçmişi anımsar gibiyim. Yaşadığım şimdiki zaman, geçmişte düşlediklerimin çok gerisinde. Benim için ise şimdinin bir anlamı kalmadı artık.
Evet, yazmaya başladım. Yazdıkça ne kadar bilgisiz ve deneyimsiz olduğumu görüyorum. Şimdi yeniden başlasam bu öğrendiklerimin ışığında değişen yine bir şey olmayacak. Çünkü çevre ister istemez belirleyici olacak. Nasıl olması gerektiğini biliriz de bunun nasıl yapılacağını hiçbirimiz bilmez. Ben de bildiklerimin birçoğunu hayata geçiremedim.
Bir tür itiraf, bir tür inat, bir tür…
Dün ve bugün her yatağa yatışımda Hamit öğretenimi gördüm. Aynı konuşmaları yapıyoruz, yazmaya ikna edemiyorum onu. Konuşma kesiliyor, bir başka yöne akmıyor.
Okuldan çıkmışız. Yokuşu inmişiz. Durakta otobüs bekliyoruz. Durağın biraz gerisinde Hamit öğretmen çömelmiş sigarasını derin derin içine çekiyor. Düşünceli. Aklından nelerin geçtiğini bilmem olanaksız, sanırım o da bilmiyor. Ya da biliyor bilmezden geliyor. Yanına gidiyorum.
Öğretmenim yaşadıklarınızı yazsanız, diyorum. Ne yazacağım, diyor. Yaşadıklarınızı diyorum. Biz yaşıyor muyuz? İşe gidip geliyoruz. Ne geziyoruz, ne okuyoruz. Ne bir yer biliriz evimizden ve memleketimizden başka, ne başka hayatları. Anlamayız, diyor. Ama çok değerli sizin yazacaklarınız. Bir dönem yazıldı, biliyorsunuz. Artık devir değişti, kimse okumaz bizim yazdıklarımızı. Yaşamlarımızı da merak etmez. Emek parası için çalışıyoruz. Tatillerde köye gidiyoruz tatil diye tarlada çalışıyoruz, birkaç şey getiriyoruz ürünlerimizden, birkaç ay bize yetiyor. İkinci işi kaybetmemek için çalış babam çalış. Kömür satışları nasıl gidiyor? Eh işte alım gücü yok ki iyi gitsin. Alabildikleri kadar.
İçimden bunu ancak benim yazabileceğim geçiyor. Yazmak kolay gibi. Yazıyorum da. Eğitim konulu araştırmalarımı derliyor, deneyimlerimi de içine katarak yazıyorum. Ama öykü ya da roman yazma şansım yok. Onun dili çok farklı. İstesem de yazamam. Ne yaşandığını nereden bilirim?
Muhammed, öğrencim. O bir kitap kurdu. Beni anlatan bir kitap var mı öğretmenim, diye soruyor. Ben ne yaşadığını nereden bilebilirim. Kim merak eder, köyden kente yeni gelmiş bir çocuğun yaşadıklarını? Hangi çocuk okumak ister? Peki kim yazacak? Ben.
Yazdıkça acemiliğim, aldığım yaşa rağmen toyluğum ortaya çıkıyor. Daha çok kendimi eleştiriyorum. Ah ben nerelerde hata yaptım bir bilsen? Kendimden bile saklıyorum. Anlatmaya çok çalıştım ama anlaşılır olamadım. Her zaman olduğu gibi.
Canım bu gece yazmayacağım. Anılar üst üste yığıldı kaldı. Bir yanda sınıf içindeki gülüşlerim, diğer yanda da yardım isteyen dilenişlerim.
Yazmalı, herkes yazmalı. Çocuklarım da yazabilmeli. Şimdiden yazar olabilirler, sonra devamı gelir. Er ya da geç kalem ellerine yapışır. Gülmeyi unuttuklarında ve artık değişse de bir anlamı kalmadığında.
Biliyorsun çocuklarım artık kocaman bir aile oldular. Okula başlayan çocukları var. Çocuklarına kendi yaşadıklarını yaşatmamak için çırpınıyorlar, okul bahçelerinde, okul koridorlarında. Yükselmiş bir sese bile tahammülleri yok artık. Ama hâlâ ev içlerinde yaşadıkları aynı; çok mu farklı ana babalarının yaşadıklarından?
Ne bir roman yazabilirim, ne de öykü. Sadece yazabilirim. Ne düşlerim vardı sana ve bana ait ve sonrasında kocaman bir yumak olacak bir yaşam adına.
Sana doğayı sevgiyle bizi kucaklayışını anlattım. Yeniden yeni baştan başlayabilme cesareti vermeye çalıştım. Deniz dedim, orman dedim. Gökyüzü dedim, güneş dedim. Denizde bir dalga ya da sal; ormanda bir kayın ya da çam; gökyüzünde bir bulut; güneşim sarı sıcak bir kolu. Şimdi sana bunların hiçbiri bir anlam taşımıyor. Bir tabela ışıl ışıl, bir mekan sıcak ve konforlu; sürekli büyüyen ve gelişen ve hizmet eden bir iş alanı. Bir tatil gidilmemiş yerlerin keşfi yeniden keşfi. Bir sinema fantastik, komedi; romantik bile değil. Elinden düşürmediğin gazetenin yerini aldı telefon bilgisayar. Yine de seviyorum seni.
Küçük bir iş yerimiz olacaktı. Sen gazete okuyacaktın bana; köşe yazılarını. Yine aile havası taşıyacaktı mekanımız.
Sana bir gün denizin dalgalarını işitirken yazacağım. Bir ormanda kaçışırken hayvanlar, yazacağım peşlerine düşmüş bir kadını. Gökyüzüne…
Gözüm bir an dışarı takıldı. Kara karaltılar uzuyor göğe, yağmur da var. Ne oldu bak. Yine martıları gördüm bugün. Kadın dördüncü katın mutfak penceresinden martıları besledi. Bir çılgın bağırışları vardı. Gökyüzü kadına hem deniz hem de gökyüzü oluyordu. Martılar denizi ayaklarına kadar taşımıştı.
Şimdi sen yine yorgun, uykunu alamamış kalkacaksın. İş yerinde yapmak istediğin değişiklikleri düşüneceksin, nasıl ve hangi parayla yapacağını da… Her müşteri bir öneride bulunacak, kafan karışacak. Müşteri memnuniyeti her zaman önceliklidir. Kendi kendimize yapacağız her şeyi, sonra da diyeceğiz ki…
Boş ver demesen daha iyi.
Boş ver beni. Bir kaybın ardından yazılmış yazılar bu mektuplar. Sen olsan böyle yazmazdın. Böyle yapmazdın.
Ben.
Bir yanıt bırakın