KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 28 Ekim 2023/Cuma öğleden sonra
Başkalarını yazabilmeyi çok isterdim ama olmuyor. Kendimi bile kurgulayarak anlatırken bir başkasını anlatabilmek… Çok zor. Yine de kurguladığım kafamda dönüp duran karakterlere bir hayat vermeyi istiyorum.
Öğleden sonra zaman ağır geçti. Havaalanına gidecektim. Panik yapmak yok, diyordum kendi kendime. Çöpleri topladım, kitapları ortalıktan kaldırdım. Bulaşık makinesini boşalttım. Eczaneye gidemeyecektim. Yolculuk için çıkmak bile ölüm gibiydi. Her yolculuk öncesi böyle olur. Uyumak isterim, kalkmamak. Ertelemek. Hiçbir zaman benim için uygun değildir. Panik olmuştum bile, iki saat önce havaalanına gelmiştim. Zamanı değişik yerlerde geçirdim. Henüz kapı bilgisi açıklanmamıştı. Kapıya geldim, yolcular sıra olmuştu. Uçağa alınmamız an meselesiydi. Uçağa binince paniğim geçecekti. Benim için şu an bile, yolcular sıraya girdikleri halde belirsizdi. Boş bir yer buldum oturdum. Duvarın önündeyim. Kuyruğu görebiliyorum. İnsanlar önüme geliyor, duvara bakıyorlardı. Ben de onlara bakıyordum. Başımı çevirip arkama baktığımda panonun tam önünde oturduğumu fark ettim. İnsanlara bakıp onlara hikâyeler seçtim. Genç, yaşlı, kadın, erkek… Her birinin farklı hikâyeleri vardı. Tuvalete gitmek için kalktım. Geri geldiğimde kuyruğun boşaldığını gördüm. Panoya baktım, uçak elli beş dakika gecikmeli kalkacakmış. Oturdum ve yeniden sıraya girilinceye kadar burada beklemeye karar verdim ama verilen kapıda bekleyen insanların sayıları neden azalmıştı? Panik. Panoya bakmayı akıl ettim ve kapı numarasının değiştiğini gördüm.
Bir okuldan imza etkinliği için teklif almıştım. Tam yedi gün görmemişim. İstenmeyen iletilere düşmüştü. Geç görmemin nedeni yani. Yanıt yazdım ve hemen yazıma karşılık verdiler. Daha önce şehir dışında bir okula hiç gitmedim. Aslında gitmiştim on beş yıl önce. Özel bir okuldu ve benim dışımda çok değerli yazarlar da davet edilmişti. Bir şenlik düzenlenmişti. Akşam görümcemde kalmıştım. Bu nedenle zor olmamıştı. Bir de başka bir etkinliğe katılmıştım. Kitap fuarı. Muhteşem yazar kadrosuyla harikaydı ama çocuk okurların katılımı çok az olmuştu. Telefon numaramı yazdım, yazmaktan daha kolay olacaktı. Aradılar. Konuştuk. Sabah otobüsle gelsem akşam da dönsem… Otobüsle kaç saat? İki buçuk, dediler. Yüksek sesle düşündüm. Sabah yola çıkarım, öğleden sonra etkinlik yapılır, akşam da dönerim. Okul mevcudu nedir? Yedi yüz. Bir de kardeş okulları için kitap alacaklarmış. Çok naziklerdi. Mutluyum ama nasıl gideceğim? Bana düşünmem için biraz zaman vermelerini pazartesi ya da salı günü kendilerini arayacağımı söyledim. Yayınevimi aradım ama yanıt alamadım. Daha sonra oğlum beni arabayla götürür mü, diye içimden geçirdim.
G.’yi aradım. Biraz konuştuk. Acıkmıştım. Evden çıkarken yanıma aldığım simidi yedim. Simit Sarayı’na oturabileceğimi söyledi. Alt katta olduğumuz için oturacak bir yer olmadığını düşünüyordum. Araştırmadım da. Oysa varmış. Neyse simit yeterli geldi. İki yüz liram var. Para çekecek vakit bulamadım. Uçaktan inince halledeceğim.
Uçak elli beş dakikalık gecikmeden sonra havalandı. Herkes yerini alıp oturunca, kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Gören de tatil kitabı okuduğumu sanır. Oysa bu kitap yalnızken okunur. Pazartesi günü kulüp toplantımızda bunun üzerine konuşacağız. Artık Hiçbir Yer Ev Değil. John Boyne. Çizgili Pijamalı Çocuk romanının ikinci kitabı. Çizgili Pijamalı Çocuk’taki okur yolculuğumda çocuk karakterlere odaklanmış, ağlamıştım. Oradaki milyonlara yapılanlar insanlık dışıydı. İkinci kitapta karakterler savaş sonrası hayatta kalanların yaşam mücadeleleri anlatılıyordu. Travmaları… Kabusları… Suçluluk duygusu… Geçmişini saklama gereksinimi, olmamış gibi yapma, silip atmaya çalışma güvende olabilmek için; iki tarafında bir araya gelememesi.
Bu kitaptan çok etkilenmiştim. Nazi toplama kampını, savaşı ve sonraki yılları anlatıyor. Bildiklerim yazıya dökebileceğim şekilde derin değil. Sadece kısıtlı bildiklerimle bir okur yolculuğu yapıyorum. Yazmaya başlamadan önce ne yazacağımı düşünmüş ve karar vermiştim ama şimdi hiçbiri kalmadı aklımda. Beni savurmuştu. Şiddet her yerdeydi. Dünyanın bir yerlerinde mutlaka yaşanıyordu, dünya üzerindeki devletlerde barış aynı anda sağlanamamıştı. Durdurulamıyordu. Yıkımlar, masum insanlar, çocuklar… Her ülkede her kuşak bir zamanda savaşla karşılaşmış olmalı.
Uçak yere indikten sonra kitabı kapadım. Ağır ağır yürüyorum. Başım öne eğik. Düşünüyorum ve…
Eve geldim. Herkes yattıktan sonra kitabı elime aldım. Bitirmek istiyorum ama bir yandan da bitirmek istemiyorum. İnsanın insana yaptığını, hiçbir canlı yapmıyor sanırım. Hayvanlar… Vahşi hayvanlar bile yiyecekleri kadar avlanıyor ya da düşmanlarından korunmak için. Düşmanlarının, insanlar olduğunu düşünüyorum. Genelleme yapmıyorum. Her şeyi bildiğimi sanmıyorum. Bu da olanaksız zaten. Gördüğüm kadarıyla bir düşünceye sahibim. Sahip olduğum dile göre, yapabildiğim aktarım kadarıyım. Köşe yazarı değilim. Araştırmacı değilim ama bu roman yazmama engel değil. Görüşüm kadar…
Her Yerde Aynı Zamanda adlı bir öyküyü dergiye gönderdim ama olumsuz yanıt aldım. Ben de kendi sayfamda paylaştım. Bu benim metamodern öykü anlamında ilk öyküm. Filmi de var, Her Şey Her Yerde Aynı Anda. Bilimkurgu. Metamodern romanlar var ama henüz ne olup ne olmadığını çözmedim. Makalelerin çevirileri iyi değil. Aynı anda birçok yerde olabiliyorsunuz. Var olan gerçeklik sadece şu anda var olduğum yer değil. Yıllar öncesine dair okuduğum roman ve savaş ve sonrası yaşananlar ve kendi Kurtuluş Savaşı’mız… Politikalar, dönen dolaplar, dönme dolaplar… Bütün bunların alanındayız. Dil ile zihnimize işliyor. İnsan olmak böyle bir şey olmalı. Farkında olmak. Olabilecekleri öngörebilmek ve mücadele etmek. Tarihten ders almak da böyle bir şey olmalı. Diğer yandan da göz boyayıcı sunulmuş gerçeklik denilen ama asla ulaşılamayan veya insanı tatmin etmeyen bir yer var. Savaşlar bunun için yaşanıyor olabilir mi?
Cumhuriyet Bayramı ne güzel 100. yılında. En büyük bayramımız kutlu olsun.
Bir yanıt bırakın