MEKTUPLAR -32-
24 Ekim 2018
Sevgili Lili,
Uzun zamandır sana, Yuka’yı ve Emo’yu ya da Eme’yi anlattım. Yabancılaşma sadece insanlarla ya da çalışma hayatıyla sınırlı değil. Yaşadığımız mekana da yabancıyız. Ortak kullandığımız mekanlarda, bir yabancı gibi yaşadığımıza inanıyorum. Bir çiçeği olmalı kadının, özellikle de mor menekşesi. Kırılgan, narin, sevgisiz çiçeklerini açmayan menekşeler. Çiçekleriyle konuşmalı ama onları da dinlemeli. Düşünsene üzerine titrediğimiz bir canlı. Onun biz olmadan yaşamayacağı düşüncesinden çok bizim de onsuz yaşayamayacağımızın farkında olmak, yeni pencereler açmaz mı? İnandığımız daha doğrusu inandırıldığımız her şeyi unutup yeni baştan başlayabilmeliyiz. “Kendine Ait Bir Oda” sı olmalı her kadının, müzik dinleyeceği, kitap okuyacağı bir oda. İçeriden başlamalı insan, sonra da dışarıya çıkmalı. Hayat dışarıda. Belki bir gün kopuk ilişkileri de bir araya getireceğiz. Hep duyuyordum, her kadının ayrı reçetesi var. Öyleymiş. Bu çalışma bana bunu anımsattı. Ne kadar farklıyız birbirimizden. Bu farklılıkları kaybetmememiz, korumamız gerektiğini öğrendim. Öğrendim, öğrendim… Yazdıkça öğrendim, yazdıklarınca öğrendim. Birlikte daha hızlı öğreniyor insan. Paylaştıkça çoğalıyor.
Bugün evimizden çıktık, pazara gittik, gördüklerimizi anlatırken bir satıcıyı fark ettik. Onu anlattık. Sonraki yazımızda da onun gözünden anlattık.
Genç okur yazarımızdan gençleri dinlememiz gerektiğini, onlardan öğreneceğimiz çok şey olduğunu fark ettim. Birbirimizi anlamanın dışında bunu yazılarımızla da gösterebileceğimizi umuyorum. O öyle genç ki bizim kadar deneyimi –geçmişi- yok. Onun geçmişinin gözlerinin içine girmemesini diledim. Aşk mektubu yazacağız, ne zaman dedi. Baktım. Bütün aşk mektuplarının komik olduğunu söyleyecektim, bir şiir okuyacaktım, vazgeçtim. Bunu sonraki çalışmamıza bıraktım. Belki bu arada da aşık olur. Neden olmasın?
Geldiğinde, seni öğretmenimle de tanıştıracağım.
Bu arada okuduğum kadın yazarlardan bir şey daha öğrendim. Erkekler, kadınlar hakkında yazıyor ya, olmalarını istedikleri gibi ya da olmamalarını istedikleri gibi yaratıyorlar. Bir sonraki çalışmamızda biz de olmasını istediğimiz gibi erkek karakterleri yaratacağız. Herkes hayal kurabilir.
Bugün arkadaşlarıma sana yazdığım son mektubu okudum. Bu yazının hangi kitaplardan esinlendiğini açıkladım. Sait Faik vardı, Kurtlarla Koşan Kadınlar’dan vardı, Acı Çikolata’dan vardı. Mavi kanatlı topal martı da zaten hayatımda daha doğrusu yazılarımda hiç eksik olmuyordu. Adam komşumuzdu, kadın gerçek değildi ama bana bunu söyleyen bir kadın olduğu söylenmişti. Ben neredeydim? Bunun yanıtını elbette biliyorum. Şimdi bu mektupta benim hangi cümlede var olduğumu soracaksın. Bilemiyorum, Lili. Çünkü bugün zihnimden çok şey geçti. Bunlardan hangilerini yazıya dökeceğime ancak yazarken karar veriyorum. Bu mektubumda ise sanırım yaratıcı olamayacağım. Belki sonra.
Lili, bu akşam seni aramayı öyle çok istedim ki. Telefonla da olsa, aramızda olmanı, okuduklarını paylaşmayı, seninle her zaman yaptığımız gibi edebiyattan konuşmayı.
Kapılarımızın kilitlerini de birbirimiz açabiliriz.
Bugün çok konuştum ama yazamıyorum. Belki bir başka mektupta yazarım ya da gelirim de anlatırım. Bir yazı üzerinden konuşmak kolay geliyor ya da okuduktan sonra sana yazmak. Bu gece okumadığım belli oluyor değil mi?
Sana uzun bir süre yazamayabilirim. Unutma ki sana yazmak güzel.
Aşk masalı mı? Onu daha sonra anlatacağım. Mavi kanatlı topal martıyla konuştuktan sonra. Denize açılan sevgiliyi acaba gördü mü? Gözleri beni aradı mı? Hay aksi, ben yine masal yazıyorum.
Arkadaşın ben.
Bir yanıt bırakın