MEKTUPLAR -33-
26 Ekim 2018
Sevgili Lili,
Akşam eve geldim. Yukaya hemen su verdim. Emo da geldi. Emo, beni görünce başını çevirdi. Kucağıma aldım, gözlerine baktım. İnsanlar birbirlerini gözlerinden tanır ya. Bakıştık. Sonra bıraktım. Evi dolaştı. Kucağıma aldım. Kendimi tanıttım. Benim ben! Sesi öyle inceydi ki, yabancıydı bana. Öptüm anımsayıncaya kadar sevdim. Su koydum, mama koydum.
Sabah uyandığımda ayak ucumda buldum Emo’yu. Uzun süre onunla ilgilendim, güvenini kazanmam gerekiyordu. Bunun için de sadece sevdim. Sonra o gitti güneşin uzandığı yere yattı.
*
Bugün kıyıya inip mavi kanatlı topal martıyı aradım. Deniz mavi, kıyılar gri. Martılar öyle çok ki, hangisi benim aradığım? Yok. Denizin ve kıyının masmavi olduğu zamanlarını düşledim. Kalsedon taşının mavisinden. Mavi denizin üzerinde mavi bir ada Kalkedon. Mavi kanatlı martıların mavi gökyüzünde kayboldukları bir dönem. Bir zaman. Bekledim.
Akşam karanlığı çökünceye kadar kıyıda oturdum. Sonra da umutsuzca kitapevlerinin kapısından içeri girdim. Unuttum neyse ki onu. Kitabevindeki çalışan kadının önerdiği kitabı aldım, isteksiz de olsam aldım. Akıl hastası olmayan bir kadının akıl hastanesine yatırılışı ve… Bunun üzerine iki kitap okumuştum ve çok etkilemişti beni. Tekrar deneyeceğim, belki etkilenmeden okuyabilir duruma gelebilirim. Etkilenmem devam ederse ben de sana yazarım; akıl hastası olmayan bir kadının akıl hastalığı hikayesini.
Seninle görüşmek istedim. Aradım, meşgul çaldı telefonun.
Eve kitaplarla döndüm elbette. Taksiye bindim. Akşamın karanlığında gökyüzüne yükselen gökdelenleri izledim yol boyu. Trafik yoğundu. Neyse ki şoför sessizdi.
Eve girince seslendim. Emooo! Çıkıp geldi salondan, kapıda durdu, miyav, dedi. Kucakladım. Poşetleri bıraktım kapı önüne. Emo’yu sevdim. O da beni sevdi. Hatırlamış evini ve beni. Mırıltıları dakikalarca sürdü. Kucağımdan inmedi.
Dışarı çıktım. Kaldırımda ikinci el kitap satan adamın kitaplarına baktım, bir şey bulamadım. Kitapların üzerine bir kedi çıktı, tırmaladı kitapları. O da böyle okuyor dedim. Sonra uzanıp yattı kitapların üzerine.
Bugün senin yerine, bir dostla edebiyat sohbetleri yaptık. Birkaç kitap daha eklendi listeme. Her şey yolunda bugün de.
Kurumuş bir çiçek buldum, saksıyla alıp geldim eve. Yeşerirse ne çiçeği olduğunu öğreneceğim. Merakla bekleyeceğim. Su verdim, güneş alabileceği bir yere koydum. Kimin çiçeği ve kaç yıldır bekliyor benim onu bulmamı, bilmiyorum. Okuduğum kitaplarda bulacağım, yazarını hatırlıyorum da öyküsünü anımsamıyorum. Bulunca mutlaka sana yazarım.
Gece ilerliyor zamanın içinde. Çalışma odama giriyorum, kitaplara bakıyorum. Aldığım kitapları yerleştiriyorum. Dergileri salona getiriyorum. Masa üzerinde yarım kalan kitapların yanına bırakıyorum. Yuka, Emo, kitaplar, resimler, bir ful çiçeği beyaz ve kokulu; gece.
Bu gece bilgisayardan okudum. Daldan dala atladım. Listeye Alberto Manguel’in Dönüş kitabı da eklendi. Her şey okuyarak başlamadı mı? Öyle işte.
Emooo! Miyav!
Seni yazıyorum Eme.
…
Başını çevirip baktı, sonra da başını kollarının arasına aldı.
Eme beni bekliyor. Ama uyuyarak bekliyor. Ben sandalyeden kalkar kalkmaz koltuğundan inecek. Uyacağız. O sabah erkenden uyanacak. Özlemiş güneşi. Sabah sabah güneşinin, öğleden sonra öğle güneşinin altında uzanacak. Unutmuş nar ağacını, defneyi. Rüzgârda dalları sallandıkça tıslıyor.
Geldiğim yerde az da olsa geceleri yıldız görünürdü. Burada hiç yıldız yok, lacivert geceleri sevmiyor.
Bugün çok konuştum ama yazmak istemiyorum sana. Usumdan geçenleri de not almadığım için unuttum. Oysa önemli, not almalıyım dedim zaman zaman. Unuttum. İnsan anımsadığı kadardır. Öyleyse ne mutlu bana ki anımsadıklarım yazdıklarımdır.
Bugün, bugünden çok geçmişteydim. Yaşamadığım zamanlarda. İğne oyalarıyla, gelin sandıklarıyla uğraştım. Ne kadar çok haksızlık yapmışım sandıklara. Yaptığım iğne oyalarının anlamını bilmeden sessizce işleyişimi. Kadınlar yüzyıllarca susmuş, oyalara işlemiş seslerini. Oh neyse ki Eme konuşuyor. Eme’nin konuştuğundan fazla da konuşmuyorum.
Mektubumu dün gece gördüğüm düşle son vereceğim. Geceydi. Kar her yeri örtmüştü. Ayak izlerim görünecekti, bu yüzden yürümekten vazgeçtim. Bekledim tipi çıksın diye. Tipi başlamadı, ben de daha fazla kendimi tutamadım. Yürüdüm, ayak izlerimi arkamda bırakarak. Terk edilmiş, evleri yıkılmış bir köye ulaştım. Yapraksız iki ağacın altına geldim. Tipi başladı. Ellerimle kulaklarımı kapattım. Bir ses işitmekten korkuyorum. Birkaç el silah sesi ya da baykuş sesi işitmekten. Önce baykuş sesi işitildi. Arkama baktım, ayak izlerim kapanmıştı. Birkaç el silah sesi… O sırada yere düştüm.
Uyandım.
Eme yanıma geldi. Saçlarımı ağzıyla çekiştirmese uyanamayacaktım.
Lili, her şeyin rengi varmış. Hatırlamanın, unutmanın. Hatırlanan her şeyin rengi başka. Yaşadıklarından, okuduklarından, yazdıklarından… Geçmiş ve gelecek şimdinin rengini veren ve sabah uyanınca rengarenk kalkıyor insan.
Günaydın Lili.
Arkadaşın.
Bir yanıt bırakın