KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 30 Ekim 2023 / Pazartesi
Hemen hemen randevularıma hiç geç kalmadım. Her zaman sözleşilen saatten en az on beş dakika önce gitmişimdir. Bunu panik olmamak için yaptığımı sanıyorum. Son dakikalara kalmak beni oldukça yoruyor. Havaalanında uçak elli beş dakika gecikmeli kalkacağını öğrendiğimde bir an ne yapacağımı düşünmüştüm. G.’yi aramaya karar vermiştim hemen. Sonra, kalan simidimi yiyecektim. Bir ileti yazmam gerekiyordu. Biraz da kitap okuyacaktım. Belki de böylesi daha iyiydi. Eve kaçta gideceğimi hesaplamadım bile. Orada yetişmem gereken bir saat yok. Annem hep bekler. Ben de anne olarak hep beklerim. Eş olarak bekler. Ben de beklerim. Annemin doğum gününü Pazar günü kutladık. O bir Cumhuriyet çocuğu. Nüfus cüzdanındaki doğum tarihinin doğru olmadığını söylüyor. Çocukluğumuzdan beri doğum gününü okuldaki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından sonra eve gelince kutlardık. Ona harçlıklarımla adi yüzükler alırdım hediye olarak. Takmazdı ama ben yüzüklerin güzelliklerinden gözlerimi alamaz belki takar diye yine de alırdım. Oğlum da biraz büyüyünce aldığı hediyeleri kullanmadığımı söyledi. Bir bibloyu saklıyorum ama.
Kitap kulübünde bu akşam John Boyne’nin kitabı üzerine söyleştik. Çok güzel geçti. Düşünülmesi gereken, yanıtlanması gereken öyle çok şey var ki… On iki yaşındaki bir çocuk masum olabilir mi? İnsan doğasında iyi ve kötü aynı anda bulunur. Büyürken ve yetişkinlikte ve ileri yaşlarda sürekli iyiye doğru değişimle insan olmaya çalışırız. Yaş ilerlediğinde bakış açımız da değişir. Sanattın değişimde katkısı nedir, bilemiyorum. Yani herkeste olumlu değişim sağlar mı, bilmiyorum. Kitap üzerine birçok sorularımız oldu. Yanıt verdiğimizde karşımıza başka bir soru çıktı. Biz okurları nasıl dönüştürdüğünü düşünüyorum. Çok uzaklara gitmemize gerek de kalmadı, gördüklerimizi anımsadık. Düşündük.
On dört yaşındaki bir çocuk, dört yıl öncesini hatırlayamaz. Genel hatlarıyla ve genellemeler yaparak o dönemleri hakkında konuşur. Duygularını unutmamıştır. Ne yazık ki bu duygular, kendisini kötü hissettiren olayları anımsatır. İyi olan yoktur çünkü iyi her zaman rutin içinde kaldığı düşünülür ve olması gerektiğine inanıldığı için söz konusu olamaz; anımsanmaz da. Bu nedenle çocuklara her zaman iyi şeyleri günlüklerine yazmalarını istemişimdir. Unutulanları hatırlamak için. Kötü olan her şey er ya da geç anımsanır. Kötü kötü olmakla kalmaz, kötü bir seslendirme yani anlatımla tam bir facia olarak ortaya çıkar. İyi nerede?
Çocukluğunda etrafında fır dönülüyor, her istediği hatta istemediği yapılıyor olsun. Karşılık beklenir mi? Bir süre sonra bekliyor insan. Trende, ön koltukta oturan bir ailenin konuşmalarını dinledim. Üç kişi konuşuyor ve aynı şeyler söyleniyor. Kimse kimseyi dinlemiyor mu, ne? Büyüme sancıları yaşanıyor. Rutinin değişmesini istemiyor genç çocuk. Artık büyümesi isteniyor çünkü. Hep kendi başıma yapıyorum, diyor. Geriye dönük kaç yılını anımsadığını merak ediyorum. Oğlum ilkokula giderken, onu okula babası götürürdü. Futbol oynamasını severdi ve antrenmanlara götürürdü. Ortaokul yaşlarında demek ki büyüme çağıymış. Tek başına yaptığı işlere başlanmıştır sanırım. Lise tamamen kendi başına yapması gerekenler olmalı. Önümdeki konuşmaları dinlerken ben de bunları düşünüyorum. Genç çocuk arkadaşlarını örnek veriyor. Babası da o zaman, diye başlıyor ve anneye dönüyor. “İşten ayrıl. Zaten çok yoruluyordun. Evde kal, çocuk bak ama servis parası ödeyemeyeceğimiz için yakın okula alalım kaydını ve okula birlikte yürüyerek gidip gelirsiniz.” Bir ayağını yere vuruyor, başını sinirle sallıyor genç çocuk. Yüreğim sıkışıyor. “Bize uşağınmışız gibi davranıyorsun,” diyor. Annemi düşünüyorum. “O zaman doğurmasaydınız,” diyor çocuk. Daha çocuk o. Kurduğu cümleler için daha çok küçük. Etrafımızda çocuklar için öyle çok uyaran var ki, yetişmek olanaksız.
Kendimi konuşmalara öyle kaptırmışım ki, diğer pencere yanında oturan aileden kadının kulağıma gelen sözlerini işitiyorum. Seçici algı olmalı. “Ben hiç prenses gibi büyümedim. Babamın prensesi olmadım.” Oğlu arkamda ayakta durmuş kendini oyalıyor. Kadın kırklı yaşına basıyor olmalı. Onlar biraz uzak kaldığı için bir de alçak sesle konuştukları için, tam olarak sözleri anlaşılmıyor.
Eve geliyorum. Yemeği hazırlıyorum. Domatesi keserken, parmağımı da kesiyorum. Anneme kalıyor iş.
Yatma saati çoktan geçti. Annem yatarken… “Kaçta uyandırayım seni,” diyor. Sol tarafımda bir ağırlık hissediyorum. Her gün beni uyandıran o oldu. İlaçların uyutucu etkisi nedeniyle defalarca arardı. Gerçi çocukluğumdan beri öyleydi: uyumaya gelince uyuyamam, uyanmaya gelince de uyanamam.
Trendeki aileyi düşünüyorum. Ben hep bekledim insanların bir şeyleri anlamalarını, değişmelerini. Söylediklerini bir gün işitmelerini. Ya ben? “Artık Hiçbir Yer Ev Değil,” derken John Boyne hepimiz için de mi, söylemek istiyor? Kendimizle kalsak bile…
Eve gelirken çöp kutusunun yanında tekir bir kedi vardı. Durdum baktım. Pisi pisi, dedim. Kaçtı.
Bir yanıt bırakın