MEKTUPLAR -31-
22 Ekim 2018
Sevgili Lili,
İnsanın bir hikâyesi olmalı Lili. Bir daha hiç değiştiremeyeceği bir hikâye. Yeniden yazılması olanaksız olan.
Uyuyamadım yine ayaktayım.
“Uyuyamadım yine ayaktaydım. Kayra’yı telefonla aramak ve onu dönmesi için ikna etmem gerekiyordu. Fırtına çıkmış, gök gürültüsünün ardından yağmur parçalamak istercesine camlara vuruyordu. Telefonu elime aldım, tuşa bastım. Telefon çalıyordu ama içeriden geliyordu ses. Mutfaktaydı. Mutfaktaydı ve bir kâğıdın üzerine bırakılmıştı.”
Tekrar yatmayı düşünüyorum, üşüyorum. Burada havalar soğumaya başladı. Sabaha karşı ev daha da soğuk mu oluyor ne.
*
Kalktım. Bir ara balkona çıktım. Karşımdaki duvarların ardından bir şarkı işitiliyordu. Adam, şarkı söylüyordu. Sözleri anlaşılmayan bir şarkı ama melodisi vardı. Şiir gibi okumuyordu. Briket binanın depo kapısı yoktu, kocaman bir karanlık vardı, içerisi görünmüyordu. Binanın sıvaları kireç badanası dökülmüş geriye simsiyah izler bırakmıştı. Yeşil bahçesinde tavuklar, horozlar, piliçler kendi bahçeleriymiş gibi eşeleniyordu. Aslında bahçe denilemezdi. Orası araziydi. Binası, ağaçları, toprağı doğallığını koruyamamış, yıkımını bekliyordu.
Adam şarkısı eşliğinde dengesini kaybetmemek için çok dikkat ederek topladığı plastikleri, kutuları, şişeleri ve türlü türlü atık malzemeleri ayırıyor, üst üste atıyordu.
Mutlu olmak için yeterliydi. Geçmiş de yoktu gelecek de. Hikâye şimdiki zamanda şarkıyla başlıyor ve şarkının bitimine dek sürüyordu. Kuş sesleri eşlik ediyordu ona. Gökyüzünde bulut yoktu. Gök masmavi. Otların arasından bir ses işitildi. “Hıışt!” Baktım kimse yoktu. Adamın sesini dinledim. Şarkı bitmemişti.
“Hıışşt!”
Kime seslenildiğini anlamadım. Bana mı yoksa o adama mı? Çok geçmeden yoldan birisini geçerken gördüm. Bahçe duvarının önünde durdu, adama baktı, söylendi. “Deli mi ne?”
Bir şey söyleyecektim. Boğazım düğüm düğüm. Bağırmak istedim, sesimi ulaştırmak. O hiç engelli doğmamıştı.
İçeri girdim. Bilgisayarımı açtım. Parmak uçlarım harflerin üzerine bastı bastı bastı. Sana yazdım. Yazdıktan sonra…
Ah be erkenden bırakıp neden gitti? Kitabını aldım, oturdum okumaya başladım.
Bugün öykü günümdü.
*
Telefonuyla birlikte bir not bırakmıştı. Notu okudum. Sonra onu telefonla birlikte çekmeceye kaldırdım. Telefon zaman zaman çalıyordu, açtım ne de baktım. Şarjı bitene dek çalabilirdi.
Bir kovaya su koydum, deterjan attım. Elime bez aldım. Yatak odasında temizliğe başladım. Kovadaki su simsiyahtı. Ben siliyor, arkamı döner dönmez toz tabakaları yeniden yerleşiyordu. Bütün evi sildim. Çamaşır suları, deterjanlar… Hiçbiri çözüm olmadı. Sonunda ellerim paramparça olmuştu. Mutfağa geçtim.
Tencereyi çıkardım. Onun çok sevdiği mercimek çorbasından yapacaktım. En güzel yaptığımı söylediği çorba. Tencereyi ocağa koydum. Elimi tezgahın üzerine uzattım, elimin altında bir şey yoktu. Baktım yoktu. Etrafa baktım. Ne aradığımı hatırlayamadım. Sahi burada ne vardı da elim oraya gitmeye alışmıştı. Boş ver dedim. Soğan gerek. Dolabı açtım, bütün poşetleri açtım. Ne arıyordum ben? Ne çorbası yapacaktım?
Sandalyeye oturdum. Anımsayacağımı düşündüm. Mutfağa baktım, ocaktaki boş tencereye. Yemek kitabı olmalıydı buzdolabının üzerinde ama yoktu. Yağ, bütün yemeklere konurdu. Ama yağı bulamıyordum. Neler oluyordu? Ağlamaya başladım. Yerdeki tozlar ıslanmış, her yer çamur olmuştu. Ayaklarımın çamur içinde kalmıştı.
Ne Kayra ne de Miyra beni teselli edemezlerdi.
Dışarıdan martı sesi geliyordu. Baktım, mutfak balkonunun duvarına bir martı konmuştu. Oysa bütün martılar onunla birlikte her zaman olduğu gibi kıyıya, denize açılmak için kıyıya gitmişti. Hep böyle olurdu. Onu almaya gelirler, birlikte giderlerdi. Sonra onunla birlikte dönerlerdi.
Balkon kapısını açtım. Bana bakıyordu. İçeri girip ekmek aldım. Ona attım. Verdiğim ekmekleri yedi. Kanatlarını açtı. Çok şaşırdım. Kanatları maviydi ve bir ayağı topaldı. Gidecek ve bir daha hiç dönmeyecekti. Kanatlarını açtı, masmavi oldu ve uçup gitti. Bir daha onu görecek miydim? Martıları bir daha görebilecek miydim?
*
Lili, burada kıyı yok. Kıyı olmayınca martı da yok. Serçeler çok, bunlar neşeli serçeler. Şakıyıp duruyorlar, oyunlar oynuyorlar. Bana da onları izlemek kalıyor.
Siyah yavru kedi girdi, demir kapının parmaklıkları arasından. Belki burada da bir kedi ile arkadaşlık kurarım diye düşündüm. Yanına gittim, o kaçtı. En iyisi onu kendime alıştırmamaktı.
Gün içinde öykü kurmaktan başka bir iş yapmadım. Kitabı bitirmek de istemedim. Okursam kalkıp ben de yazmaya başlayacaktım.
Saatler her zaman ki gibi hızla ilerledi. Okuma saati gelmişti. Okumak uykumu kaçırıyor. Uykum kaçmasın istedim. Okumayacak, yazmayacaktım. Şimdi sana bu satırları yazıyorum ama okumadım. Okursam büyüsü bozulacak masalın.
Bozulsun dedim kendi kendime. Ben de masal yazmam olur biter.
Masal da yaz yine.
Hayata bakışımızla hikayeler masal olabilir. Her masalda kötü de vardır.
Olsun arkadaşım.Kötüler en iyi öğretmenlerdir;yaşamımızın köşe başlarında…