KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 4 Kasım 2023 / Cumartesi

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 4 Kasım 2023 / Cumartesi

Ferhat, makineyle zeytin silkeliyordu. Çocuk annesinin çevresinde dolanıyor, ara sıra eğilip yerden iki zeytinle avuçlarını dolduruyor, sonra da seleye gidip atıyordu. Sibel, ara sıra oğluna bakıyordu; ilgilenmesi gereken bir durum yoktu.

Bu sabah erkenden, dört yetişkin, bir çocuk gelmişler, işe koyulmuşlardı. Ferhat dışarıdan yardım için gelen aileden olmayan tek kişiydi. Ersoy, yirmi yaşındaki oğlu Erhan, eşi Sibel ve dört yaşlarındaki küçük oğlunu alıp gelmişti. Sibel Almanca biliyordu ve bir şirkette çalışıyordu. Zeytin işini yapmak için iş yerinden izin almıştı.  Bu yıl zeytin verimi düşüktü ama çalışan olmamasının nedeni, kazancını dengelemek için değildi. Yevmiyeye kimseyi bulamamıştı. Çalışmak istemiyordu kimisi, kimisi de fabrikada çalışıyordu.

“Çiftçilik bitti artık,” dedi Ersoy. “Kimse çalışmak istemiyor. Oğlum bile çalışmak istemiyor.”

“Ne yapsaydım? On bine mi çalışayım? Hayatta çalışmam.”

“İşi bilmiyorsun; sana binlerce maaş mı versinler yani?”

“Dört yıl üniversite okudum. Boşuna mı okudum? Bedavaya çalışmam.”

“Sana ben mi bakacağım?”

“Yardım ediyorum işte. Daha ne yapayım? İneklere ben bakıyorum, taksiyi çalıştırıyorum, bahçede çalışıyorum, okul servisini yapıyorum, sütleri…” diye saymaya başlamıştı Erhan.

Ellerini beline koyup başını sallaya sallaya oğlunu dinledi ama daha fazla dayanamayıp “Saydıkların benim işlerim. Senin işin ne?” diye sordu.

Omuz silkti başını ağacın tepesine çevirip zeytinlere baktı.

Ersoy, Ferhat’a döndü “Bari sen çalış oğlum,” dedi.

Ayak üstü zeytinliğin arasında sohbetle dinleniyorlardı. Sibel ise sessizce toplanan örtülerin altında kalan, etrafına düşen zeytinleri çocukla birlikte topluyordu.

“Ersoy abi askerden dönünce iş başvurusu yapacağım,” dedi. Ferhat yevmiyeli çalışmıyordu, sadece Ersoy’un işlerinde çalışıyordu. Onun otuz ineğine de veteriner olarak destek oluyordu. Sıklıkla meme hastalıkları görülüyordu; sağım makinesinden kaynaklıydı çoğu.

“Haydi işe devam, tutun ucundan,” dedi Ersoy serginin bir ucundan tutarak ve zeytin ağacının altına serdiler. Ben de Sibel’le birlikte yerdeki zeytinleri topluyordum. Dinlenmek için ayağa kalktım.

“Sen ne yapıyorsun abla?” diye sordu Ersoy.

“Emekliyim. Çalışmıyorum,” dedim ona bakarak.

“Nerden emeklisin?”

“Öğretmenlik, veterinerlik, yazarlık…”

“Başka iş istemiyorum, diyorsun yani. Bakalım biz de emekliliğimizi görebilecek miyiz?”

İkinci ağacın altına sergi yayıldıktan sonra “Ben ineklere bakmaya gidiyorum,” dedi. Aramızdan ayrıldı. Motosikletine binip gitti. Geri döndüğünde birkaç ağaç toplamıştık.

“Başım çatlayacak. Ağrı kesici var mı abla?” dedi Ersoy.

Hava rüzgârlıydı ve bulutluydu. Tam baş ağrısı yapacak cinsten bir hava. Aslında yağmur bekleniyordu. Akşam şiddetli yağış olacağı, önlem alınması gerektiği açıklanmıştı.

“Vardır sanırım. Bakayım,” dedim.

Ersoy açıklama gereksinimi duymuş olmalı ki “Geçenlerde eşime yazdırdım ağrı kesiciyi. Parayla aldım. Bana yazmıyorlar, sigortam yok.”

“Neden yok ki?”

“Bankaya borcum var. Ödemeden sigortam işlemeyecek.”

Eve geldim. İlaçların olduğu dolaba baktım ama aspirin dışında ağrıyı kesen bir ilaç bulamadım. Anneme ağrı kesici kullanmıyordu. Yanına gitmek yerine telefon açmaya karar verdim. Tembelliğim. “Anne ağrı kesici var mı?” “Var.” “Bulamadım dolapta.” “Senin ilaçların olacak…” diyerek eski ilaçlarımın nerede olduğunu söyledi. Baktım. İki kutu ağrı kesici vardı. Bir kutu aldım, evden çıktım. Ersoy’a verdim. “Sende kalabilir,” dedim. Başını olur anlamında salladı. İlacı susuz yuttu. “Annen,” dedi “Çalıştırmayın onu. Yaşlı başlı kadın.” “O çalışmak istiyor.” Anneme baktı. Ben de baktım. Mandalina ağaçlarının arasında meyveleriyle cebelleşiyordu. Yanında el arabası ve iki sele vardı. El arabası dolmak üzereydi. Selelerin biri dolu görünüyordu.

“Toplama işi ne zaman biter?” diye sordum.

Yarın için üç eleman bulduğunu söyledi. Geleceklermiş. Salı günü bitebilirmiş.

Ersoy yine işi bıraktı. Bu sefer ortaokul öğrencilerine servis yapacaktı. Motosikletine binip gitti. Çocuğa “Haydi gel, birlikte eve gidelim. Oynarız,” dedim. Ben eve yalnız döndüm. Başım ağrıyordu, rüzgârdan olmalıydı.

Saat on yedi otuz gibi işi bıraktılar. Annem eve girdiğinde saat…

Saat 22:00 gibi yağış başladı. Rüzgâr da vardı. Bir ara gök gürültüsü ve şimşekler korkutucu şiddette oldu. Her zamanki gibi yağışlarla yaşanmış olayları anımsadım. Annem. Sibel. Çocuk. Ersoy. Erhan. Ferhat. Ortak noktalarımız vardı.

Baş ağrım dayanılmaz olmuştu. Annem yeşim zeytin toplamış, su şişelerine doldurdu, içine tuzlu ve limonlu içme suyu koydu ve kaldırdı. Bir yıl sonra yiyecekmişiz.

Biraz uzandım. Uyuyamadım. Kalktım.

Yemekten sonra mutfak işi bitince ben kitaplara daldım. Annem içeriden üç büyük ajandayla geldi. İçlerinden birini açtı. Ben de yanına oturdum. Ne yaptığını sordum. Telefonundan fotoğraflara bakıyor ve defterine notlar alıyordu.

“Babamın ilk eşinin mezar taşının fotoğrafını çekmiştim.”

“Neden?”

“Doğum ve ölüm tarihlerini not almak için.”

“Kaç?”

İlk eşinin hemen ölümünün ardından dedem, anneannemle 1939 tarihinde, anneannem genç bir kızken evlenmiş. Annem ikinci çocukları. İlk eşinden dört çocuğu olmuş dedemin. Anneannem dört çocukla birlikte kendi çocuklarını da büyütmüş.

“Bu da anneannemin doğum ve ölüm tarihi,” dedi.

Hesap yaptım. Yüz yirmi beş yıl yaşamış. “Olamaz,” “Yüz yirmi beş yıl yaşaması olanaksız. Çok mu yaşlıydı? Nasıl hatırlıyorsun?”

Annem anımsadığına göre genç biriymiş. Sonraki hesaplarımızda doğum tarihinin hicri takvime göre olduğuna karar verdik. Kırk iki yaşındayken ölmüş. Öldüğünde annem dört yaşındaymış. “Hatırlayamazsın,” dedim. “Hatırlıyorum,” dedi. “Güzel bir kadındı.”

“Annem,” dedi annem. 1920. Anneannem, ikinci evliliğini dedemle yapmış. İlk evliliğindeki eşi vurularak öldürülmüş. Anneannem 2009 yılında ölmüş. Dedemle anneannemin arasında on yedi yaş fark var.

“Baban için iyi şeyler düşünemeyeceğim,” dedi. Dedem demeliydim ama benim ona bakışım torun olaraktı. Annem ise bir baba olarak bakacaktı.

“O zamanlar öyleydi. Babam yaşlıymış,” dedi. “Ben gördüm mü? Fotoğraftaki kucağındaki bebek ben miyim?”

“O ablan. Sen doğmamıştın.”

Sonra bir başka defter açıldı. Bahçedeki ağaçların bilgisi yazılmış. “Burası Aysu Apartmanın sırasındaki ağaçlar. Tekir, nar…” Böyle böyle bahçedeki bütün ağaçları cins cins gösterdi. Hangi ağaçtan kaç tane var, toplu olarak da not edilmiş.

“Anne, bu defterleri okumak ve çözmek uzun iş. Beni yorma da sen kendin derli toplu yaz. Ben de bilgisayara geçireyim.”

“Yapamam. Vaktim yok. Hangi işi yapayım?” dedi.

Onu defterleriyle bıraktım. Notlar aldı, yazılar yazdı…

Saat yirmi dördü geçerken kendime geldim. Biraz okudum ama içimde bir sıkıntı… Birkaç kitabı elime alıp beş on sayfa okuyup bıraktım. Hatta kitapların arasında roman aradım. Kısa bir roman vardı. Sayfalarını karıştırdım, okudum birkaç cümle. Canım okumak da yazmak da istemedi. Neyse ki geçti.

Dün yaşananlarla bugün yaşananlar aynı olsaydı çocuklar bizden farklı davranmazlardı. Birkaç kitabı sepete koydum. Yıllar önce yazılmış bilimsel bir kitap ve bizde ancak çevriliyor. Kasım 2023 basım tarihi. Günümüze öyküleri romanları ulaşan bazı yazarların yapıtlarına esin olmuş bir kitapmış.

Kedi mi? Saat gece yarısı ve dışarıda bir kedi sinirli sinirli bağırıyor.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*