MEKTUPLAR -19-
28 Eylül 2018
Lili,
Gecenin sesi, yazdan kalan ağustosböceklerinden geliyor. Hava fırtına öncesi gibi, az sonra ne varsa eteklerinde döküldü dökülecek. Yaprak, dal, meyve, kuş tüyleri…
Komşunun pilici haftalardır, geceleri balkonun altında eşinmekte. Geçen gün, Güneş kurtuldu zincirinden, komşunun yıkılmış evinin kalıntıları arasında bir beyaz pilici yakaladı. Öldü. Borcumuz olsunmuş. Ne borcu ki? Komşunun pilicini Güneş yedi ya… Yesin. Yedi de pilici kümesinde mi yakaladı? Onların bahçesi de değildi. Olmaz, bizim bahçe de değil, borcumuzdur. Önce gelsinler, bahçedeki piliçlerini alsınlar.
Ne piliç çıktı bahçeden, ne de piliç alındı ölenin yerine. Olan Güneş’e oldu. Köpeciğin zinciri çözülmüyor. Ya bu pilici de yerse diye.
*
Küçük kızla bahçe duvarının önünde oturuyorduk. Yoldan geçenleri izliyoruz. Geçen de çok değil ki. Ben kadın geçecek diyorum. Önce ben seçiyorum. Ona da erkek demek kalıyor. Sonunda çok kızıyor bana. Çünkü geçenler daha çok kadın oluyor. Ona nedenini açıklıyorum. Bu defa o kadın geçecek diyor. Oyunun tadı kalmayınca oyunu değiştiriyorum. Sürücüsü erkek olan araba geçecek, diyorum. Öyle de oluyor. Kadın sürücüye hiç rastlamıyoruz. Şaşırıyor. Şaşırmaması gerektiğini söylüyor, açıklama yapıyorum. Öf, bu oyunun da tadı kalmadı. Ağaçların yapraklarını inceliyoruz. Meyveleri inceliyoruz.
*
Sana burayı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Burada olduğum sürece kadının adının geçmesi olanaksız görünüyor. Banliyö treni geliyor, öyle çok inen oluyor ki ama inenler hep karşı yola geçiyor. Nereye nasıl gittiklerini göremiyorum, sokaklar onları gizliyor, apartmanlar yutuveriyor. Bana yoldan geçenler kalıyor. Genç kızlar ve erkekler sırtlarında çanta okuldan dönüyor. Kadınlar alışverişten dönüyor. Küçük çocuklar ellerinden çekiştiriliyor. Zaman zaman duvarın önünde durup bahçeye bakıyorlar. Bahçede öyle bir ocak kurulacak ki mis gibi ekmek pişireceksin. Dalından koparıp yiyeceksin meyveyi.
Bayramın ikinci günüydü, bahçe kapısı açılmıştı. Baktım üç küçük çocuk. Şekeri aldım, bayramlık harçlıklarını hazırladım. Geldiler, bayramlaştık. Anneleri bahçe kapısından içeri girdi. Geldiler. Sandım ki ev sahibini tanıyorlar. İçeri davet ettim. Girmediler, balkonda oturdular. Ev sahibi geldi, içeri davet etti. İçeri girmediler. Çok oturmadılar, kalkıp gittiler. Ev sahibi dedi ki, onları tanımıyorum.
Sanırım yeni işim buraya kent yaşamını taşımak. Yazarsam öyle olacak sanki. Yazmayacağım. En azından şimdilik yazmayacağım.
Sanırım eski işlerimde de hep taşıyıcı rolü oynadım. Sana sadece kendimi taşıyabildiğim kadarıyla yazabilirim. Bu bahçenin bir zamanlar benim gözümde ne kadar büyük olduğunu. Bu bahçede çevrede yaşayan herkes gibi çalıştığımı. Bahçelerde, tarlalarda…
Şimdi bu bahçe, çevresindeki tarlalar kalmadığı için çok büyük görünüyor. Koşup içinde kaybolduğum tarlalar.
Lili, anlatamıyorum.
“İç ses diye söylendim
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.”
D.Madak
*
Bugün kına gecesine gittim. Ne güzeldi gençler. Liseden bu yana arkadaşlarmış. Sade ve içtendiler. Birbirlerine gülümsemelerinde gördüm, hâlâ ilk günden kalan çocuksu bakışlarını.
Kadın arkadaşlarımla birlikte eğlendik. Genç çifte mutluluklar diledik.
Boşluk ve birçok noktaları ardı ardına koyuyorum.
Sana bir ara boşluklara gelenleri anlatırım.
*
Diyorsun ki, bana anlattıklarını yaz. Yazamam Lili. Korkarım tarafsız olamamaktan. Korkarım yine bana düşecek rolden. Artık hiçbir şeyden emin değilim Lili. Bildiğim bir şey de yok. Yorgunum. İç sesim bile yorgun.
Hava çok güzel. Balkonda oturuyorum. Piliç balkonun altında geziniyor. Son banliyö treni de geldi. Ağustosböcekleri ağustosu taşıyorlar geceye. Karanlık her yer. Bahçe büyük, ağaçlar büyük. Çevredeki apartmanlar yokmuş gibi, karanlık yutmuş gibi. Karanlığın ortasında sarı bir ışık altındaki balkonda ben.
“Ve çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra
Ah!”
Bugün ahlat ağacına bir kâğıt daha astım. Sadece bir kelime, Ah!
Bir yanıt bırakın