GÜNLÜKLER – 8 Nisan 2021
Yaşadığını hissetmek için bir şeyler yapmak. Benden önceki kuşaklar için bu çalışmak ya da üretmek anlamına geliyor. Çalışmaya başlamayı düşündüm. Sadece düşündüm. Henüz plan yapamıyorum. Sonra düşündüklerimin anlamı kalmadı tuz buz oldu. Hiçbir şey yapacağım.
Hani hayvanlarla ilgili bir çalışma yapacaktım ya… Artık yapmayacağım. Belki babamın öyküsünü yazmalıyım. Zeytin Büyücüsü olan babam.
*
Ona artık genç kız demeliymişim. Çünkü o artık çocuk değilmiş. İlk gençlik yıllarındasın, diyorum. O ne demek, diye soruyor. Gençliğin ilk yılları yani. Ne zaman yazmaya okumaya başlayacakmışım, merak ediyor soruyor. Bilmiyorum, demiştim. Okumam için verdiği kitapları geri almakla tehdit etti beni. Hemen şimdi alıp gitmemesi için yalvarmak istedim ama yalvarmadım. Neden okuyamadığımı anlatmaya çalıştım. Oysa hiç nedensiz okumak yazmak istemeyişim. Beni yazacağım öyküler üzerine konuşturdu. Dilim çözüldü de kendime inanamadım. Neler yapacakmışım meğer. Şimdi yine unuttum. Umarım anımsamam. Çünkü yapamayacağım. Bir yazının bir de çizimi olmalı. Artık bu olmuyorsa yazmaya gerek de yok. İşte yazmama nedenim; hayvanlarla ilgili olan çalışma.
*
Babam zeytinleri ilaçlamazdı. İlaçların yağla bize geri döneceğini söylerdi. Bir gün zeytin alıcısı zeytinleri görmeye gelmiş. Yeşil zeytinleri lekeli görünce ilaçlamasını, ilacın içine de tutkal koymasını önermiş. Herkes öyle yapıyormuş. Bu herkesin kimler olduğunu çok düşündüm. Kendi çevresindeki zeytinciler olmalı. Kaç kişiler bilmiyorum. Babama, o adam mı aldı zeytinleri, diye sormuştum. Ona vermemiş.
Yaşadığımız ilçeyi yazmayı düşünüyorduk. Ben ve annem. Annem okumalara başlamıştı. İlçemizle ilgili fazla bir kaynak yok. Babamla annemin buraya geldikleri yıldan itibaren gördüklerini anlatmalarını istemiştim. Annem işi çok büyültmek istedi. Sadece onların gözünden ilçemizi anlatmak yeterli gelmedi. Fotoğraflar istedi arkadaşlarından, sonra görüşme yapacağı kişilerle buluşmak için konuştu. Ben babamdan dinlemek istemiştim. Ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz ya öyle bir şey oldu işte. Bu yazıyı yazmayacağım, dosyayı kapatıyorum. Babam buraya istasyon şefi olarak, annem de öğretmen olarak atandı. Yıl 1967. Ben bir yaşıma henüz girmemişim. İlk oturdukları evi eskiden göstermişlerdi, tek katlı bir evdi ama şimdi anımsamıyorum. O evin yerinde şimdi apartman yükseliyor; altı katlı. Lojmanda oturduğumuz yılları anımsıyorum. Peronda geçen çocukluk. Yolcular ve trenler. Biletler ve bavullar. Peronda çöp şiş kokuları. Kara dumanlarını savura savura ilerlerken, arkalarındaki kara vagonları çeken yorgun trenler. Tren gittikten sonra rayların arasında dolaşan eli kovalı maşalı yaşlı kadınlar. Trenin bıraktığı küllerin arasından yarısı sönmüş yarısı yanan kömür parçalarını toplarlardı. Bekleme salonunu çok severdim. Kışın sıcak, yazın serin olurdu. Trenlerin gelmesine yakın babam küçük pencereyi açar yolculara bilet keserdi. Bu işi yaparken çok ciddi olurdu babam. Ben de bilet isterdim. Verirdi. Ancak bileti olan yol gözler, yolculuk düşler. Öyle düşünürdüm. Peronun ucuna gelir, trenin dumanını görmeyi beklerdim. Nereye gideceğimi de hiç bilmezdim. Bir bilinmezdi, bu korkutmazdı beni. Korkutan şey bir daha geri dönememekti. Gitmeli miydim?
Kardeşimle birlikte dört saatlik tren yolculuğuna çıkardık. Son istasyonda bizi karşılarlardı. Trenin ön vagonundan trencilerin arasından iner büyüklerimize teslim edilirdik. Geldiğimiz gibi de evimize geri dönerdik. Babam herkesi tanıyordu ve biz de babamın sayesinde kimseden korkmuyorduk.
Bu hikayeleri defalarca yazdım ve anlattım. Hele bir öykü yazmıştım öykü kadar öykünün yazılış öyküsü de benim için çok değerli oldu. Bir çırpıda tüketiverdim işte çocukluğumu ve gençliğimi. Yazarken olsun yaşarken olsun bitmez gibi hissedilen ama bitiveren bir dönem.
*
Yazı hayatımdan bir şeyler yazmayı çok isterdim. Ama nedense çocukluk ve gençlik yılları gibi aklına gelivermiyor sürekli. Umurumda bile olmuyor bazen. Özellikle son günlerde. Yazıya nasıl başladığımı çok yazdım. Kısacık anımsamalar. Şimdi yazdığım gibi yazdıklarım da var. O yazılarda öyle coşkulu, öyle heyecanlı bir ben var ki… Tuhaf karşılandı aşırı bulundu belki de o yüzden de ben değiştim. Sonra adım çıksa deliye ne diyeceğim diye düşündüm taşındım; her gün üç dört ilaç yuttum üç günde bir, haftada bir, ayda iki, ayda bir derken psikiyatriste taşındım. Yaklaşık yirmi yıl önce psikiyatriste giden ve ilaç kullanan kişilere deli gözüyle bakıyorlar mıydı?
Babam bana hastalığı konduramadı. İlaçları alma da diyemedi. Ne çok uyuyordum. O yıllardan anımsadığım sadece uyuduğum. Öyle ki ne çalışıyorum, ne ev işi yapıyorum, ne yazıyorum, ne de okuyorum, ne de ne de ne de… Sadece ve sadece hatta oturduğum yerde uyuyorum. Uyumazsam üç dört çeşit yemek yiyorum. (Üç dört çeşit yemeği ben yapıyorum, ev işleri bana ait ve iş yerine gidiyorum, hem okuyorum hem de yazıyorum. Ama nedense ben ve herkes uyuduğumu hatırlıyor. İki ben varmış demek ki biri uyurken diğeri işleri yapıyormuş. O yıllara ait fotoğraflarımı görünce beni nasıl bu halde dışarıya çıkarmışlar diye söyleniyorum. İlaç kullandığım ortada. İlaç kullanmaya devam ediyorum. Fakat gözlerim biraz daha iyi.
Haziran ayında gittiğim hastanede karşılaştığım hastalar beni çok etkilemişti. Her biri bir zamanlar beni yansıtıyordu. Duygularım çok karışıktı. Ağlamam gerekirdi, her şey için ağlamam gerekirdi: Gördüğüm hastalar, danışmadaki memurların davranışları, doktorların yaklaşımı… Her şeyi kişiselleştirmiştim. Neredeyse koşarak oradan uzaklaştım.
Bugün de yazılmadan çizilmeden biten düşlerim için bu olayı kişiselleştirdim. Elimde değil. Şimdi koşarak nereye gideceğimi bilemiyorum.
Kafamda kalan düşler koşsam, kaçmak istesem önümden mi gider yoksa arkamdan mı gelir? Babam hiç koşmadan yaşadı diye düşünüyorum. Önünde her zaman yapacak bir toprak işi vardı. Kimseyi takmazdı. Düşlediği gibi yaşadı sanki. Sonra da neler düşlemiş olduğunu düşleyerek yaşadı.
Okuyabilecek miyim? Yazabilecek miyim? Doğru soruyu sor. Düşleyebilecek miyim?
Bitti. Yine bitti. İçimde bir bitiş hissi. Ama neyin bitişi adlandıramıyorum.
Bir yanıt bırakın