KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 1 Kasım 2024 / Cuma
Torbalı’da hava güzeldi. Rüzgâr hızını azaltınca güneşin ılık titreşimleri tenine işliyordu. Genç bir sürücü olan adam onu yolun başından aldı. Nereye? Hipodrom Kafe’ye. Araç geç gelmesini telafi etmek istercesine uçarak ilerliyor, karşısına çıkan kasislerde hızını kesmiyordu. Aracın arkasında, hoplamaktan midesinin bulanmaya başladığını hissetti. Büyük parka geldiklerinde nerede ineceğini sordu. Giriş kapısı nerede? Sizi kapının önünde bırakacağım, dedi. Pazarın kurulmadığı günler araçların park ettiği alana girdiler ve büyük bir kapıya doğru hızla ilerlediler. Kapıdan içeri girecek sandı. Ama geçemezdi ki, araç için küçüktü. Gözlerini kapadı. Araç birden durdu. Gözlerini açtı, teşekkür ederek indi. Kapıdan geçerken şaşkındı, geçince şaşkınlığı daha da arttı. Bina kapıya on adım uzaklıktaydı. Etrafta kimse görünmüyordu. Duvarları dökülüyordu. Bahçedeki birkaç parça eşya masa ve tentelerin paslı demirleriydi. Binanın etrafını dolaştı. Arkasına baktı. Daha önce gelmişti ve bahçede masalar ve şirin sandalyeler vardı. İçeri göz attı. Boş ve harap. Yanlış yere geldiğini düşündü. Burası kapalı olduğu için başka bir mekana gitmiş olmalılardı. Telefonla öğretmenini aradı. Üst kattalarmış. Giriş de yan taraftaki merdivenlerleymiş. Dik merdivenleri ağır ağır çıktı. Öğretmeni yukarında onu bekliyordu.
İçeride birçok masa birleştirilmiş, uzun bir kral sofrasını andırıyordu. Masaların üstü boştu, henüz çaylar alınmamış görünüyordu. Selamlaşmalarla, özlem gidermeyle ve hoş sohbetlerle zaman hızla ilerledi. Öğretmenler ve öğrenciler bir araya gelmişti. Herkesin yüzü gülüyor, neşeli sesler masalardan yükseliyordu. Etraftaki masalar da hemen hemen boştu. Onlar da otuz kişi varlardı sanırım. Türkçe öğretmeninin yanına oturdu. Onun yanında da matematik öğretmeni otuyordu. Diğer Türkçe öğretmeni, müdür yardımcısıyla yan yanaydı. Bütün öğretmenler oradaydı. Bir de öğrencilerden bazıları. Ayrıca öğretmen çocukları, zaten onlar da buradaki öğretmenlerin öğrencileriydi. Onun sınıfından iki arkadaşı katılmıştı. Toplantıların hepsinde bulunmuşlardı çünkü buluşmayı ayarlayan onlardı. Geç de olsa annesi de geldi. Üç öğrencinin ilkokul öğretmeni olan Z. Buluşmalar her zaman heyecan verir. Yaşının ilerlediğini anlamana neden olsa da bu değişime alışınca önemi kalmaz. Bir sonraki buluşmayı şimdiden planlarsın. Mart, dedi genç bir öğrenci.
Getirdiği kitapları Türkçe öğretmenine verdi. Siirt’ten çok sevdiği bir öğretmene gönderecekti. Sınıf kitaplığı ve okul kütüphanesi için kitap rica etmiş. O da her kitabından iki adet ayırmıştı. Diğer Türkçe öğretmeni de kitapları görmek istedi. Alabilir miyim, çalıştığım okul için almayı düşünüyorum. Ona ayrıca getirebileceğini söyledi. Sonunda Pazar günü “Size uğrayayım.” dedi öğretmen. Kitapları ayıracağım, dedi o. Bir sonraki toplantıda olmayabilirim, dedi. Haberler kötüydü, vücuduna yayılmıştı. El ele…
Kalkanlar olmaya başladı. Çekirdek grup kalmışlardı ki annesi de geldi. Herkesi göremeyecekti ama bu da kötü sayılmazdı. On kişiden fazlaydılar. Sonunda birer ikişer ayrılmalar başladı. Daha da çekirdek kaldılar. Altı kişi kaldılar. Kalktılar. Bir kişi yolunu ayırdı. İlkokul sınıf arkadaşları çekirdek grubu arabasıyla gidecekleri yere kadar götürüp bıraktı. İlkokul sıralarına kadar gittiler. Döndüler. Arabadan indiler.
Çevrimiçi ders başladı. Notlar aldı. Kendini çok rahat hissediyordu. Normalde konuşamazdı ama şimdi dili çözülmüştü. Kelimeleri seçiyor, doğru ifade etmeye, açıklamaya gerek kalmayacak cümleler kurmaya çalışıyordu. Başka yerde olsaydı zorlanırdı ama burada öyle olmadı. Kendiliğinden aktı cümleler. Kendini güvende hissediyordu. İyi bir öğretmenin karşısındaydı. O da acemi bir öğrenci. Ders bir saat on yedi dakikanın sonunda bitti. Işıklı bir yolda hissediyordu kendisini. Denizin üzerinde ışık çizgisinin üzerinde duruyor, sonsuz uzanan okyanus ufukta gökyüzüyle buluşuyor, buluştukları yerde de beyaz bir balina… Denizle ilgili bir şey bilmiyordu. Balıkların adını bile doğru dürüst söyleyemezdi. Bulmaca çözseydi kolay olurdu gerçi. Hayatına ne deniz ne de balık girmişti. Yaz mevsimini yayla gibi esen evinde geçiriyordu, tüm camları açıp sokak havası içeri doluyordu. Dışarı çıkmıyor, denizi vapurları hatta martıları bile özlemiyordu ya da aklına gelmiyordu diyelim. Topal martının izine belki rastlarım diye Kadıköy’e inmesi sonbaharı buluyordu. Işık çizgisinin üzerinde bir deniz, güneşin kırıntıları denizin üzerinde pırıltılı… Beyaz Balina’dan korkmalı mı? Bilemedi. Henüz yakın değildi ama insan kokusu aldığından hiç kuşku duymuyordu. Yalnız kan değil, insan kokusuna da hassas olmalıydı. Gerçekte öyle olmasa da kurguda bu özellikleri taşıyabilirdi. Bir çocuk kitabını anımsadı. Deniz patlıcanı, ona ilginç gelmişti. Hikâyeyi anımsadı ama hikâyenin dışına çıkamadı. Çok beğenmişti öyküyü. Unutmayacaktı. Tek bir sonu vardı. Çocuk kitabı çocukların hayallerini besler, yetişkinlerin edebiyatı da yetişkinlerin hayallerini besler. Çoğu zaman çok başlı ejderhalar gibi birkaç sonla biter romanlar, hikâyeler.
Deniz ve Uygarlık kitabı İş Kültür Yayınlarından çıkmıştı. Almıştı, bir gün denizle ilgili bir öykü yazarsam diye. Denizler Altında Yirmibin Fersah kitabını anımsadı. Moby Dick. Halikarnas Balıkçısı. Joseph Conrad. Bunların yanında bir de Yaman Koray vardı. Denizle ilgili her şeyi bu kitaplardan okuyarak öğreneceğini düşündü. Yazarları denizde onlarca yıllarını harcamıştı. Onca bilgiye oturarak ulaşacak ve hayal dünyasını zenginleştirecekti. Yalnızca öyküleri değil, onu yazan yazarı masanın başında heyecanla ve ürpererek yazdıklarını hayal edecekti. Başka hayallerini sadece bu kitapları için ertelemek zorunda kalmışlar olmalıydı. Yürüyüşlerinde, uykularında hep onlar dolanıyor olmalıydı. Hayat ve hayal. Kitap ve insan. Yazmak. Okumak. Zihinde dolanan sisin yavaş yavaş dağılması ve görünen dünya… Herkes rüyasında bir başka dünya görür. Çatışma hayatın gerçekliği, romanları da okutan bu olmalı. Heyecan, korku, cesaret…
Sanırım günü noktaladı. Balık gözlerine uyku düştü. Gözleri açık uyudu.
Bir yanıt bırakın