KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 3 Kasım 2023 / Cuma
Turnikelerden geçerken banliyö treni hareket etti. Yazdığımı yaşadığım günleri anımsadım. Bugünkü geç kalmanın sorumlusu elbette bendim. Trenin kalkış saatine bakmam gerekiyordu. Planladığım saatte orada olamayacaktım ama üzülmenin faydası yoktu. Geri de dönemezdim. Gitmek istiyordum. Oya’yı göreceğim.
İstasyonda annemle konuşurken zaman hızla geçti. Bana istasyonun karşısında oturanların adını verip bilgi verdi. Eski evleri yıkılmamış. Bakıyorum eve. Anımsamıyorum. Anımsadığım insanların evlerinin yerini apartmanlar almış. İki katlı, etrafı alçak duvarlarla çevrili küçük bahçeli bir ev vardı. Bu evi unutamam çünkü babam orayı kiralamayı ve dikimevi açmamız hayalini bize inandırmaya çalışıyordu. Kendimi orada dikiş makinesinin başında hayal edebiliyordum.
“Sizin evin balkonu kapanmamış, bir de altıncı kattakiler kapatmamış. Diğerleri hep kapalı,” dedi. Babamın yapımından girdiği apartman gösterdiği. Biz balkonu kapatmadık, çünkü oturmuyoruz. Kardeşimle ortağız, babamdan miras kaldı. Babam sağken evi dayayıp döşedim. Eme’yi getirdim. Her gün Eme’ye bakmaya gidiyordum. Birkaç gece kaldığım da oldu ama çok kalmadım. Hastalığım nedeniyle ameliyat oldum ve Eme’ye bile gidemedim. Kardeşim her gün gidip baktı Eme’ye. İki buçuk ay sonra Eme’ye bakmaya gittim ve bana saldırmıştı. Korktum ondan ama kollarımı tırmalamasına ve dişlemesine izin verdim. Hâlâ izleri duruyor. Ameliyattan altı ay sonra ben iyileşmiştim ama babamı kaybettik. Sonra da evi kapattım. Dün kitaplara bakmak için annemle uğradık. Kütüphanedeki kitapları inceledim. Aradığım kitapları bulamadım fakat beş kitabı okumak için seçtim. Beş kitabın arasından da iki kitap seçtim. Gece okumaya başladım ve okumak için zamanlamanın çok uygun olduğuna karar verdim. “Evin çok güzel,” dedi annem. “Evet ama çok gürültülü.” Kalınacak gibi değil. Bir kat aşağıdan geçen köprü öyle işlek ki, araçların gürültüsünden karşılıklı konuşamıyorsun bile. Bu akşam gürültü işitmedim sanırım alıştım.
“Bizim ağaçları kesmişler, yenisini dikmişler,” dedim. Gövdesi eğri bir dut ağacı vardı, tepesine çıkabildiğim tek ağaçtı. Annem oturduğumuz lojman için “Çeşme vardı, hatırlıyor musun? Akşamları T. ve Ş. içerler sarhoş olurlar gelip çeşmede el yüz yıkarlar, nara atarlardı,” dedi. “Hatırlamıyorum. Burada on beş yıl oturmuşuz,” dedim, “ama çoğu şeyi hatırlamıyorum.”
“Daldın. Ne düşünüyorsun?”
“Ne?”
“Daldın diyorum. Ne düşündün?”
“Bilmem. Keşke bilebilsem.” Ne olduğunu bilmediğim için biraz hüzünlendim. İyi miydi gördüklerim yoksa kabus muydu? İyi olmalı çünkü dalgınlık sakinleştiriyor insanı.
Annem öğrencilerini, arkadaşlarımı anlatmaya başladı. Birçoklarını unutmuşum. Benim hiç unutamadığım Tamer’den ise ses seda yok. Annem onu hiç görmemiş. Tamer’e çok haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Onun sıra arkadaşım olmasını hiç istemezdim çünkü yüzünde çıban çıktığı günün ertesinde, benim yüzümde de çıban çıkardı. Canım çok yanardı.
Tren geldi. Oturduk ve sohbetimiz devam etti. Güneş bize geliyordu ama yakıcı değildi. Semt Garajı’nda indik ve otobüse ucu ucuna yetiştik.
Fuarın girişindeki merdivenler gözümde öyle korkunç görünüyordu ki, “Yürüyen merdivenler olmasa şimdi geri dönerdim,” dedim. “Çok dik ama yürüyen merdivenleri var. Babanla geliyorduk, o çıkamıyordu ya merdivenleri…” İçeri girenler çok olmasa da vardı. Acaba hepsi de kitap alacak mıydı? Çıkanlar, girenlerden daha çoktu. Bir an geç kaldığımı anımsadım. Kaç gündür gelmeyi düşündüğüm… Kitaplar imzalıyorum, İzmir, İstanbul kitap fuarları ve okullar… Akın akın zihnime doluşuyor zamanlar. Bir yandan da içeride neyle karşılaşacağımı düşünüyorum.
Kitap fuarı alanına girdik ve A salonundaki Ceylan Yayınları standına gittik. Hüseyin canım oradaydı ve beni görünce gülümsedi. En son ne zaman görüştük hatırlamıyorum ama şimdi düşünüyorum da beni kıvırcık saçımla ilk kez görüyor olmalı. Tanınmayacak haldeyim oysa. Biraz saç biraz yaş… İki elimizle tuttuk birbirimizin ellerini. Oya Uslu da orada, yanak yanağa olduk. “Özlemişim seni,” dedim. Güldü. “Ben de…”
Annem bizden ayrıldı, o dolaşacak ben de stantta duracağım. Kimse önümüzden geçmiyor. Üç çocuk geçiyordu “Burada kitap var!” dedim. Baktı, kitaplara yaklaştı. Biraz konuştuk. Birazcık ama. Çocuklar konuşmayı sevmiyorlar ben de sevmiyorum aslında. Ama işim bu olduğu için konuşuyorum. İmza günlerinde ise hiç susmam; yanıma usulca gelip bana sürenin dolduğunu söylerler, ben de bitiririm söyleşiyi.
Ceylan yayınevinin kitaplarına bakıyorum, dokunuyorum. Yıllarca birlikte az mı fuarlara katıldık. O zamanlar Hüseyin çocuktu belki de. Hatice Eroğlu’nun son çıkan kitabıyla, içinde benim de yazım olan Yazarların Odası kitabını alacağım. Yazar adayları ve yazarlar için değişik bir kitap. Nasıl yazdığımızı anlatıyoruz. Umarım dinleyicileri de sadece biz olmayız. “Beksav’da Yazarların Odası kitabı için etkinlik yapacağız. Gelir misiniz?” diye soruyor Hüseyin. “Hatice söyledi. Gelirim elbette.”
Bir genç geldi. “Sizi tanıyorum sanırım,” dedi. “Kitap fuarlarında görüşmüş olabiliriz,” dedim. Baktım çok gençti. “Kaç yaşındasınız?” “Yirmi dört,” dedi. “Tanışmamışızdır, altı yıldır fuarlara katılmıyorum.” Bir ara ne iş yaptığını sordum. “ESP’yi biliyor musunuz?” Başımı salladım. “İlçe başkanıyım.”
Oya standın önünde bir beyle konuşuyor. Bakıyorum tanıdık geliyor yüz ama anımsamıyorum. Acaba sosyal medyadan mı tanışıyoruz? Merhabalaşıyoruz. Kendisini tanıtıyor. “Ben Cemal,” der demez soyadını söylüyorum. Sosyal medyadan tanışıyoruz. Birkaç yıl önce bana yazmak istediğini yazmış, destek istemişti. Ben de yazmasını ve mail atmasını okuyacağımı söylemiştim. “Üç dört yıl önce mi yazmıştınız bana?” “Ne üç dört yılı, yedi yıl oldu,” demez mi? “Neee? Yedi yıl mı? O kadar oldu mu?” “Oldu ya.” “Yedi yıl ne yaptınız peki?” “Düşündüm.” Gülmeye başladım. “Yedi yıl mı düşündünüz?” O da güldü. “Bunu günlüğüme yazacağım,” dedim. Ben de pek çok şeyi düşündüm zaten. Kaç yıldır düşündüğümü de tam olarak hatırlayabileceğimi sanmıyorum. Cemal bey yaptıklarını anlattı. Belgesel çekiyormuş. EğitimSen’li; emekli olduğu halde hâlâ eylemlere katılıyor. Aktif bir insan. Ben de sendikalıydım ve yazmayı çok istedim ama hiçbir zaman aktif olamadım. Bilmediğim şeyleri onun yazdığını düşündüm ve okuduğumu da hayal ettim. “Yaş ilerleyince okuduğunuz kitaplar da değişiyor. Anlatı, anı, günlük okumayı, aramızdaki yanımızdaki insanları okuyarak tanımayı istiyorum.” Benim gibi düşünen insanların olduğuna inanıyorum. Gittikçe ilgisiz kalan topluma anımsatmak için yazmak şart. Benim gibiler için de gerekli. “Roman okumayı artık istemiyorum. Aslında hiç iyi bir roman okuru olmadım. Teori kitaplarını okumayı seviyorum; onları kimseye vermiyorum ama romanları okuduktan sonra başucu kitabım değilse başkasına veriyorum.” Stanttan kitaplar seçiyor. Yazarların Odası kitabında benim de yazım var. Yazmak isteyenler için güzel bir kitap bence. Okumaktan ve tanımaktan çok mutlu oldum. Acaba herkes benim gibi düşünür mü?
Dün akşam Martı Çocuk Yazını grubunda bir paylaşım oldu. Buket kitaplarından bazılarını verecekti ve nereye verebileceğini soruyordu. Ona Mesut Tim’in cep telefonu numarasını yazdı arkadaşım. Bu kim, diye düşünmüştüm. İnternette görsellere bakmıştım. Sonra unuttum. Bugün de bizim -Ceylan Yayınevi standı bizim oldu- standın karşısındaki bey dikkatimi çekti. Tanıdık gibiydi ama çıkaramadım. Oya’ya sordum. Atatürk Çocukları Kütüphanesi kurucusuymuş ve kitap bağışı için kampanyaları varmış. Ben de bir iki kitapla destek olmak istedim. Gittim. Kitap bağışı aldıklarını ve kütüphaneler kurduklarını anlatırken kim olduğunu çıkardım. “Siz Mesut Tim misiniz?” “Evet.” Konuştuk. Standımıza döndüm. Üç kitap seçtim ve Oya ile imzaladık “Sayın Mesut Tim’e ve Sevgili Okurlara…” diye başladık. Okurlar Mesut Tim’in kim olduğunu bilmeli bence, özellikle çocuk okurlar. Hüseyin “Kendi kitabınızı neden vermiyorsunuz?” dedi. Şaşırdım. Yayınevinde kitabımın olduğunu hâlâ unutuyorum. Öğretmenin Günlüğü kalmış sadece. Bir de derleme iki kitap. Dört kitabı götürdüm. Bana teşekkür belgesi yazdı. “Kitabı sizin adınıza ve okurlar adına imzaladık,” dedim. “Keşke adımı yazmasaydınız,” dedi. “Okurların sizi tanıması gerektiğini düşünüyorum.” Teşekkür etti. Oya ile ben de teşekkür ettim.
Annem yanımıza geldiğinde ayrılma zamanımız gelmişti. Vedalaştık ama bir türlü kopamadık. Üçüncü vedadan sonra geri dönmedik. “Artık gidiyorum,” dedim el salladım.
AVM’ye gittik. Ben Starbucks’a oturdum. Kaç yıldır girmedim, kahvelerini özledim sanırım. Annem Gratis’e -reklamlar- gitti. Döndüğünde “Bir kuyruk vardı bir kuyruk vardı, beklenecek gibi değildi. Herkesin sepeti doluydu,” dedi. “Ne yaptın? Almadın mı?” “Aldım. Çalışan kızlara söyledim aldım.” “Kitapları da böyle alsalar ya…” Annemle birlikte tren istasyonuna gittik. Bugün… Annemle birlikte oldum.
Birkaç okur, birkaç dost. Gördüm. Andım. Anımsadım. Zihin ne muhteşem bir şey. Ne kadar hızlı çalışıyor. Hızına yetişmek olanaksız.
Gün bitti.
Yarın da Nalan Yılmaz’ın yeni kitabı Mopesto’nun imza ve söyleşisi var Alsancak’ta Yakın Kitabevinde. Gitmezsem zeytin toplayacağım.
Bir yanıt bırakın