SİL BAŞTAN-  16- Şubat 2023/Perşembe

SİL BAŞTAN-  16- Şubat 2023/Perşembe

Sabah henüz hava aydınlanmamışken, martıların açlık çığlıklarıyla uyandım. Kıyıdan uzaklaşmışlar, içerilere doğru gelmişlerdi. Gördüğüm rüyadan mı yoksa martıların çığlıklarından mı uyanmıştım? Bir bardak su içiyorum. Rüyamı anımsamaya çalışıyorum. Kardeşim “Distopik bir roman yaz,” dediği aklıma geliyor, yanıtım “Buna gerek var mı? Tarih tekerrürden ibaretse, biz de Tarih öncesine döneceğiz,” olmuştu. Bu yüzden rüyama girmiş olmalı.

Her şey bir anda olmuyor elbette. Kitaplarımızın, internetin, sosyal ağların ve iletişim ile ulaşım araçlarının olduğu bir dönemdeyiz. Dünyalı insanlar dönemini yaşıyoruz. Uzayda yolculuklar yapacağız, heyecanla bunu bekliyoruz. Birden sahip olduğumuz her şey elimizden alınıyor. Çocuklarımıza yaşadıklarımızı nasıl anlatabiliriz ki? Tahayyül edemiyorlar, uzay nedir, yaşamlarımızı elimizden alan robotlar nasıl bir şeydir, pişmiş etin tadı nasıldır? Böyle uzayıp gidiyor. Yalnızca çevremizde var olanları anlatabiliyoruz. Mağaralara etini yediğimiz hayvanları çiziyoruz. Yaşamak için nasıl avlanacağımızı görsellerle anlatmaya çalışıyoruz. Aramızdan bazıları köle olarak götürülmüş. Cennetin bahçesinde Gezegensel toplumlar için üretim yapıyorlar ama tatlarına bakmak bile yasak. Çiftleşmek yasak. 18 ve 20 yaşlarındaki gençler bu yasayı çiğniyorlar, cennetten kovuluyorlar. Mezopotamya’ya gidiyorlar. İlkel insanlar onları diri diri toprağa gömüyor. Üzerlerine toprak atmam için bana baskı yapıyor. Bunu yapmıyorum. Bu yüzden bir direğe bağlıyor; aç ve susuz, güneşin altında… Su istiyorum; su. Çok susadım; su, suuu. Martıların çığlıkları mı yoksa benim çığlıklarım mı hatırlamıyorum; uyanıyorum, sırılsıklam ter içindeyim.

Suyumu içtikten sonra yatak odama gidiyorum. Tekrar yatıyor, uyumaya çalışıyorum.

Öğlene doğru bir mail alıyorum. Editörüm gelen iletide şunları yazmış.

“Günaydın Nesrin Hanım,

Romanımızı yazmaya umarım başlamışsınızdır. Bir hayli yol aldığınızı umuyorum. İki hafta sonra buluşacağımızı da size anımsatmak istedim. Kolay gelsin.

Sevgiler

Mars Yayınları

Editör Selma Gök”

Hemen yanıt vermek istemiyorum. Mutfağa geçiyorum. Çay demliyor, sucuklu yumurta yapıyorum. Çocuklara mamalarını veriyorum. Sularını değiştiriyorum. Bugün kumlarını değiştirme günü. İki günde bir yapıyorum bu işi. Editörüme ne yazacağımı düşünüyorum.

Bilgisayarımı açtım ve gelen maili reply yaptım. Konuya “Yanıt” yazdım.

“Merhaba Selma Hanım,

Bir haftadır çalışamadım. Daha doğrusu yazdım ama dün akşam yazdıklarımı sildim. Fiillerde zorlanıyorum. Uzun cümlelerim sorunlu. Kısa cümleler yazmaya alıştığım için… Çocuk kitapları yazmak için yıllarca kısa cümleler yazmak için çaba gösterdim. Tam öğrendiğimi düşündüğüm anda, anlarsınız ya yetişkin romanı yazmaya karar verdim, konusunu da çok beğendiğiniz romanımın yani romanımızın. Elbette bu roman sizlerin de romanı, sahiplendiğiniz için teşekkür ederim. Bu beni düşünebileceğinizden de çok mutlu oldum. Ayrıca gündemi takip etmek, hepimizi olduğu kadar beni de üzdü  ve elimden ne gelir diye düşünmekten romana odaklanamıyorum. Giriş paragrafını bir bulsam gerisini sizinle anlaştığımız gibi, on sayfayı birkaç gecede yazıp bitireceğim. İki hafta içinde bunu yapacağımdan emin olabilirsiniz. Yazılan bölüm üzerinden de nasıl ilerleyeceğim konusunda konuşabiliriz. Bu bizim romanımız 😊

Kolaylık dilekleriniz için teşekkür ederim.

Sevgiler

Nesrin”

Send tuşuna basmam, kafamda birçok şey canlanması bir oldu. Editörüm yayınevine gönderilen onlarca dosyayı okuyor, sonra da bana karşılaştığı sorunları aktarıyordu. Yazım hataları, cümle bozuklukları, kurgunun zayıflığı, zaman problemleri… Benim dosyalarımda bunların olmamasını istiyor, açık olarak belirtmese de; bu onun işini kolaylaştırmam demek.

Karadut acıkmış olmalı ki çalışma odasının kapısı önünde duruyor. Kapıyı açmamla birlikte içeri giriyor ve doğru mama kabına gidiyor, iştahla yemesini izliyorum.

Biraz kitap okuyorum. Marc Auge’nin Dünyalıların Geleceği kitabı çok akıcı ve kolay anlaşır. Çevirisi mükemmel. Bitmemesini diliyorum ama elimden bırakamıyorum, bitiyor. Tekrar okuyacağım. Şimdi değil elbette.

Roman üzerinde çalışamam gerekmesinin üzerimde baskısını hissediyorum. Zaman gittikçe daralıyor. Yazmamak için bahaneler üretmeye çalışıyorum ama hiçbir şey aklıma gelmiyor. Belki de şöyle düşünmeliyim: Kimin için yazacağım ki? Okuyan olsa bile okur içi değişen ne olacak? Kendim için desem, ben zaten değişiyorum. Çalışma hırsı belki de. Boş kalamama, sürekli beklentileri karşılamak, kendini savunmaya alabilmek için çalışmak. Bugüne kadar okuyarak bir şeyler öğrenilseydi herkes bugünden farklı olurdu. Neden yazıyorum, sorusuna umarım bir gün yanıt verebilirim. Neden okuduğumu biliyorum da neden yazdığımı ve yazılarımı paylaştığımı, günlüklerimde romanımın yazılış hikâyesini anlattığımı da bilmiyorum. Belki de hiçbir şey yazmamalıyım.

Oğlumla görüştüm. Bugün buluştuğum arkadaşlarıma da söyledim. Kanseri nasıl atlattığımı bilmiyorum. Oğlum yanımdaydı ve hiçbir şey anlamadım. O gittikten sonra kötüleştim. Yakınmalarım, ağrılarım arttı, iştahım kesildi. Lisede çalışan bir arkadaşım beni okullarına davet etti. Çocuk kitapları yazdığımı söyledim. Olsun, dedi. “Veteriner oluyorsunuz, doktora yapıyorsunuz, ardından öğretmen olarak çalışırken kitap yazıyorsunuz.” Bunun üzerine ne söylemem beklenebilir? Karşınıza çıkanı kabul edin, çıkışınız yok, inat etmeyi bırakın. Kendinize bir hobi edinin. Belki ileride birkaç kişiye piyango vurursa, belki bu ikramiye size çıkar, o birkaç kişiden biri olabilirsiniz, hobinize ve umut etmeye devam edin. İki dönem kapatılıp yeni bir dönemin içine girdiğimiz bu yüzyılda uyum sağlamak çok zor ama kabul etmeli ben o iki dönemi yaşamış biri olarak, üçüncü döneme uyum sağlamaya çalışmam çok zorlu bir süreç. Belki de bu dönemleri modern ve postmodern dönemlerimi kapatmak için yazıyorum. Adına metamodern ya da dijimodern dedikleri her neyse buna uyum sağlamak için yazıyorum. İdealist ben, parçalanmış ben; her şeyi yıkıp yeniden inşa etmek zorundayım. Bütüne ulaşmak için bilgilenmek yani okumak zorundayım. Benden metamodern bir roman çıkmaz. Ya nostaljik takılırım ya da hiçbir yere uzanmayan günlükler yazabilirim. Belki de en doğru şey yani benim için en doğru şey yazsam bile paylaşmamak. Günlük dediğin nedir ki? Özel değil mi?

Bugün de bitti.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*