MEKTUPLAR -30-

MEKTUPLAR -30-

22 Ekim 2018

Sevgili Lili,

Sana yazdıktan sonra yattım. Sırtında taşıdığı kabuğu bir ev gibi her yere taşıyan kaplumbağa misali yorganım altına girip derin bir uykuya dalacaktım. Başım da yorganın altındaydı. Bir düş kurmaya başlamıştım. Masal tadında. Yazmaya kalksam bu gece sonuna kadar yazamayacaktım. Kalkmak aklımdan geçti ama kalkmadım. Yarın akşam yazmayı düşünmüştüm.  Derken bir ses işittim.

“Bir daha masal yazamayacaksınız.”

İnandım sanırım. Bu gece bunun doğru olup olmadığını düşündüm. O zaman başladı düş. Yazdıklarımı geç okuduğuna göre bir şeyler eksikti. Bir masal, bir aşk masalı. Yazarsam belki okurdun.

Yıllar önce deniz ile kumsalın aşkını yazmış ama hiç kimseye okutmamıştım. Denizin dalgaları kumsala uzandı. Geceydi. Aşk deniz ile kumsalınken, iki insanın aşkını anlatırken bulmuştum kendimi; Kayra ile Miyra.

Akşamın geç saatlerinde Kayra teknesiyle denize açılıyordu. Son günlerde sık sık denize açılmasına bir anlam verememiştim. Gün ağarmaya yakın eve dönüyor, ben de saatlerce dönüşünü bekliyordum. Kimi zaman küçük teknenin fırtına çıkmasından ve teknenin batacağından endişeleniyordum. Gece pencereleri açıyor, rüzgârı dinliyordum. Ağaç yapraklarının seslerini, martıların…

Sabaha karşı günün ilk ışıklarıyla avladığı balıklarla dönüyordu. Balıkları gösteriyordu, hepsinin gözleri içeri kaçmış oluyordu. Bir şeyler yiyor sonra yine evden çıkıyordu, yanına balıkları alarak. Deniz kenarına gittiğini ve balıkları martılara attığını biliyordum.

Bir gün uykusuz gecelerimin birinde korkuyla beklerken buldum kendimi. Rüzgâr öyle esiyordu ki, yapraklar kadar martılar da az sonra çıkacak fırtınanın haberini veriyordu. Çok geç kalmıştı. Güneş doğmuş, ilk ışıklarıyla yeryüzünü aydınlatmıştı. Gelmeyecek diyordum, gelmeyecek.

Geldi. Balıklar suyun içinde cansız duruyordu, onların da gözleri karanlıktı. Mutfakta masanın yanındaki sandalyelere oturduk. Yüzüne bakıyorum. Mutsuz. Son günlerde olduğu gibi. Ona bakıyorum. Sonunda gözlerime baktı, öyle bir  bakıyordu ki çok uzaklardaydı.

“Gözlerin çökmüş, karanlık, tıpkı eve getirdiğim balıklar gibi çökmüş.”

“Öyle mi?”

“Bana öyle bakma, çok derinden bakıyorsun. Gözlerini hiç kırpmadın. Böyle giderse gözlerin kuruyacak.”

“Gözyaşlarımla ıslatırım.”

“Öyle ıslanmaz. Gözkapaklarını kırpmalısın.”

Gözlerimi kırptım. Kırptım.

“Ben gidiyorum, çok geç kaldım. Sen de yat artık.”

Evden çıktı. Kapıyı kilitledim. Yatak odasına geçtim. Yorganın altına soktum başımı. Mirya ile Karya’yı işte işte o zaman yazmaya karar verdim. Ama isimlerinin dışında hiçbir şey bilmiyorum. İsimlerini ve isimlerinin anlamını.

Akşam geç saatlerde geldiğinde çoktan sofrayı hazırlamıştım. Birlikte sofraya oturduk. Ona bakıyorum. Dalgın ve düşünceliydi. Bana baktı. Ama gözlerimin içine bakmadı.

“Yine gidecek misin? Bu gece fırtına bekleniyor” dedim.

“Gideceğim.”

“Gitmesen.”

“Gitmeliyim. Denizkızlarının seslerini işitiyordum her gece.”

“O sesler dalga seslerine karışan martıların sesleri olmasın.”

“Hayır. Denizkızlarının şarkıları olduğundan eminim. Çok uzaktan geliyor sesler. Her gün daha çok açılıyorum denize. Bir gece mutlaka onlara yaklaşacak ve kendilerini göreceğim.”

Masallardaki denizkızlarını düşündüm. Genellikle kız çocuklarına anlatılan masallar olduğuna inanırdım. Demek ki o da bu masalları dinlemişti. Yoksa neden denizkızlarını aramaya çıksındı ki. Onu mutlu görmek istiyordum. En çok isteğim bu. Mutlu.

Evden çıkarken kapının önünde durdu bana baktı. Düşündüm ki her gece söylediği sözleri söyleyecek. Süzdü beni baştan aşağıya.

“Sen” dedi “Sen zayıfladın.”

Çıktı.

O gittikten sonra bilgisayarımı açtım. Masalı yazdığım dosyayı açtım. Gözlerim batıyordu. Kırpmayı unutmuş olmalıydım. Ne zaman unutmuştum gözkapaklarımı açıp kapatmayalı, hiç farkında değildim.

Gözlerime iğneler batıyor. Masala devam etmeliyim. Çünkü yatarsam unuturum diye korkuyordum. Çok batıyor iğneler. Çok.

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Yine de iğneler batıyordu. Birden irkildim. Başımı çevirip arkama baktım. Demek gitmekten vazgeçmişti. Dönmüştü. Eve girdiğini, kapının açıldığını fark etmemiştim. Çünkü pencere açıktı ve rüzgâr tül perdeyi havalandırıyor, dışarıda martılar çığlık çığlığa bağırıyordu.

“Sana acıyorum. Böyle yazıldığını bilmiyordum” dedi.

Gözyaşlarım sicim gibi akıyordu. Başka bir şey söylemeden arkasını dönüp çıkıp gitti.

Bilgisayara döndüm. Masalı baştan okudum. Sonra da bıraktığım yerden yazmaya devam ettim.

Kayra, sabahın ilk ışıklarıyla saraydan atını alıp çıkıyor ve kumsalda uzun süre atını sürüyordu. Gece çıkan fırtına denizi yükseltmiş, ölü balıkları, denizyıldızlarını sahile bırakıp sabahın erken saatlerinde geri çekilmişti. Kayra…

Gözlerime  iğneler batıyordu.

Dosyayı kaydettim ve yatak odasına gittim. Yorganın altına girdim. Karanlık. Zifiri karanlık, geceden de karanlık. Yıldızsız. Gözlerimin önünde canlanıverdi denizin altındaki denizkızının sarayı. Mercanlar, yosunlar, deniz yıldızları, irili ufaklı balıklar… Daha fazla kurgulayamadan uyumuşum. Gecenin bir vaktinde, ağladığımı işittim. Tırnaklarımı yastığa geçirmiştim. Gözyaşlarım yastığı ıslatmıştı. Gözlerimi açsam da düşmeye devam ediyordum. Uçurumdan düşüyordum, durmadan düşüyordum. Bir türlü çakılıp kalmaktan korkusuyla, sona ermesini bekleyerek…

Kalktım, sadece düştü. Bilgisayarı açtım. Dosya karşımdaydı. Aşk masalına devam edemeyecek kadar yorgundum. Düşten henüz uyanamamıştım.

Mutfağa geçtim. Su içip yatak odasına geçtim.

İşte böyle Lili. Şimdi o yazdığım masalın dosyasını bulmaya çalışıyorum.

Saat çok geç oldu. Mutfağa girdim. Sabah kahvaltısını erken yapacağım. Tereyağlı bir omlet yapıp yiyecek ve yatacağım.

Günaydın.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*