YARATICI OKUMAK YAZMAK 30 Ekim 2024 / Çarşamba
Bu akşam instagramda Nuray Acar’ın canlı yayınına davet ettiği arkadaşım Oya Uslu’yla yaptığı söyleşiyi izledim. Çok beğendim. Söyleşinin tadı, Nuray Acar’ın iyi bir okur olmasından kaynaklı olmalı. Oya Uslu soruları çok güzel yanıtladı. Hoşuma gitti. Bugün yazıyorsam onların etkisi olmalı. Yazarak konuşma isteği uyandırdı. Nuray Acar’ın programlarını takip etmeye çalışacağım. Beni en çok etkileyen, yazmak amacının olmaması ve okur olmaktan çok mutlu olması oldu Nuray hanımın; okur yolculuğunda çok iyi bir arkadaş olur, diye düşünüyorum.
Günlüklerime baktım. Uzun süredir yazmıyorum. Evden uzaktayım. Kalabalık bir aile olmak çok güzel. İnsan okumaya yazmaya fazla zaman ayıramıyor. İki hafta sonra kitaplarıma, yukama ve kedilerime döneceğim. Dönünce, çevrimiçi aldığım derslerle birlikte Zeytin Büyücüsü’nü yazmayı düşünüyorum. Başlangıcına sonunda karar verdim. Eve dönünce masada yer alacak kitapları da belirledim. Benimle dört kiloluk kitap eve doğru uçacak. Resimlerle harika bir mitoloji kitabı. Araştırmalar yapmam gerekecek Zeytin Büyücüsü için. İpucu olarak fantastik olacağını söyleyebilirim. Yaş grubu da biraz yüksek olacak; sanırım ortaokul düzeyinde… Bugün iki bölüm için notlar aldım. Devamını henüz bilmiyorum ama sonunu biliyorum. Sona doğru gidecek yol nasıl bir yol olacak çok merak ediyorum. Bunu yazarak öğreneceğim. Eğer yazmadan önce kafamda netleştirirsem yazma isteğim kalmıyor. Bu nedenle bölüm bölüm düşünmeye karar verdim. Yazarken beni heyecanlandıran şey yazma sırasında benim de bir okur olmam. Gördüğüm tek sorun dil. Sözcük seçimi ve sözcük dizimleri. Şimdi okuduğum Salı günü kulüpte konuşacağımız ilk gençlik kitabı bana esin kaynağı oldu ve bu dil sorununa dikkat çekti, diyebilirim.
Bu akşam Oya Uslu arkadaşıma sorulan soruları, ben de yanıtlamaya çalışırken buldum kendimi. Okurlardan çok güzel sorular geldi. Üzerinde uzun uzun konuşulabilecek sorular vardı aralarında. Keşke not alsaydım. Oya Uslu’nun Pembeden Başka Renkler kitabını çok iyi değerlendirdi ve sorular sordu Nuray hanım. Ben, Sait Faik ve Orhan Veli ile ilgili yazdığım iki çocuk kitabım üzerine bir söyleşi yapsam neler sorulur, neler konuşulurdu? Düşündüm. Sonra dedim ki, “Araştırmalarında aldığın notlara ve okuduğun kitaplarda altını çizdiğin sayfalara göz atmalısın.”
Yapay Zeka ile ilgili olan soru üzerine önceki okumalarımın izinde düşündüm. Ben ilkokul çocukları için yazıyorum. Onlara yapay zekanın çok iyi olduğunu anlatan gerçek öyküler mi yazmalıyım, diye sordum kendime. Şöyle bir sorun çıktı karşıma. Çocuklara yalnızca iyiyi anlatmak, iyi olduklarına inandırmak, bir şekilde onlara yapılan en büyük kötülük. Gerçekte iyiliğinin yanı sıra kötü olabilecek yanları da var. Daha sonra kötüyle karşılaştıklarında büyük zorluk yaşarlar mı? Hayal kırıklığından başka kandırılmışlık duygusu. Yine de bir şekilde teknolojinin yeni bebeğini onlara tanıtmak gerekecektir. Bu da bilimkurguyla anlatılabilir belki. İşte yazmak da böyle bir şey. Yaşananları anlamaya çalışmak ve öyküleyerek okurların deneyimlemelerini sağlamak. Bu konu üzerinde biraz daha araştırırsam, hem iyi hem de kötü yanlarını anlatan bir çocuk öyküsü yazarken bulabilirim kendimi. Bilimkurgu kitaplarını çok okumadım. Kütüphaneme bakmadan isim vermem zor. Evet bu tür romanları okumaya başlamalıyım. Bu yıl olanaksız aslında. Okur yolculuğum için katıldığım dersler yoğun olacak. Yakın okumalar yapacağız. Klasik romanları okuyacağız. Nobel ödüllü yazarların kitaplarını. Yeni basılan ödüllü kitaplar. Yerli yazarlarımız, ustalarımız… Ayrıca kurgu dışı kitaplar okuyacağız.
Matrix filminden bir kısacık video sosyal paylaşım kanallarında dolaşıyordu. Şöyle bir şey diyordu; Ne seçeceğin değil önemli olan, seçimini neden yaptığını anlamak için buradasın. Seçimini neden yaptığını anlamak… Bu amacımız değil mi? Canım şeker yemek istiyor ve şeker yiyorum. Zevk almak için yani. Belki de kan şekerim düşmüştür. Çocukluğumdaki şekerleri anımsatıyordur gördüğüm şeker. Kırmızı rengi ağzımda çilek tadının olmasına neden olmuştur belki de. Sarı, limon tadı, ekşi ve mayhoş… Amaç ne oldu? Ya okumak? Yazmak? Yazmak ile ilgili olanı açıklamak benim için çok kolay. Okumak için net bir fikrim yok. Amaç neler olabilir, diye düşünüyorum. Yani eylemlere dönüşen okumalar önemli benim için. Düşünceler değişebilir, ezberlersin okuduklarını ve öyle devam edersin hayatına. Ya eylemlerimiz? Okuduklarımızla değişmez mi? Değişmez miyiz?
Cumartesi günü memleketimde ÇYDD’de çocuklarla imza ve söyleşi etkinliğim olacak. Geçen hafta da bir ilkokula arkadaşımın sınıfına gittim. Üçüncü sınıf öğrencileri harikaydı. Onlara Yaramazlık Başa Bela ve Çizgi Çocuk kitaplarımı imzaladım. Yaramazlık üzerine konuştuk, sorguladık Yaramazlık nedir? Her yaptığımız yaramazlık mıdır? Başa bela olan yaramazlıklar nelerdir? Birçok soru… Çocukluğumuzu konuştuk. En güzel etkinliği Çizgi Çocuk kitabım üzerinden yapıyorum. Çizgi Çocuk çizdiriyorum, ben de çiziyorum; yönergelerle resmi tamamlamalarını sağlıyorum sonra da okumadıkları kitabın ilk sayfalarında yer alan görselleri inceliyoruz. Çok güzeldi. Ne yazık ki fotoğraf çekmeyi unutmuşum. Çizdikleri o değişik değişik çizgi çocukların fotoğraflarını çekmeliydim. Ecrin beni çizmiş ama dilimi çıkarmışım. Kendisini de yanıma çizmiş, o da dilini çıkarmış. “Neden dilini çıkarmışlar?” “Kimin dili uzun diye…” dedi Ecrin. Bunun çok basit bir açıklaması olmalı ama ne? Teneffüste birbirlerine dil mi çıkarıyorlardı? Yoksa çok mu konuşmuştum ve o da çok konuştuğu için ona uzun dilli mi diyorlardı? Bilmem. Fotoğrafını çekecektim unutmuşum. Bu sınıfta geçen yıl bol bol fotoğraf ve video çektirmiştim. Neyse seneye unutmam artık. Onlara seneye geleceğime söz verdim. Biraz daha büyümüş buldum onları. Ben de onlarla biraz büyüdüm. Öğretmen arkadaşım ince düşünceliydi. Bana bayram için okul provaları olduğunu söylemedi. İki ders sınıftaydım. İkinci dersin sonuna doğru dikkatleri dağıldı ve benim de vermek istediklerim bitti. Uzatmadan imzaya geçtim. Teneffüste de kitap imzaladım. Üçüncü ders zili çalınca öğrenciler aşağıya indi provalar için. Zamanlamam harika olmuş oldu.
Özbey köyünde bir ilkokula üçüncü sınıf öğrencileriyle buluşmaya karar verdik. Yarın gidecektim ama beni aramadılar. Belki de benim aramam gerekiyordu. Yarın ararım artık. Tatilden önce gitmem gerekiyor. Yani haftaya bu işi de tamamlamam gerekiyor.
Okuduğum ilk gençlik kitabı üzerine daha sonra yazacağım. Adı; İmkânsız Yaratıklar, yazar Katherine Rundell. Domingo Yayınları. Bence harika.
Çocuk kitapları arasında Işık’ın Yolculuğu ve Montreal’de Yaz Tatili var. Bunları da eve dönünce okuyacağım.
Okumak güzel. Okumak nefes almaksa, yazmak nefes vermek. Yani yaşamak. Sanırım okuduklarımın etkisiyle eylemlerim değil de yaklaşımlarım değişecek. Bazı kitaplarda öfke bana da geçiyor. Söyleniyorum, söyleniyorum. Düşündükçe evet etkisi bu olmalı ama benim de buna yaklaşımım söylenmenin dışına çıkabilmeli, diyorum. Bugün bir şey fark ettim. Yaşadıklarımı anında değerlendiremiyor, üzerinde konuşamıyorum. Susuyorum. Ters giden bir şeyler olduğunu seziyorum ama bunu adlandıramıyor, ifade edemiyorum. Öyle bir cümle kurmalıyım ki tartışmayı sonlandırsın. Düşündürsün. Sorgulama yapılabilsin. Yok bir şey söyleyemiyorum. Konuşsam olayın seyri değişecek, susuyorum. Ne yapmalı? Bunu ilk Mavi Kulübe adındaki ilk gençlik romanında yaşadım ya. En sonunda, yani kitabı bitirdikten on gün sonra şunu diyebildim: “Bu kitap yetişkinleri eleştiriyor.” Sihri ve büyüsü bundan kaynaklanıyor. Acaba kurduğum cümle büyüyü bozar mı? “Bu kitap yetişkinleri eleştiriyor.” Hayatımıza yaşadıklarımıza bir okur gibi yaklaşabilir miyiz? Bu olanaklı mı? “Bu kitap yetişkinleri eleştiriyor.” demek yerine bir öykü mü yazmalıyım? Hangisi daha etkili olur? Hap bilgi mi yoksa bilgiye düşünerek ulaşmak mı?
Bitti.
Bir yanıt bırakın