KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 6 Kasım 2023 / Pazartesi

 

 

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 6 Kasım 2023 / Pazartesi

Hayriye kahve içmeye geldi. Salona, ön pencerenin önüne aldım onu. Hava mis. Bulut yok, rüzgâr yok. Koltuğun ucuna yerleşti. Baktı bana. “Hemen yapayım mı kahveleri?” diye sordum ayakta. “Cık, gel otur bi,” dedi, karşı koltuğu işaret etti.

Oturdum. Başını öne eğdi, çantasından kâğıt mendil çıkardı. Mendil, burula burula mendil olmaktan çıktı.

“Konuşmayacak mısın?” dedim.

“Sormadın ki?”

“Nasılsın Hayriye?”

“…”

“İyi misin?”

“Cık…”

“Neyin var?”

“Anlatsam, yaza yaza bitiremezsin günlüğünü,” dedi. Bakıştık. “Başlayayım mı?” Başımı salladım.

“Şu kitaplar anlatmamıştır benim derdimi,” dedi kitaplıktaki kitapları göstererek.

“Okudun mu ki?”

“Okumaya gerek yok. Biliyorum ne anlattıklarını.”

Sustum. Aslında öğrenmiştim: Susmak kabul etmektir. Ben de sanırdım ki kendi sesi döner dolanır kulağına girer. Arkamdan konuştukları kulağıma kadar geldi. “Bana hak verdi. Tek kelime edemedi,” demiş. Konuşsun bakalım yine. Ne anlatacak şimdi?

“Eee…”

“Ee si beni dinlemiyorlar. Dinleyenler de bir şey demiyor, demek ki ben haklıyım.”

Bana baktı. Devam etti. “Annemle babam beni sevmediler. İşlerini daha çok sevdiler. Gece gündüz çalıştılar. Biz var mıyız, yok muyuz, belli değil. Eve geliyorlar, annem mutfağa, babam da PTT’ye.”

“PTT de ne Hayriye?”

“Pijama Terlik Televizyon.”

“Eee sonra…”

“Ders çalışmaktan öldük bittik. Yazmaktan parmaklarım yamuldu. Okumaktan gözlerim bozuldu. Bir gün olsun ‘Yeter gözlerin bozulacak,’ diyen olmadı. Neymiş üniversite okuyup meslek sahibi olacakmışız. Onlardan daha iyi koşullarda çalışacakmışız. İki kız, bir oğlan. Evlendik gittik. Oğlan en küçüklerimiz dedi ki ‘Beni neden doğurdunuz?’ Sonra biz kızlar sorduk aynı soruyu.”

“Kime soruyorsunuz, anlamadım.”

“Anneme söylüyoruz. Babama söyleyemeyiz ama annem söylediklerimizi babamıza iletir.”

“Annen sizin postacınız mı? Niye siz söylemiyorsunuz?”

“Bilmem. Biz hep öyle yaparız. Annem çok kötüdür. Babam çok iyidir. Herkes çok sever onu. Annem de sevseydi onu hayatımız daha iyi olurdu.”

Konuşsam mı konuşmasam mı düşündüm. Bir yere varmayacak bu konuşma. Hayriye bu. “Babana söylemiş mi?”

“Söylemiş olmalı. Babam bize çok iyi davranmaya başladı. Kahvaltıya gittiğimizde çaylarımızı dolduruyor. Çocukları seviyor ama inan bizi öyle sevmediler.”

“Söyle bakayım, yoksa sen çocuklarını kıskanıyor musun?”

“Bizi sevmediler. Öyle sevmediler. Çok değiştiler ama…”

“Şimdi işleri yok, emekliler, o yüzden öyle.”

“Bilmem ama dün ikisine de bizi sevmediklerini söyledim. Sen dersin ya mutlaka tartışmalar olacaktır ama önemli olan küsmemek. Ben yapamıyorum ama onlar yapıyor. Tartışıyorlar, birbirlerini kırıyorlar, sonra da konuyu değiştirip konuşmaya başlıyorlar. Bana da aynısını yaptılar. Hiç dinlememişler gibi, annem ‘kahve yapayım mı, içer misin?’ diye sordu. Babam “Evinizi satalım, daha büyük bir ev alalım,” dedi.”

“Eeee Hayriye…” Anlattığı bir şey yok. Sıkıntısını anlamış değilim. Böyle düşünürken tek tek biriktirdiklerini dökmeye başladı. Çocukluğundan bugüne kadar anlattı. Hatta aralarında ben de vardım. Onu dinliyormuşum ama bir şey söylemiyormuşum. Bu hafta kimler aramadı ki beni. Herkes aynı şeyden şikayetçi. Birbirlerine topu atıyorlar. Moda oldu şimdilerde. Hayriye’nin derdi uzun ama bilinen hikâyeler. Boşlukları doldur geç. Adlar değişir, yaşlar, cinsiyetler…

“Bak Hayriye,” dedim. “Herkes aynı şeyi söylüyor. Birbirimizi yiyoruz artık. Büyük küçük herkes aynı şeyi söylüyor. Çok şey istemiyoruz tamam haklısın biz hak ediyoruz her şeyi ama işte yaşadığımız dünya böyle. Dışarı çıkıp göbek atmadıkça bir şey değişmez.”

Perdeyi araladım. Dışarı bakmasını söyledim.

Küçük bir çocuk annesinin elinden tutmuş, kendini yere atmış, avaz avaz ağlıyor. Ne istiyor? Gördüğü şekeri. Gördüğü balonu… Anne bağırıyor, çocuğu yerden kaldırmaya çalışıyor. ‘Senin için çalışmıyorum. Kreşlerde büyüme diye. Ne yapayım ben? Çalışırsam alabilirim belki ama sen bensiz ne yaparsın?’ İkisi de ağlamaya başladı.

On iki on dört yaşındaki kız babasına, “Beni doğurmasaydınız o zaman!” diyor ağlamaklı. Adam etrafına bakıyor, yerin dibine girmiş. “Tamam ne istersen yapacağım. Sus bağırma sokaklarda.” “Akşam Merveler’de kalmak istiyorum.  Onlara beni arabayla bırak. Sabah da alırsın, okula bırakırsın.”

Yaşlı bir kadın yürüyor, kendi kendine mırıldanıyordu. “Dünyanın yükünü bana bırakıp gittin Recai. Babamın yüzünden evlendim seninle, babam yüzünden. Annem de bir şey demedi. Ah Recai, ah. Çocuklar, torunlar bana diyor, neden doğurdunuz? Eksiklerini öğrenmeden, iyi baba olup öldün gittin Recai.”

Bir adam yaşlı, elinde baston ve mendil. “Çok yalnızım,” diyor. “Yalnızlığım şimdiye kadar hiç bu kadar yakmamıştı yüreğimi. Öldüm mü yoksa?” Durdu. Etrafına bakındı. Kolunu çimdikledi. Arkasından gelen iki erkeği gördü. Durdu. Konuşmalarına kulak misafiri oldu.

“Beni iş yerinden çağırıyorlar. Almanya’ya dönmem gerekiyor. Senin için ne yapabilirim? Paran var, istersen bakıcı bulabilirsin.” Kulaklarını kapadı, gerisini duymamak için. Baba oğul olmalıydı.

“Neden yazlık alacak kadar çalışmadın baba? Alacağım emekli parası da artardı. Sana hep ben mi bakacağım?” Bu da bir başka ikiliden.

 

İki kadın,  anne kız… Ellili yaşlarda biri, diğeri gelmiş olmalı yetmişine. “Babam alkolikti ama senin yüzünden. Sevgiyle yaklaşsaydın içkiyi bırakabilirdi. Senin yüzünden içkiden öldü.” Kadın bir şey demedi. Susuyor anne. Bağırasım geldi pencereden.

“Sus karışma aile tartışmasına,” dedi Hayriye.

“Neden Hayriye, neden?”

“Arada kaldığınla kalırsın. Onlar iyi olur, sen kötü olursun.”

“Madem biliyorsun Hayriye, neden bunları yapıyorsunuz?”

“Ne yapalım? Ben anlatınca rahatlıyorum.”

“Hayriye gel, bir de diğer pencereden bakalım.”

Hayriye kalktı. Yeni koltuklara oturdu. “Şimdi kahve içebiliriz. Bal şeker olsun kahve.”

İstediği gibi ballı şekerli kahve yaptım. Oturdum. Perdeyi araladım. Evlere şenlik. Dünya eğleniyor.

Takım kravatlılar. Yoldan geçiyorlar. Konuşuyorlar.

Bir adamın etrafını sarmış siyah gözlüklü adamlar ağır ağır yürüyorlar. “Nasıl her şey yolunda mı? Modayı değiştirin. Biraz anne baba eksikliği konmalı. Onlar oyunumuzu bozuncaya kadar bir şeyler buluruz.”

“Koltuğumu sokağa attılar ama eve taşıyacağım Şükriye.” “Nereye koyarsan koy. Hayatta eve almam.”

“Kreşler artmalı. Çocuklar akıllarında bir şey tutmamalı. İnternete bağlı kalmalı. Öğrenip unutmalılar. Herkes öyle olsun, unutsun.”

“Barut kokusunu almadılar daha. Kendi kokularından…” gülerek geçti bir grup.

“Gördünüz mü sokaklarda yaşananları? Boykot ediyorlar, yürüyorlar…” dedi gülerek… “Neden gülüyorsun? Ne duruyorsunuz? Polis çağırsanıza,” dedi biri. Kahkaha attı diğeri, “Birbirlerini boykot edip, yürüyorlar. Bizi değil.”

Perdeyi kapadım. “Ah Hayriye ah. Dışarı çıkıp göbek atmalı.”

Kitaplara ışınlanma saati.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*