MOPESTO’NUN TAŞLARI
Nalan Yılmaz’ın yazdığı, kapak tasarımını Hasan Karaca’nın yaptığı MOPESTO kitap raflarında yerini aldı. KeKeMe Yayınları. Eylül 2023, 103 sayfa.
Nalan Yılmaz, kitabına ilk öyküsünün adını vermiş; Mopesto. Bu isim ada ülkesinin adı. Ana karadan ayrılan adayı, diğerlerinden farklı kılan yüzmesi; nereye gideceği belli olmayan, oradan oraya giden bir ada.
Seçim öncesi bir telaş almış adalı partilileri. Yapılan anketler ana muhalefet partisinin önde olduğunu gösteriyor. Yoğun metaforlar içeren öykü bitince, adanın nerelere hangi ülkelerin karasularına gireceği belli değil, diye düşünüyorum. Ada halkı yaşam mücadelesi verirken, siyasiler de bildiklerini yapmaya devam edecekler gibi.
Diğer öykülerde elbette Mopesto ülkesinde yaşayan insanların yaşamları anlatılıyordur, diyerek okuyorum. Bu öykülerde de yabancılık çekmiyorum. Hem de hiç; her an okurun yaşantısına ayna tutabilir. Sırlarımız dökülebilir. Sırlar, ikinci ve üçüncü öyküde anlatılınca, sır sır olmaktan çıkıyor elbette. Bana kendimize sakladığımız sırları anımsatıyor. Aslında bir kişiye de olsa anlatmışızdır. Başkalarına anlatılmış mıdır? Sırrını veren A.’yı dinleyen B kişisinin, A’yı tanımayan birisine duyduklarını anlatmadığından nasıl emin olabiliriz? Hepimiz taşıyacağımızdan çok sırlara sahibiz. Sonunda çatlayacak, ayna sırlarını ele verecek; öyküler elden ele okunacak. Öykülerle anımsamak, eski bir yaranın kabuklarının kaldırılması gibi bir şey. Şöyle bir bakıyoruz, kabuk düşecek mi? Elbet, elbet bir gün kabuğunu atacak da yara kapanacak. Zaman çok önemli. Ne zaman?
Zamanı önemli bulan, planlı programlı, dakik Kenan’la dördüncü öyküde tanışıyoruz; Greenwıch Kenan, aslında her şeye yetişmeye çalışırken, birçok şeyi kaçırır. Hayat bu olmasa gerek. İş, ev, çocuk, eş derken, saatleri unutmayıp kendini unutmayı seçen, kadın erkek herkes… Ertelenen hayatlar.
Yaş ilerleyince ertelenenler, oyun masasında yakalanmaya çalışılır. Yetmişli yaşlarda kadınlar; günlük yaşamın oyunlarından kurtulmuşlar ama hayat oyunsuz olamayacağı için, okey masasının etrafında toplanmışlar. Yangın çıksa da masadan kalkmayacaklar. Bir zamanlar işte ve eşte rakiplerdi belki de; şimdi oyun ertelenmeye gelmez. Kim kazandı? Yanıtını okur verecek. Siz kazandınız mı? Kaç el? Hanımefendi, hangi taşı beklemiştiniz? Yanlış attığınız kaç taşla yanınızdakine oyunu kazandırdınız? Kaç oyun? Geçmişte ertelenenlerin yerine mi geçiyor bu oyun? Kimin kazandığının önemi var mı? Okur okudukça kendi sorularının yanıtını verecektir.
Öyküler özenle yerlerini almış sanki. Bir çeşit oyun olsa gerek. Her öykü bir okey taşını karşılıyor olmalı. Sıradaki öyküde ne var, bakalım. On beş öyküden beşini dizdik ıstakaya. İlk oyuncuya on beş taş verildi. On beş öykü. Kaç okey taşı elinizde var? Karıştırıp taşları pardon öyküleri tekrar oynayabilir pardon okuyabilirsiniz. Ben taşları yani öyküleri tanıtmaya devam edeyim.
Altıncı taş: Tapas Zamanı; kırmızı 6. Ançuezli, parmesanlı domatesli, zeytinli tapas tariflerine internetten ulaşabilirsiniz. “Çok ilginç.” S. 44’te ilk cümle. Bu okey taşım olmalı. Çünkü ardındaki cümlede şöyle yazıyor; “Kadın, kitabın çekim alanına girmişti bile. Gözleri satırlarda ilerledikçe kelimeler kendi diline dönüşüyordu.” Siyah panter Eme, (Siyah kedim Eme.) öyküye girmiş; onun kedi değil panter olduğunu sadece ben biliyorum sanıyordum. Bu öyküdeki tapasın bir başka anlamı daha var: hayatımıza olumlu etki yapacak şeyler için yoğun bir içsel disiplin ile ateşli çaba göstermek. Kırmızı altı, okey taşı bu! Yani benim için. Devam…
Birinci öykü, siyah 1. İkinci öykü, yeşil 2. Üçüncü öykü, yeşil 3. Dördüncü öykü, yeşil 4. Beşinci öykü, kırmızı 5. Altıncı öykü, okey taşı kırmızı 6. Okey taşı sanırım kendi hayatıma dokunuş yapıyor. Bu nedenle okey.
Yedinci taş: Yıllar Geçse de 1/ GÖÇ. Evde gizlenen sırlar elbet bir gün günışığına çıkar. Birileri bulur. Öykünün içinde, Zehra’nın bana verdiği sırrı saklamayacağım. Zehra ile Aysel âşıklar. Yedinci öykü, kırmızı 7.
Sekizinci taş pardon öykü: Yıllar Geçse de -2 Ne Çok Yorulduk. “Anne, senin üç aylığı aldığımızda merdivenin kırık basamağını yaptırsak mı?” s.55 bu cümleyle başlar. Metaforlara bayılırım. Bakalım üst katlarda neler var? Kırık basamağı yani ilk adımı atabilecek cesareti bulabilecek miyiz? Zehra ile Aysel’in aşkı; sekiz, yangın rengi; kırmızı 8.
Dokuzuncu taş: Kilim. Kırmızı taş, 9. Kırmızı Başlıklı Kız masalının içindeyim. Birbirini takip ediyor; biri bizi takip ediyor. Bunca sır, bunca acı nasıl taşınır? Kaç kadın daha öldürülecek? Nerede ve kim tarafından? Kurtlar var kurtlar; hem de bizimle yaşayan; aramızda. Abla deniyor ona. Sıradaki, diyor hakim ve kapı açılıyor…
Onuncu taş: Yol Kenarları. Kırmızı 10. Ben şimdi ilk okumamı yapıyorum ve taşlar öyle bir diziliyor ki şaşırarak bakıyorum ıstakaya. “Kırmızı şapkamı fırlatıp atalı, masaldan kaçalı çok olmuştu.” S. 67. “Ardıma bakmadan yürüdüm, zamansız, mekânsız, yalansız.” Acısı derin, geri döndürülemez yaşananlar, zamanlar. Mahkemeye çıkartıldığını düşlüyorum ama kadın şikayetçi olmuyor, yüzlercesi gibi. Hâkim elindeki dosyalara bakıyor, başka dava var mı, diye soruyor. Şimdi oyuna hâkimi de kattım ya ne demeli? Siz olsanız ne yapardınız?
On birinci taş: Beklemek. Öykü içimi ısıtıyor. “Dedim ya hayatta herkes bir şeyler bekler.” Beklemek, umutlu düşlerle karanlıkları aydınlatmak ve aydınlananın gökyüzü olduğunu sabahın ilk saatleri olduğunu anlamak… Yine de beklemek. Zaman her yerde karşımıza çıkıyor. Beklemek umut mavisi, taş mavi 11.
On ikinci taş: Şehlâ Gözüm. Ah! Aah! İlk baştan anlıyorsun artık neden söz ettiğini. Acı insanın içine işliyor. Yas tutuyor taş. Mezar taşı kömür karası; siyah 12.
On üçüncü taş, kömür karası: Bak Oğul, Güneş’e Bak. “Sıcak!… Bugün dünden daha sıcak!” Madendeler. Siyah 13.
On dördüncü taş: SAHTE OKEY 6. Zorunlu Ateşkes. Savaş alanında bir muhabir. Bugün bile sürüyor, akan sıcak kan kokusu geliyor burnumuza. Elbet bir gün savaşlar bitecek diye umut etmek.
On beşinci taş: Oteldeyiz. Sil baştan başlıyoruz. Yeşil 1. Adada tatil. Mopesto’da halk televizyondan bir tatil yerindeki beş yıldızlı otelde yaşanan kargaşayı izliyor; reyting oluyor. Doymayan insanlar, açgözlüler, sandalye kapmacalar arasında sürüyor hayat. Dönüp başa geliyoruz. Mopesto!
Siyahlar; Yeşiller; Kırmızılar;
1, 13, 12 – 1, 2, 3, 4 – 5, SAHTE OKEY (6), 7, 8, 9, 10, 6 (OKEY TAŞI)
Mavi 11’i dışarı atıyorum. Yangın var! Yangın! Bittim. Müzik çalıyor.
“Biniyoruz alamete, gidiyoruz kıyamete.”
Sevgili Nermin, okuduğum en güzel kitap yorumu. Eline yüreğine sağlık. Tabii ki Nalan’ın Mopestosu da alışagelmiş öykü kitaplarının dışında kalan pek az örnekten biri. Hem Nalan’ı, hem de seni kutluyorum.
Teşekkür ederim Sevinciğim. Okur yolculuğunun patikaları güzeldi. Dil öyle döşenmişti yola. Kitap gerçekten güzeldi.