YARATICI OKUMAK YAZMAK 23 Ekim 2024 / Çarşamba
Feridun Andaç’ın bir dersinde Mavi Kulübe üzerine söylediklerim onu güldürmüştü? Nedenini düşünmeden edememiştim. Kitapla ilgili yazdığım onca yazım vardı. Bu yazıları oluşturan, düşündüren şeyin, yani bir cümlelik açıklamanın etrafında dolanıp durmuşum. Derste tek bir cümleyle bunu söylemem gerekirdi çünkü zaman önemliydi. “Kitabı on üç yaşımda okusaydım, yetişkinlere neden bu şiddetlere karşı gelmediklerini, onların yerine genç insanların yapması gerektiğini haykıracak, ağlayabilecektim.” Bunu gülerek söylemiş olsam da temelinde öfke vardı. Bu gece anladım ve tek cümleye indirdim. “Bu kitap gençler tarafından yetişkinler eleştiriliyor.” Okumak isteyenlere ve çocuklarına okutmak isteyenlere uygun bir kitap ama her insanın bunu yapmak istemeyeceği gerçeğini de kabul etmek gerekiyor. Gençlere uygun olmadığını okutulmaması gerektiğini düşünen çoğunlukta olacaktır. Gençlik ateşli savunularıyla ergenlik adı verilen bir dönem yaşarlar. Bir süre sonra da zihinleri zehirlenerek yetişkin olup geçmişi unuturlar. Daha doğrusu unutturulur.
Vaat adlı romanı da bitirdim. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, geçmişinde yaşananlarıyla anlatan bir roman. Metaforlara yer vermiyor, açık açık eleştiriyor. Çözüyor yaşanan düzeni ya da eleştiriyor da diyebilirim. Üç çocuklu beyaz bir aile üzerinden aktarıyor. Ana karakterleri ailenin bireyleri oluşturuyor. Ailenin en küçükleri Amor hemen hemen görünmez kılınıyor, bir de ailenin çalışanı Salome var. Bu roman aslında yerli halkın özgürlük mücadelesini anlatılmakta. Görünmeyen yerli halk. Onları sömüren beyazların tarafında olmayan Amor. Amor bir aydınlanma yaşıyor, çocukluğunda bir yıldırım düşüyor üzerine. Ondan sonra her şey farklılaşıyor, yani aile bireylerinden farklı… Eve babası tarafından taşınıyor ve hasta annesinin babasına söylediği vasiyetini duyuyor. Farklılaşmak ve bunu savunmak, nedenini kendine açıklamaya çalışmak… Aile bireylerinin erken ölümleri sonunda Amor yalnız kalıyor ve… Kitabın ilk seksen dört sayfası oldukça değişik. Yabancılaşmaya neden oluyor. Kurduğu cümleler, betimlemeler henüz, kültürlerini aşılayan sömürgeleştiren beyazların kültürlerine benzemediklerini görüyorum. Çok zor ilerliyorum ve bu yabancılaşmama, onları anlamaya çalışmama zemin hazırlıyor. İnternetten kitap üzerine yazılan yazıları ve beğenileri okuyorum. Nasıl biteceğini merak ettiğim ve neden etkileyici bulunduğunu anlamak için okuyorum artık. Seksen dört sayfanın ardından gelen bölümler tamam dedirtiyor bana. Şimdi aynı dili konuşuyoruz. Metin okuru hızla okumaya davet ediyor. Son son değil. Yeni bir başlangıca açık. Kendimi kime yakın görüyorum? Ne yazık ki hiçbir karakteri kendimde bulamıyorum. Yalnızca başkasını tanımaya ve onu onları anlamaya çalışıyorum. Kendi ülkemi düşünüyorum.
Kendi yolculuğumu düşünüyorum. Canım sıkılıyor. Kütüphaneme girip tüm sesleri dinlemek istiyorum. Özledim kitaplarımı. Ama burada da okunacak çok kitap var. Feridun Andaç’ın “Bir Yazarınız Olmalı” adlı kitabını okumaya başladım. Ondan ne beklediğini yazıyor girişte. Ben de yazarlarımı düşünüyorum. Her zaman değişiyor yazarlarım. Artık buna şaşmıyorum. Alberto Manguel benim için gizemini sürdürüyor. İtalo Calvino’yu merak ediyorum. Merak ettiğim çok yazar romanları var. Umberto Eco’nun okuduğum söyleşilerinden anladığım kadarıyla artık sorularımı çevremdeki insanlara yöneltmemeliyim. Okur yolculuğumdan aldığım yanıtları tatmin edici ve aydınlatıcı buluyorum. Bir yazar ve çevirmem var beni düşündüren. 2019 yılında aramızdan ayrıldı. Gerçek dünyadan elini ayağını çekti ileri yaşlarında. Bu yazar Tahsin Yücel değil ama bana birden onu anımsattı. O da yazılarına ve okumalarına gömülmüştü ileri yaşlarında.
Oğlum dedi ki “Bana ders verme. Nasihat vermeni de istemiyorum. Yaşadıklarını hikâye olarak anlatabilirsin, bunu dinleyebilirim,” dedi.
Bu yazıları yazanın ben olmamasını isterdim. Feridun Andaç, her insanın ne olacağı çocukluğunda belli olduğunu söylemişti.
Her şeyi bildiğini söyleyenlere imreniyorum. Bilmediğinizi söylediğinizde sizi kandırıyorlar mı, bilmedikleri gerçeğini mi görüyorsunuz? Ben bilmiyor muyum gerçekten? Ne bildiğim sürekli değiştiğinden bilmediğimi mi düşünüyorum? Neyse ne işte. Olan olmuş ve bu patikadan nereye ulaşacağımı bilmiyorum, her ne kadar seziyor olsam da yanlış seziş de olabilir. Kitapların yani okumanın ve yazmanın arasında kaybolmak yalnızlık mıdır? Gerçek dünyada sosyal ağlardan kurulan ilişkiler ne kadar gerçektir? Yanımızda birçok insanla görünmek yalnızlığın olmadığı anlamına mı gelir? Ya kader? Var mıdır? İnsan kaderini sevmeli mi? Sevmezse ne olur? Yola çıkan ben, gönüllü olarak mı bu yolun yolcusuyum? Bu sorular beni mutsuz mu etmeli? Mutlu muyum yoksa mutlu olmaya mı çalışıyorum? Yirmi yıl önce bir öğrencimin sorusu bugün benim sorum oluyor. Hayat nasıl bir şey? Büyüyüp de tekrar çocukluğa dönmek dedikleri bu mu? Sorgulayıcı ve meraklı çocuklar.
Bugün yeni kitaplarım geldi. Sevda Yüksel’in ilk gençlik kitabıyla, yetişkinler için olan bir kitabı. Merak edilecek kitaplardan.
Cuma günü, Moby Dick okumalarımız başlıyor.
Bitti. Bugün de bitti.
Bir yanıt bırakın