YARATICI OKUMAK YAZMAK    31 Ekim 2024 / Perşembe

YARATICI OKUMAK YAZMAK    31 Ekim 2024 / Perşembe

Hoş sohbetler, yakın okumalar bana yazma cesareti veriyor. Yazmadan duramıyorum. Bugün de öyle bir gündü işte. Gündüz dışarıdaydım. Büyük boy sıcak  kahve güzeldi, sohbet de… Güzel sade bir akşam yemeğinin ardından günün ilk çayını yudumlamak. Bir buluşma daha çevrimiçi ve sessizce söz almadan dinlemek; karşımdakini anlamak için yani. Televizyonda hiç tadına bakamayacağım yemeklerin yapılışlarını izlemek, kullandıkları baharatlardan bi haber. Ama o yemekleri yemeği hiç istememek önemli. Ya isteseydim? Yemeği hazırlayanların bile adını duymadıkları ürünler çıkıyor bazen. “Ekşi, kekremsi bir tadı var. Tadına bakın şimdi.”

İletileri okuma zamanı. Yazışmalar. Ortaokul Türkçe öğretmenim… Ona dilbilgisinden öğrettiklerini unuttuğumu söylesem üzülür mü? Özne, yüklem. Tümleç. Sıfatlar, zamirler… Anımsamak için çalışmam gerekecek. Yaşımı alırken, bildiklerimi sanırım kırkından sonra eksile eksilte ilerlemişim. Otuzlu yaşlarda yazdıklarıma imreniyorum. Öyle yazmaya devam edebilmeyi çok isterdim. Ne oldu da böyle oldu ki? Bilimsel bir açıklaması olabilir mi? Okuma saatimde okuduğum ilk gençlik romanı beni etkiledi. Elimde kurşun kalem çizip duruyorum satırları ve üzerlerine notlar alıyorum. Çevirmenlerin ne kadar ince çalışmaları gerektiğini anlayabiliyorum.  (Bir yamaçta yerli bir adam eliyle aşağıdaki yapıları ve insanları işaret ediyor. “Onların dilini bilmiyorsun ama çalışarak öğrenebileceğini düşünüyorsun. Evet öğrenebilirsin ama hiçbir zaman onların konuştuğu gibi konuşamazsın. Yalnız çocukların bilebileceği kadar bilirsin.” “Neden?” diye sordu. “Kendi dilinin içine doğuyor, öğrenmek için de yıllarını veriyorsun. Bildiğin yalnızca…” dedi ve eliyle karşı dağları işaret etti. “O sınırlı alanda yaşayan insanlar kadar olabilir. Onlar oradan hiç ayrılmazlar. Kendilerini çok iyi ifade ettiklerini görürsün ama asla onları gerçek olan olarak anlayamazsın. Kendi dilinle onları anlatmaya çalışırsan da hiçbir zaman onları temsil edemeyecek anlatıların.” Diye ben düşündüm. Tepeyi gördüm, yamaçları ağaçlık dağları, yerli giysileri içinde yanımda duran adamı.)

Bir ileti de eski öğrencimden. Koskoca adam olmuş, evli ve çocuğu var. Ona bir tanem dedim. Gözümün önünde canlanan çocuğa seslendim. “Bir tanem. Öğretmeninin bu kitaplarda ne aradığını soruyorsun ve eline bir kitap alıyorsun. Ne mutlu bana.” Birlikte okuduğumuz kitaplar… Onlar kendilerini bulmayı isterlerdi. Belki de böyle bir şeydir okumak. Aramak… Kendinle karşılaşmayı ummak… Ayna… Gölge…

Yarın ameliyata girecek. Daha önce de ameliyatlar olmuştu. Ben  ameliyatlardan sonra neler hissettiğimi konuştuk.  Şimdi düşünüyorum da şunları yazabiliyorum: Yani hasta ameliyattan çıkmış, yatağında gözlerini yeni açarken… Başında bekleyenlerin acıyla, üzüntüyle bakması… Ağrısı var mı? Yaşayacak mı? Ölüm tehlikesini atlattı mı? Yoksa risk hâlâ devam ediyor mu? Ne yapacağım şimdi? Ağlama hissi. Korku. Cesaret hadi ama. Bakıyor yüzüne. Hadi uyan, konuş…

Gözlerimi açıyorum. Yanımdalar. Gülümsüyorum. Çok acıktım. Susadım. Su içmemen gerekiyormuş. Mide bulantısı yaparmış. Dudaklarım kurumuş. Sıcak bir çorba. İçiriyorlar. Ver, ver. Çok güzel. Gülüşmeler. Gülüyorum. Çok açım. Yoruldum. Uykum var. Çok huzurluyum. Uyandım. Her şey yeni başlıyor. Fazlalıklar alınmış, temizlenmiş her şey ve dikişlerle tamir edilmiş. Artık yeni bir yüzü var her şeyin. Nefes al, nefes ver. Kaygıyla sesleniş. Nefes al. Ameliyat sonrası kendine gelişte ilk duyduğu sözler. Uyanmak ve huzur. Gülüşmeler. İlk yürüyüş. İtiraz ediş. Yüz asık. Baskı çok. Haydi amalar… Yatağa yaklaştıkça gözler parlar. Yatağa bırakış bedenini. Mutlusun. Acaba anestezi sırasında neler konuştum? Küfrettim mi ki? Merak, bilmediğin bir tarafını öğrenmeyi istemek… Boş ver bunu. İyisin ya. Yürüyüş. Eğer halen ölüm riski olduğunu söyleselerdi “Burada tutardım, seni.” “Öleceğin için mutlu musun?” Şaşkınlık. “Görmüyor musun? Yaşıyorum. Ölmeyeceğim için mutluyum.”  Ne geçmiş var, ne de başka bir şey. İş güç… Bu halde bile nasıl yanıtlar vereceğimi düşünüyorum. Kelimelerimi seçmeye çalışıyorum. Demek ki iyiyim. Mutluyum sanırım ve bu hayatta olmanın mutluluğu olmalı. Hastaları anlamak kolay değil. Ölüm hakkında düşündüklerine göre değişir düşünceleri, duyguları ve davranışları. Anlamak gerçekten çok zor. Bir tür hesaplaşma söz konusu. Ben kaç kez hesaplaştım da sonunda bunları söyleyebiliyorum. Öleceğim tarihi söyleseler ne okurdum ne de yazardım. Sadece hayal kurardım. Yazmak gördüğün ya da yaşadığın hayallerin hızını keser. Okumak da düşündürür. Fantastik bir roman okumak gibi bir şey olmalı hayal kurmak. Bir başka dünyaya giderken düşlenen o yer mi demeli? Bilimkurgu ne korkunç olurdu. Umarım insan hayatında, dünyada, fantastik ve mitolojik öyküler hep yazılıyor, okunuyor, inanılıyor olur. Dünyada kalmak isteyenler için bu şart. Bilimkurgu gideceklere göre bence. Dünyanın dünyalık hayatını sürdürmesi için mitoloji şart gibi. Eve dönüş. Hastalıktan ölen üç yakınımı düşünüyorum. Son sözleri ne oldu? Konuştular mı?

Okuduğum kitaba döneyim. Dilbilgisi çalışmalarımı üzerinde yapıyorum. Geçekten incelenecek bir kitap. İlk gençlik kitabı olduğu için de (ayrıca fantastik olması) incelemeye çok uygun. Benim Salkımsöğütteki Orkestra kitabım da bir tez konusu olmuştu. Mutlu olmuştum. Dil. Başkasının yerine kendini koyabilirsin ama bu seni gerçek olan ona yaklaştıracak anlamına gelmez. Sadece bir kurgudan ibarettir. Acaba o hayatında hiç “olasılık” kelimesini kullanmış mıdır? Ya da başka kelimeler? Hayatına aldığı kelimeler nelerdir? Herkes kendini anlatsa ne güzel olur; herkes yazmalı. Herkes okusa. Dilini dönüştürse. Dil düşüncesini değiştirse. Düşünce duygularını değiştirse. Dünya değişse. Hep birlikte bunu yapma şansının olmadığına inanmak beni üzüyor.  Ama ben yarın uyandığımda bu geceki ben olmayacağımı biliyorum. Unutmuş da olacağım birçok şeyi. Özellikle de altı çizili cümleleri… Oysa ne kadar önemli o cümleler.

Sorular sorular sorular… Ne, neden, nerede, ne zaman, nasıl, kim? “Bitti.” Bu kelimeye şu beş soruyu sorarak yazmaya çalışsam. Ortaya değişik bir şey çıkar sanırım.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*