SİL BAŞTAN  18 Şubat 2023/Cumartesi

SİL BAŞTAN  18 Şubat 2023/Cumartesi

 

Sadece bir gün değil, aradan birkaç gün geçti. Hayat bizim için yavaş yavaş normale dönüyor. Deprem bölgesindekiler için normale dönmek uzun bir dönem alacak.

Bugün sahaflara verdiğim sipariş kitaplarım geldi. İlk okunacaklar arasında yer alıyorlar, ilk okunacaklar öyle çoğaldı ki, gittikçe çıkmaza giriyorum. Okuduklarımdan başka kitaplara gönderme yapılanları almak zorunda kalıyorum. Metamodernizm bu aralar ilgi alanıma giriyor. Salı günü eve arkadaşlarım gelecek. Burda dergileri de geldi. H.’yi aradım. Kumaş almak için Salı Pazarı’na gidecekse, modellere bakmasını önerdim. O, elinde kumaş bulunduğunu önce bu kumaştan bluz  dikmek istediğini söyledi. Konuşmayı uzatmadık, annesi ondaymış.  “Salı günü görüşürüz,” dedim.

Evi havalandırdım. Bulaşık makinesini çalıştırdım. Annemi aradım. “Günaydın,” dedim. “Günaydın,” dedi. Saate bakmış ve öğleden sonra dört olduğunu görmüştüm. Annemi aramakta geç kalmıştım. Sonra J.’yi aradım. “Saat dört oldu gelmiyor musun?” Saati yanlış görmüşüm saat  ikiye geliyordu. O söyledi ama ben inanmayıp saate baktım, doğru söylemiş.

  1. geldi. Ona sade kek pişirdim. İki bira aldım. Ben içmeyeceğim, çünkü ilaçlarımı almam gerekiyor. Bir şeylerin ters gittiğini seziyorum. İlaçlardan kaynaklı olmasını istemiyorum. Akşamüzeriydi. Üzerinde streç siyah bir tulum vardı, açık yeşil sarıya kaçan yeşil bir mont giymişti. Ona oğlumun terliklerinden verdim, “Hem büyük hem de ağır, bunu nasıl giyiyor?” diye sordu. Güldüm. “Bilmem. Ben iyi olduğunu düşünüyordum, markalı bir terlik.”

Hemen mutfağa geçtik, ona yaptığım keki kesip tabağa koyacaktım. Kimin keseceğinde anlaşamadık, sonunda kesmeyi kabul etti. Tabağına kocaman bir dilim koymasıyla bir lokma ağzına atması bir oldu. “Nasıl olmuş? Beğendin mi?” “Hıım, güzel ama portakal kabuğu koysaydınız daha iyi olurdu.” “Şekeri nasıl? Tatlı değil, değil mi? Yani bayıcı değil…” “Yok bana göre az hatta. Pudra şekeri var mı? Üzerine koyayım.” Buzdolabından şekeri çıkardım. “Bu açılmamış.” “Sen açarsın, bıçak vereyim mi?” Bıçak değil de makas almam gerekiyor aslında. Bir türlü mutfak makası almak içime sinmiyor. Her yer dolu, iki kişilik eşyam olsa da… “Çok eşyanız var. Evi çok dağınık gösteriyor.” Gösteriyor değil, öyle yani dağınık. “Seksen yaşındaki bir kadının evi işte.” “Ne sekseni? Daha gençsiniz.” “Onu bedenime sormalısın, yaşımın önemi yok.” “Bir dolap alın, eşyaları oraya koyarsınız.” Nereye koyacağımı da gösterdi. “Buraya olabilir,” Hiçbirine olur demedim. “Dağınık kalsın. Bir şey almak istemiyorum.” Makas bile fazlalık bu mutfağa. “Salon da dağınık. Yatak odam, çalışma odam…”Banyoda da gerek var. Kutu alırsanız, onlara koyarsınız eşyalarınızı, ortalık toplanmış olur.” “Var zaten sadece kullanmam gerekiyor.” Her söylediğine olumsuz baktım. Birasını açtı. Birasını, üzerine pudra şekeri döktüğü  kekle birlikte içti. Salona geçtik.

  1. ona anlattığım romanı sordu. “Nasıl gidiyor? İlerledi mi?” “Sildim. Yazdığım her şeyi sildim.” “Keşke silmeseydiniz. Birlikte okurduk, belki ben de bir şeyler söylerdim.” “Yazarsam okumanı isterim. Sevinirim.” “Bana M.’yi sormayacak mısınız?” “Sorayım. Nasıl gidiyor? Kırgınlığın geçti mi?” Güldü. “Daha iyiyim, ama biraz zamana ihtiyacım var.” dedi. Çok çalıştığını söylüyor ve ona zaman ayıramamasından üzüntü duyuyordu. Her şey onun iş yaşamına uyuyordu. Buluşmaları, ayrılmaları, yemeğe gitmeleri, telefon konuşmaları…” “Ondan kendin için bir şey iste,” dedim. “Ne isteyebilirim ki?” “Bir demet çiçek iste. Böylece çiçek alma adeti olur.” “Bakalım.” “Bana geldiğini biliyor mu?” Telefonu çaldı, yüzü bir anda güldü. Omuzlarını kaldırdı kıkırdadı, “O arıyor. Diğer odaya geçeyim.” “Sen burada konuş, ben çıkarım,” dedim. Salondan çıkana kadar telefonu açmadı. Sevgilim, demiştir ilk önce. Sevgilim nasılsın? Ne söylediğini bilmiyorum. Yatak odasına geçtim. Emo ve Karadut yatağımda yatıyordu, onları sevdim. Kardeşim aradı. Onunla konuştum. Oğlumu aramış ama telefonu açmamış. Benim onun için yapacağım bir şey var mı, diye soruyor. Bilmiyorum ona sorman gerekiyor. Bana anlatmıyor. Geleyim mi, diyorum, hayır diyor. Telefonum çaldı. Arayan J. Salona geliyorum. “Çocuklar nerde? Onların annesi mi yoksa anneannesi mi oluyorsunuz?” “Yatak odasındalar, oğlumun kedisi oldukları için ben babaanne oluyorum.” “Tabi ya babaannesiniz.” Bir ara Karadut’u getirdim. Kucağına verdim. Biraz sevdi. Babasına benzediğini söyledi, çok küçük kalmış, dedi. Onları eve gelen misafirlere sevimli davranmaları için ödüllendirdim, salonun bir köşesine, bizi görecekleri şekilde, Tabaklarına yaş mamalarını koydum. Bir yandan yiyorlar, diğer yandan bizi kontrol ediyorlardı. J.’de ben de yerimizden kalkmadık. “Yuka nerede?” diye sordu. Benim ev arkadaşım Yuka. Salonun bir köşesinde tavana kadar uzanmış Yuka’mı görmemiş. “Orada,” dedim başımla gösterdim. Baktı, çok büyüdüğünü söyledi. Daha uzar mı? “Uzasa da yapacak bir şey yok, artık evden çıkması için çok geç. Burada kalacak ölünceye kadar.” Baktım sevgili Yuka’ma, harika görünüyordu. Bugün ona su verecektim, unuttum. Pizza ısmarladık, çok güzeldi. Gusto Roka, yanımızdaki apartmanın altı katında küçük, küçücük yeri olan bir pizzacıydı. Küçük olması ve ara sokakta bulunması siparişlerini engellemiyordu. Müşterisi çoktu.

J.’yi ortak arkadaşımız aradı. J. ona bana geldiğini söyledi. C. Geçmiş olsun demek için aramak istemiş ama bir türlü arayamamış. Telefonumu kaybetmiş. Önemli olmadığını söyledim. Bir ara üçümüz bir araya gelelim, dedim.

“Salı günü arkadaşlarım gelecek. Dikiş dikeceğiz,” dedim. “Sana dikeyim diyemeyeceğim çünkü makine dikişim düz değil, acemi dikişi olduğu için defolu görünecek,” dedim. Dikişin dümdüz dikilmesi gerekiyor, kalitesi buradan geliyor. Bunu pek çok terzi beceremiyor. “Dikiş makineniz var mı?” “Yok, ben sadece arkadaşlara yol göstereceğim. Teyelleyeceğiz, onlar bir dikiş makinesi bulup dikecekler.” “Siz nerden biliyorsunuz?” “Çocukluğumda öğrendim. Bebeklerime elbise dikerdim. Sonra kendime dikmeye başladım. Ardından tanıdıklarıma da diktim. Anneanneme elde bir bluz ve etek diktim. Kardeşime dikiyordum. Tanıdığımız küçük bir kıza da bayramlık dikmiştim. Ona bunları anlattım.

J.’yi erkek arkadaşı pardon sevgilisi aradı. Salondan çıktım. Çocukların yanına gittim. Konuşmaları biraz uzun sürdü. M. ile çekilmiş fotoğraflarını gösterdi, bana göre yakışıklı değildi ama iyi bir insandı, samimi görünüyordu. Ciddi bir ilişki bekleyen bir erkek ki bu çok önemli benim için. 14 Şubatta birlikte yemek yediler, Salı günüydü. Sanıyordum ki kocaman bir demet gül alıp gelecek. Öyle olmadı. Bu da J.’yi üzdü, kırıldı. Bir adet gül bekliyordu.

Onu uğurladım.

Kardeşimi aradım. Neyse ki yatmamıştı. Uzun uzun konuştuk. Bana doktora yaptığım yılları anımsattı. Ne çok zorlanmıştım ama idealist bir annenin çocukları olarak bu zorluklarla da olsa tamamlamıştık. Okumak için çabaladık, didindik… Okumamız için babamın bizi nasıl teşvik ettiğini söyledim, o anımsamıyor, şaşırıyor, öyle mi diyordu? Evet tam olarak öyle diyordu. İki maaşla kendine göre iyi bir servet yapmıştı. Kızları beyaz yakalı olmuştu. Toplumsal değişimin etkilendiği bir kesim olarak anımsadıklarımız, sonun iyi olması ama yolculuğun berbat olmasıydı. “Sen şimdi nasıl yazıyorsun? Yazma arzunu yıkıyorsun, sonra bir anda kalkıp yazmaya başlıyorsun, kısa sürede de bitiriyorsun. Şimdiki gençler bu sıkıntılara gelemiyorlar, stres oluyorlar, onlar idealist olarak yetiştirilmediler. Onları anlamak gerek.”

Kardeşim bana yurtdışına nasıl sipariş vereceğimi anlattı, ben de internetten yapmayı başardım. Siparişim için alındı mesajı geldi. Sonra 23 Şubat için bir otel arama aşamasına geldik. Rezervasyonu yaptım. Uçak biletlerine baktık. Pazartesi günü de biletimizi alacağım. Oğlumu özledim. Öyle heyecanlıyım ki. Gözüme uyku girmiyor. Saat geç olduğu için oğlumun babasını aramadım. Yarın ona müjdeyi vereceğim.

Romanımda oğlumu anlatmayacağım. Benim için özel bir insan. Onu kurgunun bilinmezliklerine sürüklemek istemiyorum. Ben bekar bir kadın olarak kurguda, yaratıcı bir şekilde var olabilirim. J. kurguda bir aşk hikâyesi olmasını öneriyor. Benim sevgilim olamaz, diyorum. Nedenini soruyor. “Depresyondaki bir kadının sevgili olamaz.” “Neden olmasın? Depresyonun nedeni aşk olabilir.” “Olamaz. Ben diye anlatılan kişi kendi içine kapanmış bir kadın.” Devamını getirecektim ki sustum. Ona aşk yoktur diyecektim. O aşkın olduğuna ve M.’ye aşık olduğuna inanıyor. “Hormonlardan kaynaklansa da olsa var.” “…” Karadut kızgınlığa girmedi. Henüz hormonları olması gereken düzeyde değil demek ki. Ne tuhaf, aşk adı altında gizli kalmış, soyu sürdürme eylemi… “Sevgiye bir şey demem, bu var bak.” “Seviyorum.” “Aştan sonra sevgi gelecek, gerçekleri görüp kabul ettiğinde her şeye rağmen seversen sevgi olgunlaşacak.” Gözlerini kısarak bana baktı, düşünceli görünüyordu. “Şimdi de gerçekleri görüyorum.” Sevgi, önemseme, kabul etme, güven, samimiyet, dürüstlük, ılımlılık, hoşgörü …

 

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*