KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 31 Ekim 2023 / Salı
Treni kaçırmakla kalmadım, evden çok geç çıkabildim. Kahvaltı da yapmamıştım. Tren yirmi beş dakika sonra gelecek ve ben daha da geç kalmış olacağım. Geç kaldığım için kızıyorum kendime. Gitmekten vazgeçtim. Şimdi akşama kadar ne yapacağım? Markete uğradım, torbayı doldurmadan döndüm eve.
Bahçedeki zeytinleri toplamak için, bir kadın üç erkek geldiler. Yanlarında dört yaşlarında oğlan var. Onlara çay yaparım. Çocuk için de kek. Ben de kahvaltımı kekle yaparım. Süt almıştım. Çocuk da sever sütü. Ön bahçedeki sandalyelerden birine oturdum. Hava güneşli ve şaşırtıcı bir şekilde sıcak. Kuşlar ve kediler için annem birkaç yoğurt kabında su koymuş ama suları bitmiş. Annem diyor ki, kuşlar kaba girip banyo yapıyor, öyle bitiyordur suları. Çeşmeden su doldurdum. Annem mandalina topluyor. Doğal yetiştiriyor onları, ilaçsız. Doğal olduklarını alan herkes biliyor, annem de gizlemiyor zaten. Kurtlular. Bir mandalinanın yarısı yeniyorsa, yarısı atılıyor. Ağaçlar silme meyveli ama yenilir cinsini bulmak için beşi atılıyorsa çöpe, biri yenmek için ayrılıyor. Annem diyor ki gelin toplayın desem toplayamazlar, iyiyi kötüyü ayıramazlar. Üşenmiyor, yemek için topladıklarını torbalara doldurup bahçe kapısına asıyor. Geçenlerin çoğu bunların dağıtıldığını öğrenmiş, bir torba alıp yollarına öyle devam ediyorlar. Her mevsim asılacak bir şey olur. Bakla mevsiminde, bakla toplamış, kapıya asmıştım. Kimse almadı. Sevilmiyor demek ki. Üstelik taptaze, dipdiri, doğal ve kurtsuzdu.
Üç kadın kollarının altında birer kitapla evlerine doğru gidiyorlardı. İçlerinden biri “İyi günler,” dedi. “İyi günler,” dedim. Yüz metre ileride Kur’an Kursu veriliyor, oradan geliyorlar.
Bir kedi bana bakarak uzaktan uzaktan yanımdan geçti. Defneden görmedim ama su içmeye geldiğini düşündüm. İlerledi ve arkasına bakmadan yürüyüp gitti, ağaçların arasında kayboldu. Annem elinde torbalarla geldi. Torbaları bahçe kapısına astı.
“Neden gitmedin? Gittin sanmıştım,” dedi.
“Treni kaçırdım. Çok geç kaldım. Vazgeçtim gitmekten yarın erken kalkar giderim. Geliyor musun?”
“İşim bitmedi. Çöpe atılacakları toplayayım.” O da ağaçların arasında kayboldu. Eve girdim. Kek yapacağım.
Kek kabını çıkardım. Yumurta, yağ, şeker. Karıştır. Elime yüzüme bulaştırıyorum her işi. Bitiremiyorum. Hep geç kalıyorum. Karıştırdıktan sonra içine biraz melankoli pardon un koydum. Hazır kek unu vardı evde. Hamuru karıştırdım, yavaş yavaş un ilave ettim. Hamur akışkan olacak. Kaşığa yapışacak. Kaptan kayıp akacak tepsiye. Kayıp sadece ölüm üzerine mi olur? Benimkisi hepsinden. Biraz acı. Acaba acılı poğaça mı yapmalıydım. Tatlıya hiç alışkın değilim. Tatlı geçmiyor hayat. Tuzlusundan ama acı tuzlu ve pul biber acılısından. Çocuk da yiyecek ya. Çikolatalı olmalı. Hamurdan bir parça ayırdım, kakao aradım ama bulamadım. Olsun. Çikolata da olur. Bu evde çikolata hiç eksik olmaz. Eritir katarım. Neler katmadım ki hayatıma. Biraz iş, biraz iş, biraz iş. Değişik değişik işler işte. Pul biberli, karabiberli… Bol bol melankoli. Akşam saat ilerleyince herkes yatağına girince gözüme uyku girmiyor. Yapmadığım işleri, bitiremediklerimi, geç kaldıklarımı düşünüyorum. Sonra her şeye yetişebilmişim gibi dalıyorum kitaplara. Uykum daha da kaçıyor. Cümle olamadan birbiri ardına diziliyor kelimeler iç sesimde. Çikolatayı cezvede erittim. Hamura koydum. Sonra tepsiye döktüm iki hamuru. Dalga dalga oldu. Dalgalar vuruyor içime. Yüreğime. Kayalıklara vurur gibi. Az mı törpüledi yüreğimi, dilimi, düşüncelerimi…
İşte hazır. Fırını önceden yakmıştım. Kaç dereceydi? Yüz seksen olur mu? Uzun yılardır kek yapmadım. Kek unu poşetine baktım. Tarifi tekrar okudum. Yüz seksenmiş. Otuz beş, kırk dakikada pişermiş. Yaralar da iyileşince pişmiş sayılır. Dün parmağımı kesmiştim. İyileşti yirmi dört saatte. Görünmeyen yaralar? Kırıklar? Çatlaklar? Kabarıp çatlayacak kek. Patlayacak. Fırına attım tepsiyi. Kek kalıbı yok evde, çünkü hamur işi pek yapılmaz. Tepsi yeterli. Her şeye yarar. Meyve kurutmak için, tarhanayı kurutmak için, salça… Tepsi gibiyim. Doldur boşalt, doldur boşalt… Birikti ne varsa. İştahım yok birkaç yıldır. Ağız tadı bırakmadılar. Baş ağrısı gibi bir şey hayat.
Adam geldi, adını biliyorum. Başı ağrıyormuş ağrı kesici istedi. Aspirin dışında bir şey bulamadım. Olur olur, dedi. İki tane alsam olur mu? Olur, dedim. Bir bardak su verdim. Az sonra servis aracıyla işten çıkanları alacakmış. Baş ağrısı dayanılacak gibi değilmiş. Yürek ağrısına iyi gelen ilaç var mı?
Kırk dakika ne yapacağım? Çaydanlığa su koydum, ocağı yaktım. Beş tatlı kaşığı çayla tavşan kanı çay oluyor. Çok sular kaynadı, yandım, demlendim sandım. Canım sıkıldı. Hava güneşli. Balkona çıktım. Yerlerde damla damla ıslaklık vardı. Koluma da düştü birkaç damla. Gökyüzüne baktım. Bulutsuzdu. Az mı ağladım. Elimin tersiyle sildim de kendi kendine kurudu. Duvarlar şahittir. Fotoğrafımı da çekmiştir eminim. Belki ses kaydı bile yapmıştır.
Kek kokusu yayıldı. Kırk dakika olmadı ama üstü kızarmış kekin. Kızarmış öğretmenler ama ben kızmadım. Çayı demledim. Bardakları hazırladım. Keki çıkardım ama kesmeden, soğumasını beklemeden götüreceğim.
Keki ve çay bardaklarını, sütü götürdüm. Beş altı ağaç var aramızda. Çocuk da ayakta durmuş onları izliyordu. Eve döndüm, çaydanlığı da götürdüm. Seslendim. “Çay getirdim. İçer misiniz?” Annem de geldi. Onlar da çocuğu alıp geldiler. Çocuk keke baktı, ben çocuğa baktım. “Çikolatalı kek sever misin?” Başını salladı çocuk. Benim gördüğüm bütün çocuklar iş yerlerinde anneleriyle birlikte olur. Kimi küçüktür okula başlamamıştır, kimi okul çıkışında gelmiştir. Gençliklerinde çalışmaya başlarlar. Küçük çocuklar çocuk haklarına göre çalıştırılamaz. Çalışmazlar, ama izlerler. Ben de anne oldum. Ne zaman bir çocuk görsem iş yelerinde hüzünlenirim.
“Adın ne senin? Kaç yaşındasın?”
Yanıt yok.
Keki kestim. Tabağa koyup verdim. Tabağı toprağa otların üstüne koydu. Sütünü uzattım. Herkes kekini aldı. Örtüye boşaltılmış zeytinler. Yanında dört çuval var. İşitmemeyi ne zaman öğrendim, hatırlamıyorum. Annemle kadın konuşuyorlar. Çocuk kekini yiyor.
Ah kedi. Eme! Sesimi aldın. Sessiz kaldım. Senin gibi bakıp bakıp düşünüyorum. Konuşulanlardan bir şey anlamıyorum. Tınıları etkiliyor, oldukça sessizler. Çocuk ağzını şapırdatmadan yiyor. Gözleri baygın.
İş yerlerinde çocukları yatırmak için, yemek yedirmek ve ders çalıştırmak için paravanla hemen küçük bir oda çevrilir. Uyku saatleri olur. Çocuk… Ağacın altında uyumak bu mevsimde uygun değil.
“Adın ne senin?”
“…”
Ayakta da uyunur ama. Rüyasında da çikolatalı kek yiyordur.
Bir yanıt bırakın