KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 26 Ekim 2023 / Perşembe

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 26 Ekim 2023 / Perşembe

Erken kalkmakta zorlanmadım. Zor olan ulaşımdı. Anadolu yakasında E5’te yol haritasında kırmızı gösteriyordu. Avrupa yakasına geçince yol açıldı ve hastanedeki randevuma yirmi dakika önce gittik. Randevu saatinin üzerinden kırk dakika geçti. Sonunda sıra geldi. Muayene odasına alındığımda genç bir doktor beni masasının başında karşıladı. “Adım Mehmet. Fatih beyin asistanıyım. Hocamdan önce genel kontrolünüzü ben yapacağım,” dedi. Önündeki bilgisayardan raporlarıma baktı, nasıl olduğumu sordu. Üç ayda bir kontrollerim yapıldığından artık elle muayene yapmıyordum. “İyiyim. Şikayetim yok.” “Hocam gelince gereken tahlillere karar verecek.” Bilgisayarın tuşlarına tek tek basıyordu. Tuşların sesi dikkatimi çekti, parmaklarını görebiliyordum. Klavyedeki tuşların yerini bilseydim neler yazdığını çıkarabilirdim, diye düşündüm. Sandalyeden kalktı. “Fatih bey az sonra gelecek,” dedi ve odadan ayrıldı. Koridordaki sesleri dinliyor, doktorun sesini diğer seslerden ayırt etmeye çalışıyordum. “Hoş geldiniz,” dedi birisi. Hastaneye, onkoloji bölümüne gelen hastanın ne kadar hoş gelmiş olabileceğini düşündüm. Birkaç sesin doktora ait olduğunu düşündüm ama gelen olmadı. İlk muayeneye gelenlerin  ya da kemoterapisi devam eden hastaların muayenesi uzun sürüyordu. Derin bir iç çektim. Kaygılıydım ama bugün konuşacağımız bir şeyin olmayacağını, kan tahlili dışında tetkik yapılmayacağını biliyordum. Altı ayda bir muayeneye gelsem daha iyi olmaz mıydı? Buradan çıkacak, kan tahlilleri için üst kata gidip  kan verecektim. Sonuçları da whatsapptan  bildireceklerdi. Yalnızca glikoz önemliydi, çünkü ilaç verdiği halde seviyesi yüksek çıkıyordu. Yine yüksek çıkarsa endokrinolojiye gitmemi ayrıntılı bir tetkik yapılmasını isteyecekti. Uzun bekleyişten sonra doktor geldi. Hoş geldiniz demedi, elini uzattı, nasılsınız, diye sordu. “İyiyim. Bir şikayetim yok.”  Bilgisayara baktı. Asistanıyla konuştu. “22 haziranda kemoterapiniz bitmiş.” “Evet.” Bana osteoporoz tedavisine devam ediyor muyum, diye sordu. “Pro alıyor musunuz?” “Evet.” Asistanına döndü ve yapılmasını istediği tetkikleri saydı. “Üç ay sonra kontrole gelin. Tetkikleri yapalım.” Altı ayda bir yapılan rutin tetkikler. Ultrasonlar ve mamografi. Çok iyi dinledim çünkü randevudan önce devlet hastanesinde yaptırmayı düşünüyordum. Başımı salladım. “Şubat ayının ortalarında görüşelim,” dedi. “Bir dakika Çıktım bu defa elini uzatan ben oldum. Bu kadar. Dışarı çıktım. “Çok uzun sürdü. Ne dedi?” dedi merakla oğlum. “İçeride doktorun gelmesini çok bekledim. Görüşmemiz beş dakika sürmedi. Çok acıktım. Açlık şekerim düştü. Yere düşüp bayılmadan kan verelim sonra yemek yiyelim.” Üst kata çıkarken şeker durumumun belli olacağını düşünüyordum. Açlıktan mı bayılıyordum? Yoksa başka bir şey mi vardı?” Ödemeleri kredi kartıyla yaptım. Şifremi girdim. Telefonuma bankadan bilgilendirme mesajı geldi.

Dönüş yolumuz çok rahat oldu. Kahvaltı yapmak için bir yere girdik. Reçel yememem gerekiyor ama şeftali reçeli istedi canım. Bundan sonra tatlı ya yiyemeyecektim ya da çok yiyecektim. Oğlumla havadan sudan biraz da dedesinden bahsettim. İki yıl olmuştu onu kalp ameliyatında kaybedeli. Kendimi suçlu hissediyordum, ameliyat olmasına karşı çıkabilirdim ama beni de aynı doktor aynı hastanede ameliyata almış ve başarılı bir ameliyat olmuştu.

Telefonum çantamdaydı. Kalkmamıza yakın çantamdan çıkarıp baktım. G. aramış. Masaya bıraktım telefonu ve bir ara arama olduğunu gördüm. Telefonun sesi çıkmıyordu, ne zaman kapattığımı anımsayamadım. T. arıyor. Açtım. G. ile birlikte parkta olduklarını söyledi. “Haydi sen de gel.” “Geliyorum.” Neredesin?” “Hastaneye gitmiştim. Şimdi kahvaltı yapıyordum ama kalkmak üzereyiz.” “Haydi gel.” “Geliyorum.”

Parkta ikisini dışarıdaki masalardan birinde oturur buldum. Yanlarına gittim. Oturdum. Hastalıklarımızdan konuştuk. T. de beş yıl önce aynı teşhisle tedavi görmüştü. “Doktor altı ay sonrasına randevu verdi. Yılda bir kontrol yapılıyordu. Şimdi neden altı ay sonraya verdi bilmiyorum. Kaygılıyım,” dedi. Ben de altı ayda bir ultrason ve mamografi  yapıldığını, üç ayda bir çağırmasını gereksiz bulduğumu söyledim. “Sadece kan tahlili yaptırıyorum. Param çok olduğu için gidiyorum. Harcayacak yer bulamıyorum ya.” Güldük. G. de hastaneye gittiğini ve ilaç tedavisine başladığını söyledi. Bir yıldır süren reflü şikayeti var ve bir türlü ilaçlar sonuç vermedi. Yaşlanıyoruz. Hava kapalıydı. Bir ara damlalar düşmeye başladı. Şemsiye dışında kalan masaları boşalttılar. Gökyüzüne baktığımda kalkmamıza gerek olmadığını söyledim, “Çünkü bulutların rengi açık.” Gerçekten de düşen damlalar birkaç damlanın dışına çıkmadı.

Eve dönerken markete uğradım, eve geldim. Akşam çevrimiçi buluşmamız var. Yatmamam gerekiyor, yatarsam uyurum ve kalkamam.

Güzel bir edebiyat sohbeti oldu. Söyleşi için davet edilen yazarımız aynı zamanda yazma atölyesi yapıyor. Katılımlı, interaktif bir söyleşi oldu. Her zaman olduğu gibi yaratıcıydı yazarımız. Çocuk edebiyatı ve çocuk gerçekçiliği üzerine sözlerini sakınmadan eksiklikleri anlattı. Verimliydi. Yazar arkadaşlarım, verilen bir konuda, dört dakikalık ayrılan sürede birkaç cümle yazdı ve okudu. Ayrıntı vermeyeceğim. Bir buçuk saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Yazarımızın önerdiği kitaplardan Elias Canetti’nin kitabını nadir kitaptan sipariş verdim. Nadir’de dört kitap görünüyordu. Birini ben aldım. Diğer üçünü bizimkilerden kim alacak bakalım?

Bizim Çağ Edebiyat’ın kitap kulübüne girmek için mail attım. Saat yarım gibi gruba üye oldum. Kasım ayında okunacak kitabı öğrenmek için internetteki sayfasına girdim. Açıklama göremedim. Dün akşam Sevgi Soysal’ın kitapları üzerine dört yazar konuştu. Tadı damağımda kaldı. Sevgi Soysal, Bizim Çağ Edebiyat’ın  özel sayısı programında yer alıyordu. Gerçekten de özel oldu. Tek başına yapılan okumalarda belli bir pencereden bakıyorum. Farklı bakış açıları için bu tür etkinliklere katılınmanın önemini yaşayarak öğrendim. Yazmak için okumak gerek ama aynı  zamanda birlikte okumak da gerek. Eleştiri ve  inceleme yazan yazarlardan dinlemek ayrıcalıktır.

Feridun Andaç’ın Cumartesi Okumaları seminerlerine kayıt yaptırdım ve birinci dönem her hafta okunacak kitapları inceledim. Kütüphaneye girip elimdeki kitapları bulmam uzun sürdü. Bazılarının olduğunu biliyorum ama bulamıyorum. Yalnızca beş rafa baktığım halde uzun sürdü. Bu rafların birinde olacaklarından eminim. Kitaplara tek tek baktım, okudum. Nerede ne var, bilmem gerekiyor. Dört kitabı ayırdım, okunacaklar bölümüne koydum. İtalo Calvino’nun kitabını bulamadım. Bende olmayan kitapları internet kitapçısından seçip sepete yerleştirdim. Bizim Çağ’da okunacak kitapla birlikte alacağım onları.

  1. dedi ki, “Her umut ortakarar,” kitabını okumamızı önerdi. Düşündüm. Ne demek ortakarar? “Umudun ortası mı var?” “Ne ortası?” “Yani umudu seviyelere mi yarıyoruz?” Şaşırdı T. “Tamam olabilir. Karamsarızdır ve ortası bile kurtarır.” G. de düşünüyor yüksek sesle. “Olabilir,” diyor. “Siz ne diyorsunuz ya? Ortakarar diyorum.” “Ortak… arar…” dedi üstüne basa basa. Kelimeleri tek tek söyledi. Güldük. “Biz de umudun da ortası olduğuna inanmıştık.” Üçümüz de cümleyi üst üste söyledik. Gerçekten de ortakarar diye anlaşılıyordu. Kitap yurdundan baktım. Bazen kitapların iç sayfalarını veriyor. Bunun da ilk sekiz sayfası verilmiş.

Kediler? İyiler. Gece bana kendilerini sevdiriyorlar. Gündüzleri ise beni görünce tabanları yağlıyorlar. Onları seviş tarzımdan hoşlanmıyorlar. Gece yorgun olduğumdan benim istediğim gibi değil, onların istediği gibi kucağıma almadan sakin sakin seviyorum. Konuşsalar ne derlerdi acaba?

Okumak güzeldir. Yazmak, her gün yazmak ise kalem alıştırmasıdır.

Bu gece de onu yazamadım. O?

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*