GÜNLÜKLER – 1 Nisan 2021  

 

GÜNLÜKLER – 1 Nisan 2021

Zamanın ilerlediğini yeni mi fark ediyorum? Öyle olmalı; dünden bugüne her şeyi olduğu gibi bırakmışım. Toparlanacak ne çok düşünce var. Ne kadar çok anı var. Her birini dışarı çıkarıp şöyle bir elden geçirip, onarıp yamayıp işe yarayanları yerlerine koymak var. Diğerleri geri dönüşümü olmayacak bir şekilde atılmalı. Yerlerine koyulanlar da büyük olasılıkla bir daha yerlerinden çıkarılmaz. Hepimiz aynı bok çukuruna defalarca  düşüyor, kalkıyor yola pardon hayata devam ediyoruz.

Ne oldu son yazıdan bu yana? Aile büyüğümüz babam aramızdan ayrıldı.  Yaşlanan sadece o değildi demek ki. Bunu fark ettim ve ister istemez büyümek zorunda olduğumu düşündüm. Büyürüm ya da büyümem bunu zaman gösterecek. Bazen yaşa deneyimlere bakmıyor. Genetiğin de ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyorum. Ben sanırım babama benzemişim. Yaş aldıkça az konuşmaya başlamıştı. Ben de konuşmuyordum. Hatta yazmaktan bile uzaklaşmıştım. Yaptığım yalnızca yazma düşüncesini yaşatmaktı. Yazmak ve okumak düşüncesine sımsıkı sarılmak. Öğretildiği gibi üreten insan olmak zorundayız ya… Kızıyorum şu insanoğlunun değişmeyen huylarına, alışkanlıklarına sımsıkı sarılmalarına bırakamamalarına…

Bir karakter yaratmak ve o karakteri oynamak. Yazmak yazmak…  Sonrasında başka karakterleri kitaplardan okumak. Aslında hiç değişmemek. Yazı değişir, üzerinde oynarsın, kurgularsın… Ya kendini kurgulamak nasıl olur? Yanıt yok. Yine sıfır noktasındayım. Almak istediğim kitaplar değişmiş. Beğenilerim değişmiş. Tercihlerin değişmiş. Ben değişmiş miyim? Sadece yaş aldım. Herkes gibi herkesin girdiği çukurun başına gelmiş durmuşum. Batmak var ama unutmamalı ki tek başına da içinden çıkmak var. İki kişi birlikte  bile düşse oradan tek başına çıkılıyor.

Canım öyle çok sigara içmek istiyor ki… Yazılmaması gereken bir cümle. Tıpkı tuvalete gittiğini yazmadığın gibi konuşmadığın gibi. Bıraktığın şeyi arıyorsan ve bunu anıyorsan bir daha asla seni bırakmayacak demektir. Bu tüfekle  açıklanıyor. Duvara tüfeği astıysan, o tüfeğin patlaması gerekir. Biz okur olarak bunu bekleriz. Ben mi? Ne fark eder ki. Bir kuşu bile vuramam ya da bir fareyi… Kendimi devalarca vurabilirim her patladığında.

Küçük çocuk kızıyor. Küçük çocukmuş gibi davranıldığından kızgın. Özellikle bana, kırıcı davranıyor. Kendini bana yakın hissediyormuş. Onu anlattıklarımla korkutuyormuşum. Korona belasının neler yaptığını konuşmak zorundayım. Hayır sorun bu değil yalnızca. Her şeyi bilmediğini bilmemesi sorun. Kayıplar yüzünden ondan elli dört yaşında bir kadın gibi davranmasını bekleyemezdim. Ona kapının önünde ne var, diye sordum. Yanıt elbette koronaydı. Bilemedi. Paspas dedim. Ne alaka, dedi. Onu üç yıl önce nasıl kandırdığımı oyaladığımı anımsadım. Diğer yandan da geçmiş anılarım canlandım. Çocukluğumda bir yerlere gidilirken anahtarlar paspasın altına bırakılırdı. Bunu hırsızlar hiç bilmiyordu. Herkesin bildiğini hırsızlar bilmiyordu yani. “Paspasın altında ne var?” dedim. “Ne var?” diye sordu.  “Anahtar!” dedim ona. “Kapının önünde ne var? Paspas var. Paspasın altında ne var? Anahtar.” Bunu birkaç defa tekrarladım. Gülmek zorunda kaldığı ya da benim gülmemi komik bulduğu için o da güldü. Hatta bununla ilgili bir de video izlettim ona.  “Bunun neresi komik?” diye sordu. Söyledim ya, dedim. Ne söylemişim? Komik olmadığını o zamana göre komik olduğunu…

Babamın etrafında dolanıyorum. Ona ait olanları kelimelere nasıl dökeceğimi bilemediğim için küçük çocuğa davrandığım gibi davranıyorum kendime. Aldığın yaşı kabul etmesen de artık yaş alınmıştır. Bir gün küttenek karşına çıkar. Küttenek…

Salah Birsel’in günlükleri ve denemeleri öyle güzel ki imrendim doğrusu. Yazar arkadaşım önermişti. Harikaymış. Yazmak zorunda değiliz dedim, onu okumak dondurma yemek gibi bir şey. Öyle güzel kelimeler kazandırmış dilimize ki sevmemek elde değil. Ne güzel kelimeler, ne güzel cümleler… Düştüğümüz bok çukuruna o şöyle derdi, “Bok böceğinin çok sevdiği çukurda gerekli besinleri aldıktan sonra çıkamamak böceklikte var mıdır?” Bu sadece öykündüğüm bir cümle oldu hiçbir şekilde yanından kıyısından geçemem. Kitap isimleri bile çok güzel.

Babamı düşünüyorum. Bugüne kadar ne yazabildim ne de okuyabildim. Bundan sonra onun yokluğunu gidermek için okuyacağım sanırım. Ve bundan sonra da unutmak için okuyacağım. Benim hayatımı değil başka hayatları kurguları karakterleri mercek altına almak gerekecek. Dün görüştüğüm arkadaşlara tek tek neler yaptığımı söyledim. “Bunu geçen konuşmamızda anlatmıştın.” dediler. Zaman geçti ama… “Öyleyse kaç gündür hiçbir şey yapmamışım.” demekle yetindim. “Sen anlat.” dedim. Onları dinledim.

Günlerdir hastaneye gitmek dışında, evden çıkmadım. Bugün ilk kez çıktım, pazara gittik. Evimdeki yuka yani yukam sanırım artık kurumuştur. Eme benimle. Bugün ona gitmedim. Ben evden çıkarken babam “Kediye benden selam söyle.” derdi. Yine selamını eksik etmiyorum.  Corona evimi unutturdu. Arkadaşım dedi ki “Posmodenizmden sonra gelen akım neydi? Sen söylüyordun ya.” dedi. “Geçti o. Artık geçerli değil metamodernizim. Yeni bir çağ başladı ve adı henüz konmamıştır sanırım.” dedim.  Coronanizm olabilir mi?

Babam sevilen bir insandı. O toprakla uğraşmayı çok severdi. En çok zeytinlerini sevdi. Bir gün onu zeytinler çiçeklendiğinde ağaçları tek tek dolaşıp çiçeklerini sevdiğini -izlemek değil gerçekten de sevmek bu olmalı- gördüğümde ben de onun bakışıyla çiçeklere dikkatle baktım. Sonra da hep gelişimlerini izledim. Zaman öyle hızlı geçiyordu ki bu bahçede. Limonlar ağaçlardan toplandıktan birkaç gün sonra yeniden çiçekleniyordu. – Bu birkaç gün gibi gelen zaman dilimi gerçekte bir ay. Biz çocuklarını da severdi. Kuşları severdi. Kuşlara sadece kış aylarında sabahları yem verirdi. Sadece günde bir defa. İki defa versen ne olur yani? Olmaz, hazıra alışırlar. Şimdi bahçesini dolaşacağım ve yine kurgulayacağım, bahçeyi babamı bahçeyle babam arasındaki ilişkiyi. Özel hayatımıza girmeyeceğim. İnsanlardan çok doğayı anlatmak istiyorum. Toprakta, ağaçlarda, bitkilerde geçen zamanı mevsimleri döngüyü izlemek insana huzur veriyor. Sadece izlemek ama. “Ağaçların dipleri çapalanması gerekiyor. Ne yapalım?” diye sordu bir gün. “Adam tutacaksın, çapalatacaksın. Bir kişi on günde bitirir.” Sonra gelenlere de sormaya başladım. Bir gün gelenlerin yanında ben de vardım. “Beril’e sorun bakalım ne yapmalıymış?” Gülüyor. “Adam tutacaksın yaptıracaksın.” Ne benim ne onun ne de annemin artık yapamayacağı bir işti. Yapacak adam da yok. Topraklarını sattılar, tarım işçiliğinin yerini fabrika işçiliği aldı. Şimdi fabrikada çalışıyorlar. Sanırım en sadık kişi yine babamdı. Son yıllarda annem yapıyordu işleri yani çalışan insanların yanında oluyor, onlara işi gösteriyordu. Ben artık unutmuşum. Toprakla uğraşımız hep ikinci işimiz oldu. Adım ona hobi. Sırtımızda bitti ayrık otları, kanyaşılar, dikenler… Bizden önce tüketti ürünleri bitler, sinekler, böcekler… Askıda mandalinalar. Bir gün buraları anlatmalı. Birkaçı yıkılmış olsa da eski yapılar henüz ayaktayken yazmalı. Bir kız evladından çok erkek evladıdır toprak. Her ne kadar doğa ana dense de, üreten doğurgan görülse de erkek egemenliği sürmekte toprakta.

Ah bugün de bitti. Turpotunun mevsimi geçti. Gelincikler daha ocak ayındayken yapraklandı. Onlar da pazarlarda tezgahlara çıktı mide alıcısının görücülerine.

Bitti.

2 yorum

  1. Ne diyeyim. Ilık ve hüzünlü bir rüzğârına kapılıp savruldum anılarının içinden. Öncelikle babanın kaybına çok üzüldüm. Daha yapacakları vardı tamamlayamadığı işler. Tarım fuarını anlatmıştın. Oradan biliyorum. Bu kadar güzel ağaçları olan insanlar ölmemeli. Ne yazık ki hayat hep puslu yüzünü gösteriyor aynalarda. Hayatın anlamı ve bıçak sırtında yürüyen akrobatlar üzerine öyle çok düşünüyorum ki bu aralar. Önemli kavşaklarda yazma coşkusu gelince insan bırakmalı kendini yazılara. Umarım sen de öyle yapıp bu yazılara devam edersin. Yazacak çok şey vardı ama aklım yazmakta olduğum oyunda. Evet kendi kurgularımızı asla yapamayız. Elimiz yanar parmaklardan. Başka hayatlar başka acılar yürek mi soğutur yoksa kronik hüzünler evine mi hapsoluruz? Doğa Ana tezini çürütmen de güzel, yazın da baştan son. Şimdilik hoşça kal Nermin. Emel

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*