KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 24 Ekim 2023/Salı
Uluysses’i okumak ayrı bir okuma deneyimi benim için. Başka bir çeviriden de okumaya çalıştım ama bana Nevzat Beyin, Nevzat Erkmen’in çevirisi daha güzel geldi. Kitabın her bölümü farklı tekniklerle ve farklı dilde yazılmış. Birçok şeyi aynı anda deneyimleme şansı tanıyor. Nevzat beyin müthiş zenginlikteki kelime dağarcığıyla okuma daha da zorlaşıyor. Her şeyi anlıyor muyum? Belki de bu nedenle sevdim kitabı. Günlük hayatımızda kendimizi olduğu kadar başkalarını acaba ne kadar anlıyoruz? Dinliyor muyuz? Benim ezberim yok. Bu nedenle bir başkasının cümlesini olduğu gibi tekrarlayamam. Anladığım şeyi söylerim. Neyse ki zeki insanlar var aramızda da anlatıyorlar. Unutmayanlar var. Karakterler gerçek dünyada olmasa da bu karakterlerin hemen hemen hepsi gerçek dünyada birilerinin gerçekliğine dokunuyor. İşte bu yüzden seviyorum okumayı, her kitap ayrı bir zenginlik. Ulysses’i bir günde okuyabilmeyi isterdim ama olanaksız.
İan Fleming’in Uçan Otomobil çocuk kitabı 1972 Milliyet Yayınlarından çıkmış. Otomobilin karada, denizde ve havada gitmesi beni çocukluğumda çok etkilemiş, yaratıcılığına hayran kalmıştım. Ama daha çok öten şekerlemelerini sevmiştim. Dişlerinin arasına yerleştirip üfleyince ötüyordu. Ödül gibiydi şekerlemeleri. Kırmızı horoz şekerini çok severdim. Benim de şekerim buydu. Bana hayal kurmayı kitaplar öğretmişti. Yazarını anımsayamamıştım ve Nadir Kitap bana anımsattı. İnternetten araştırma yapmak ezberi olmayanlar için çok değerli bir olanak.
Çok etkilendiğim bir kitap daha vardı. Adını anımsamıyorum, yazarın da kitabın da. Ama insanların uçtuğunu anımsıyorum belki bu benim hayalimdi, emin değilim. Zaman zaman bugün bile uçtuğumu rüyalarımda görürüm. Küçük Kadınlar da etkiliydi ama anımsamıyorum tam olarak. Yıllar sonra -Nadir’e bakayım; 1970 baskısı olmalı- tekrar okuduğumda anladım ama çocukluğumda nasıl anlamlandırmıştım anımsamıyorum. Louisa May Alcott’un hayatını da okudum, verdiği mücadele o yıllar için müthişti. Keloğlan masalları bana hep ilginç gelmiştir: Neden hiçbir şey yapmadan yiyip içiyor, açıl dediğinde açılıyordu sofralar? Kuş sütü bile oluyordu sofrasında. İyilik yapan genç kızlar sonunda iyi bir eşle iyilik bulmuş oluyor. Prensesler gibi yaşıyorlar. Günümüz masalları artık böyle değil. Sihirler şimdilerde insanları kötülüklerden korumak için var. Ya da insanları mutlu etmek gibi bir şey işte.
*
Günümüz çocuklarının neden fantastik kitapları tercih ettiklerini anlayamıyordum. Hayat gerçekten de bu kadar zor mu? Eğitim dönemin ideolojisine göre değişim gösteriyor, verdiği hasarları onarması ise… Yıllar önce bir şarkı vardı, kariyer de yaparım, çocuk da yaparım. Şimdi bunun sonuçlarını görüyoruz. Bana optimist olduğum söylendi. Oysa hiç de öyle değilim. Hiç de olmadım. Olmayı çok isterdim. Sadece insan emek verirse olanaksız diye bir şeyin olmadığına inanır ve bir gün her şeyin düzelmesini beklerdim. Artık hiç umudum kalmadı. İlişkileri anlamaya çalışmadığımı fark ettim. Bu kitapları da okumak istemiyorum artık. Kişisel gelişim kitapları ve birçok sorun çözmeye yaradığı düşünülen teknikler de hep boş çıkıyor. Bunu söylüyorum çünkü günümüzde yeni tekniklerle bu sorunların aşılmasına çalışılıyor. İnsanlar mutlu değil. Bunun sorumlusunun insanlar değil, sistem olduğunu biliyorum. Bu nedenle kimseden nefret etmiyorum, kimseyi suçlayamıyorum. Yaşları ilerledikçe sertleşen kadınları erkekleri gördükçe umutsuzluğum artıyor. Geleceğin yetişkinleri adına kaygılanıyorum doğal olarak. Dün başladığım roman da bu düşüncemi destekliyor. Dört yüz sayfa ve yüz otuz beşinci sayfasına geldim. Vahşet. Bitmeyen şiddet, savaş, baskılar. İnsanları birbirine düşüren sistem. Aile diye bir şey kalmayacak. Dinlediklerimin gerçekliğine inanamıyorum. Artık anlamaya çalışmak da istemiyorum. Hiç bilimkurgu okumadım. Fantastik romanları da geçen yıl okuma kulüplerinde okudum. Bundan sonra bu alana yönelmeyi düşünüyorum. Artık ilişkiler hakkında hiçbir çözümüm yok. Okuyarak da öğrenmek istemiyorum. Öğrendiklerim yetsin diye düşünüyorum.
Bana, başka hikâyeleri dinleyen insanların, senin kötü olduğunu dinleyince mutlu olduklarını – yani böyle insanların olduğunu- söylemişti. İnanamamış gözlerim açık kala kalmıştım. Şimdi bazı ilişkilerimi gözden geçiriyorum da onun ne söylemek istediğini anlar gibi oluyorum. Kendi hayatından bir şey anlatmayan ama başkalarının hayatlarını merak edip sürekli bir şeyler öğrenmeye çalışan insanları tanımıştım. Neden sürekli sorduklarını anlamamıştım. Oysa ben iyi ilişkileri öğrenmek ve bunun herkese örnek olacağına inanmıştım. Bunu açık açık yazamamıştım. Sorum sadece “Aşk var mı?” olmuştu. Gören yoktu. Ne kendisinde ne de çevresinde. Bir yerlerde var, deniliyordu. Aşk sevgidir bana göre. Emek vermektir. Anlamaya çalışmaktır. Görmektir. Çabalamaktır. Kütüphanemdeki kitapların isimlerini yan yana getirsem, ilişkileri anlatan ama çare sunamayan; olacak değil olamayan ilişkileri sorgulayan araştıran çalışmalar olur. Yeni bir akım metamodernizm. Bunu öğrenmek istiyorum. Yeni bir çıkış sistemin dayatmalarına karşı bir duruş sunan. Yapabilecek miyiz? Kitabın adı Birlikte Yaşayabilecek miyiz? Bugün okuduğum roman 2022 yılında doksan bir yaşındaki kadının yaşadıkları anlatılıyor. Alman bir kadın. Nazi kampında yönetici olan subay babası savaş sonrası idam ediliyor. Annesiyle birlikte Almanya’dan ayrılıyor. Çizgili Pijamalı Çocuk romanının devamı şeklinde yazılan romanda insanın şiddete şiddetle karşılık verdiğini yaşamak için ve duyduğu kin ve nefret için bunda kendisini haklı bulduğunu görüyorum. Bugün yaşananlar da bunu doğruluyor. İçerde ve dışarda yaşadıklarımız… Oysa kitabı okumaya başlarken ve ilk yirmi sayfasını okuduğumda “Yok canım bu karakterler gerçek değil, bir yaratı,” demiştim. Birkaç şey gerçek olabilir, yaşanılan savaş, kayıplar, işkenceler ve… Yazmak bile zor geliyor bana. Nazi kamplarında yaşananları… Sanki yanımızda yakınımızda yaşanmamış, tarihte yerlerini almamışlar gibi… Unutmalar… Gerçekten de kitabın adı gibi Artık Hiçbir Yer Ev Değil. John Boyne. Kitabın kurgusu ve dili oldukça etkili ama henüz ağlamadım. Çizgili Pijamalı Çocuk filmini izlerken sonunda ağlamıştım. Devamın yazılması gerekiyordu. İlk kitapta çocuk karakterler üzerinden anlatılan vahşet, ikinci kitapta Alman çocukların yaşadıklarını anlamamı sağlayacak sanırım yani savaş sonrasını… Canım gerçekten sıkkın. Dişe diş kana kan… Aşk gerçekleri görmemektir bana göre. Sevgi öyle değil, inancımı yitirmek istemiyorum. Günümüzde aşkın sonunda gözlerini açınca hemen de ayrıldıklarını görünce üzülüyorum ama kabullenmeye hak vermeye de çalışıyorum. Kendi söküğünü dikemeyen terziye kızmak gerek, kendisine zaman emek ayırmadığı için ya da yapamadığı beceremediği için.
Yazmak herkesin işi olmalı. Çünkü yazmak için okumak gerek ya, yazdıktan sonra belki gerçek dünya da bir başka dünya yani yaşanacak bir yer olur.
An’ı yaşamak beklemek, fantastik dünyaya teslim olmak… Aslında fantastik dünya da yaşanılır bir dünyaya adım atmak için bir yol olabilir. Deneyimlemediğim için net bir şey yazmamam gerekiyor. Bildiğim çocuklar için yazılanlardan bazıları. Bugünün çocukları macera okumak istediği için yine istediklerini yapmak mı bu? Bunun çare olmadığını mı göreceğiz yıllar sonra? Bilmiyorum gerçekten. Eğitim öyle bir şey ki yukarıdakiler ne olacağını biliyor ama biz bilmiyoruz. Biz sadece yetişkinliğe adım attığımızda bıraktığı sakatlığı sağaltmak için birçok teknikleri deniyoruz. Şimdi başına vuruyor ve korkularını yeneceğini söylüyorsun; korkmuyorum, affediyorum, seviyorum, değerliyim… Artık ne eksik kaldıysa ya da kırıldıysa. On yıl önce de bu göğsüne vurarak yapılıyordu. Birçoğu da eski tekniklerin karmasından oluşuyor. Yıllar önce duymuş şaşırmıştım. Kime sorsam antidepresanı doktora danışmadan leblebi gibi kullanıyor ve başkalarına da öneriyorlardı. Uyuyamıyor musun? Düşüncelerini durduramıyor musun? Tahammülsüz müsün? Mutsuz musun? Al geçer… Ne çok şeye iyi geliyormuş. Hatta şehir sularının ilaçlı olduğu bile söyleniyordu.
Kim mutlu? Ben değilim. Ama kitaplar yıllar önce dinlediğim o sözü anımsatıyor ve ben de kendimi bu mutsuzluklarıyla beslediğimi düşünüyorum. Kendi dertlerimi unutuyorum. Kabulleniyorum. Fantastik romanlar da böyle bir etki yapıyor mu acaba?
Ah Emre, yıllar önce sormuştun, dördüncü sınıfa giderken. Hep söylerim çocuklar küçük ama büyük gibiler. Filozoflar, küçük filozoflar. Acaba şimdi ne yapıyordur? Biz bu dünyada olmaktan mutlu muyuz yoksa mutlu olmaya mı çalışıyoruz. Polyanna bize birçok şeyi öğretti ama biz çocuklara bunu öğretemedik. Acaba çocukların en çok sevdiği kitaplar hangileri? Ne öğretiliyor onlara? Neyi empoze ediyorlar? Mücadeleyi, öğrenme isteğini öğretmediklerinden emin sayılırım. Bu tür kitapların çocuk okur sayısı oldukça az olmalı. Ulaşılamayan kitaplar… Genç kuşak bunun üzerinde durur, araştırma yapar umarım.
İki gün önce ilk kitabın yayımlanma hikâyesini yazdım. Yaklaşık iki sayfa sürdü. Ağlamadan yazabildim ve o dönemlerdeki azmime çabama şaştım kaldım. Anımsamak iyi geldi bana. Yazmak da öyle. Bugün öğretmen arkadaşıma telefonda bu yazımı okudum. Sonlara doğru sesim değişti, ağladım ağlayacağım. Çok duygulandım ve arkadaşımdan özür diledim. Beni etkilemedi, dedi. Yani duygusal olarak. Elbet ya o da öğretmen ve aynı şeyleri yaşadı. İşine devam edebilmesi için duygusallıktan uzaklaşmak önemli yoksa bu iş yapılmaz. Bir şey itiraf ettim. Merkeze tayin olabilmek için merkeze uzak yerlerde çalışmamız gerekiyordu. Yani orada öğrendik öğretmenliği ve kim bilir ne yanlışlar yaptık, dedim. Çok üzgünüm. Gerçekten. Şimdi böyle bir eğitim söz konusu bile olamaz. Yine bizimkisi şimdikinin yanında çok masum kalır. Ayrıca öğretmenlerin yaşadıkları da gerçekten içler acısı. Günümüzde öğretmen olmak çok zor. Veliler benim ilk mezun ettiğim çocuklar. Yaşayamadıklarını çocuklarının yaşamasını istediklerinden eminim, ama ne yaşayamadıklarını anlamıyorum. Öğretmenler velilerle uğraşıyor şimdi. Ters oldu şöyle olmalıydı; veliler öğretmenlerle uğraşıyor. Şiddete karşıydım ama şimdi de çocukların birbirlerine uyguladıkları şiddeti anlamıyor, sorunu çözemiyorum. Veliler öğretmenlerden bekliyor, öğretmen velilerden. Ben müfredattan bekliyorum. Kitaplar öyle ki çocuklarda merak duygusu uyandırmıyor. Araştırıp öğrenmelerini engelliyor. İki yıldır profesyonel olarak yapılan okuma atölyelerine katılıyorum da okumayı bilmediğimi öğreniyorum. Ne tuhaf. Bu yüzden çocukların okumaları için özel olarak eğitilmeleri kulüpler oluşturulması gerektiği inancındayım. Bunu yapan kulüpler var ama oldukça yetersiz. Ayrıca da ücretli. Herkesin ulaşabilmesi de zor.
Yarın Bizim Çağ Edebiyat dergisinin internet üzerinden buluşması var. Sevgi Soysal üzerine konuşulacak. Yazı serüvenini, öykülerinde ve romanlarındaki çözümlemelerini yapacak, yazım tekniklerini, dilini, kısaca geçmişi karakterleri anlamaya ve bugünü anlamaya çalışacağız. Dergi internet üzerinden yayımlanıyor. Oraya iki yazı gönderdim. Dergi yayım hayatına yeni adım attı, çiçeği üzerinde. Yakından gelişimini izlemeye çalışıyor ve diğer dergilerden farklı bulduğum için içim kıpır kıpır oluyor. İyi ki umutsuzluklarına rağmen çabalayan umut eden insanlar var. Her alanda var bu insanlar. Yolları açık olsun. Bugün kendimle ilgili bir şeyin farkına vardım. Dergiye yazdığım yazı beni uyandırdı. Evet ben de umut etmiş, çalışmışım. Son on beş yılım ise hastalıklarla ve velilerle uğraşarak geçmiş. Çalıştığım yayınevlerine uygun onların çizgilerine göre yazmaya çalışmışım. Öykülerimde köpeklere sosis verdiğim için basılmamıştı. Çocuk okurlarının sosis yiyemediğini söylemişti. Çalıştığım yerlerde yaşayan çocuklara ne anlatacağımı neye ihtiyaçları olduğunu yıllarca çalıştığım halde çözmemişim. Merkezde çalışmak için yapılması gereken adımlara benzetiyorum; başka yayınevine tayin olmak gibi bir şey olsa gerek. Günümüzde kitaba ulaşabilen çocuklar belli. Onların okuduğu kitapları yazmak… Ben yazamayacağım. Fantastik romanlar yazabilirim belki. Ne de olsa ilk yazdığım kitaplar böyle sayılırdı. Başladığım yere dönmek. Yeni baştan başlamak. Merkezden uzakta çalıştığım için şunu söyleyebilirim, çocukların okuduğu kitaplar gerçekten de… Ne? Çocuklara göre değil. On yılım gerçekten boşa geçmiş. Bu dönemde gerçekten de çok başarılı eserler verememişim. Yeni baştan başlamayı düşünmek bile güzel.
Bitti. Gün bitti.
Bir yanıt bırakın