GÜNLÜKLER -71-

GÜNLÜKLER -71-

15 Kasım 2018

İki günde, sekiz saatim yolda metrobüs, metro, dolmuşta geçti. Yorulmuşum. Yorgunluğumu dayanıksızlığıma yorumlamıştım. Öyle değilmiş. Kitap fuarında okurlara hizmet vermek için çalışanların hepsi yorgundu. Bazı yazarların otelde kaldığını da duyunca… Bunca yorgunluk sonucunda emeklerin karşılığı maddi manevi alınmış mıydı? Desteklenmiş, anlaşılmış mıydı?   Bu meslek?.. Ne çok bilinmeyen yüzü var, bu çalışma alanının, düşündüm.

Yazar, çevirmen, editör, yayınevi çalışanları hizmet alanında görevli her yaştan insan. Gençler bu meslekte daha çok acemi ama gözlemleri neler, bunun da araştırılması gerekir. Umut taşıyorlar ve bu mesleği meslek edinmeye hazırlar mı?

Meslek?..

Yıllardır okur yazarlığın boş zaman işi olmadığını, bunun bir meslek olduğunu anlatmaya, olarak göstermeye çalışan ve mücadele veren yazarlarımız oldu. Yazarlarımız diyorum çünkü onlar olmadan bir iş alanı olamazdı. Sevgi Soysal’ın yurt dışına çıkarken mesleğini ‘yazar’ olarak yazdırabilmek için verdiği mücadelesi anlatılır. Sevgi Soysal’dan  önce ve sonra da yazarlar bu mücadeleyi verdi. Ben özellikle kadın yazarları anmak istiyorum. Çünkü onlar için meslek olarak görülmeyen bu iş alanı, meslek hanelerinin boş bırakılmasına neden oldu. Ben şanslıydım. Bu işi meslek olarak görmedim. İki mesleğim vardı ve ikisini de kullanıyordum. Dr. Med. Vet. ve eğitimci. ‘Eğitimci yazar’ olarak çok nadir kullandım. Hatta Dr. Unvan bile yer almadı. Doktor olup eğitimci olarak çalışmak ilk yıllarda hatta işsizliğin yaygın olmadığı, herkesin kendi mesleğini yapabildiği zamanlarda yanlış anlaşılıyordu. Şimdi ise bu gayet normal olduğu kadar kabullenilmiş bir durum. Gençlerimizin okudukları alanlarda çalışma şansını yakalamaları çok zor. Çalışsalar da… Bizim zamanımızda mesleğimizde yükselmek için her işi yaptık… Bu söylemlerle gençlerimize karşılaştıkları zorlukları aşmak için çalışmaları, umutlu olmaları için çok şey söyledik. Neler çektik neler… Özellikle kadın olmanın getirdiği zorlukları ve çektiklerimiz… Bunlara değinmek istemiyorum. Bunun nedenini düşündüğümde karşıma kadın yazarlarım çıkıyor.  Onlar yazmış mıydı? Yazdıklarında da yazıları yeterli sayıda okurlara ulaşmış ve anlaşılmış mıydı? Yazmadılar. Çünkü bu normal karşılanıyordu, kadınlar da anlamıyordu, umut taşıyan yazılar ağırlıklı olmalıydı, önce okumanın bir boş zaman işi olmadığın okurlarına anlatabilmeliydi. Meslek hanesine ‘ev hanımı’ yazılması için yani ev içi emeğin görülmesi için bile başlı başına bir mücadele gerektirmişti. Şimdi ben de yazmamalıydım. Ama…

Yaptığım bütün mesleklerimde gerçekten de çok mücadele verdim, iyi olmak, yaptığımın en iyisini yapmak için. Çok çalıştım, bedenen  çalışıp her işi yaptığım gibi, mesleki okumalarım da çok oldu meslekte gelişmek için. Evdeki hamaratlığımın hamallık bölümü, meslek hayatımda da devam ediyordu. Meslek hayatımda beş yılımı doktor olarak, beşten sonraki beş yılımı doktor ve eğitimci olarak, beş yılımı doktor eğitimci yazar olarak, yedi yılımı eğitimci yazar olarak, son bir yılımı yazar olarak geçirdim. Bütün bunlara ek olarak ev içi hizmetim olduğu gibi okur olarak da çalıştım. Okurluğum neredeyse part time işim oldu. Bunu iş edindiği yeni yeni anlıyorum. Okumak için seçtiğim kitapları kendim seçmiştim ve bu kitapları nasıl oluyor da edebiyat eserleri olduğuna hep şaşıyordum. Bu nasıl oluyordu? Şimdi şimdi anlıyorum da bunun nedeni okul sıralarında aldığım eğitimdi. Eğitimim boyunca bunun eğitimini de almıştım. İlkokul öğretmenimden tutun da ortaokulda Türkçe dersine giren öğretmenim, lisede Edebiyat derslerine giren öğretmenlerime kadar.

İşin ilginci edebiyat eserleri dışında da yaptığım okumalar. Eğitimde, hekimlikte, sağlıkta, kişisel gelişimlerinde… Aldığım kurslar, destek olan kurumlar… Ya dostlarım ve onlarla paylaşımlarım…

Bugün bunları düşününce ne tuhaf diyorum kendi kendime, acaba bir alanda tercihimi yapsaydım ne olurdu? Olacağı belliymiş. Bugün en uzun yaptığım meslek eğitim alanında olmuş ve sınıf öğretmenliği içime davranışlarıma duygularıma düşüncelerime işlemiş. Değişimi sağlamakta zorlanıyorum. Öyleyse bir insan ömrü boyunca tek bir meslek alanında çalışmamalı diye düşünüyorum. Fakat bu düşüncemi desteklemeyen yurt dışındaki meslek yaşamları. Meslek hayatına atıldığım ilk yıllarda sadece bir hastalıkta uzmanlık yapmış otorite kişiler tarafından eğitim aldım, görüşler aldım, mesleğim için destek aldım. Salmonella hastalığını bir uzmandan aldım ama her uzman kendi alanlarında bana eğitim verirken ben her şey olmak zorunda kaldım. Her şey olamayan bir şey bilmiyordu ve kabul görmüyordu. Hekim ameliyatta yapmalıydı, tüm hastalıkları teşhis de etmeliydi, göz hastalıklarını, kulak boğaz, dahiliye, iç hastalıkları, mikrobiyoloji, pataloji, parazitoloji… Hatta psikolojisi bile girmişti işin içine.

En zoru eğitimci olmaktı. Pedagog olabilmeliydi, rehber öğretmen olarak hizmet vermeliydi, tüm derslerde uzman olmalıydı, İngilizce bilmeliydi, çocuk psikolojisini bilmeliydi,  tamirden anlamalıydı, bilgisayar, katiplik, iyi okurluk, siyaset… Daha saymalı mıyım? Okul müdürünü tanımalıydı, idarecilerini ve öğretmen arkadaşlarını, Milli Eğitim, İlçe Eğitim görevlilerini, müfredat bilgilerini… Ben bunları doğal karşılıyor ve gerçekten de bilinmesi gerektiğine inanıyordum.  Çünkü Köy Enstitüsü Eğitimini biliyor ve bunun gerekliliğine inanıyordum. Peki yazarlık? Bu daha zordu. Üç dört dergi takip ettiğim uzun yılları unutur muyum? Dergilerde yazdıktan ve tanındıktan sonra kitaplarının basıldığı yazarlar… Onlar yazardı. Okurlar için yazan okumalara yazılarla disiplin ve değerlendirme kazandırmaya çalışan yazarlarım. Okurların söz alması için emek veren, yazmaları için destek veren hoş görülü yazarlar. Sonra da yazarlık atölyeleri kuruldu. Ne büyük emek ve özveriydi bu. Yine kadın yazarlarımı düşünüyorum. Bunlar da yazarların meslek alanlarına giriyordu. Bu durumda ben yazar olmadım. Dergilerde izlediğim yazarların yavaş yavaş kitapları olduğunu kendilerini geliştirdiklerini izledim. Ne çok yazar kazandım, seçmeyi tercih etmeyi öğrendim. Romanlar, öyküler, anılar. Sadece bunlar mı? Kuramsal yazılar, felsefe, psikoloji, sosyoloji…

Her meslek ülkemizde sonsuz bir öğrenme alanıydı. Bunun için tüm zamanını vermeliydin. Romanlar birbirini tekrarlamamalı, bunun için de sürekli kuramsal ve diğer kitaplardan okunmalı öğrenilmeli ve yazıya aktarabilmeliydi. Ya bunları yapmak için gerek zamanı ayırabilmek için maddi kazanç gerekiyordu, bu sağlanabiliyor muydu?  En çok buna üzülüyorum. Kazanamıyordunuz? Şimdi bu daha zor ve zamanınızı başka mesleklere de ayırmanız gerekiyor. Bu nedenle de verilen eserler… Çok az kadın yazarlarımız vardı. Ekonomik özgürlükleri olmalıydı, her alanda mücadele vermek zorundaydı. Ya kendilerine ait bir odaları var mıydı? Birçoğunun  yoktu.

Suat Derviş çektiklerini yazmadı. Tomris Uyar yazmadı. Diğer kadın yazarlar da yazmadı. Yeni bir mücadele alanı vardı; kadın haklarını savunmak, haklarını kaybetmemek için mücadele vermek, kendileri için ve…

Çok zor. Bütün bunlarla mücadele verebilecek miydim? Şimdi tüm bu çekilenlerden sonra yeni baştan başlayabilecek miydim? Hamallıktan başlayabilecek miydim? Buna cesaretim var mıydı? Mücadele cesareti. Emin olduğum bir şey var ki artık bu güzel insanlar yavaş yavaş aramızdan ayrılmakta. Yerlerini dolduranlar ise sabırsız. İdarecileri her hamallığı yapmalarını  bekliyor ve işin kötüsü de kendileri bilmiyor. Bütün işi yüklenen insanlar gidince her alanda işlerin yürümediğine tanık olacağız. Oluyoruz da. Bunun sonu ne olacak?

Yurt dışında her alanda çalışanlar, kendi alanlarında uzmanlıklarına devam ediyor. Disiplinler arası anlaşmazlık olsa da. Eskiden birlikte çalışmak vardı. Şu sıralar edebiyat eleştirmenlerinin eleştirilmesi beni şimdiki işimde kaygılandırıyor. Eleştirinin sonu her alana yansır mı? Sırası gelecek elbette. Yeni kuşağın verdiği eserler… Şimdi ben eleştirmen de mi olacağım? Yok bunu istemiyorum. Sadece kendi okumalarım için bunu yapmam gerektiğini düşünüyorum. Bu alanda uzman olanlara bırakmalı bu işi. Ben sadece okumalı ve yazabilirsem yazabilmeliyim. Şimdi ben bütün bunların farkında olan bir insan olarak ya da çalışan olarak nasıl konuşmalıyım? Hangi birini anlatmalıyım? Kafa karışıklığımı nasıl çözümlemeliyim? Nasıl anlaşılır olmalı mıyım? İşte o zaman, bunları konuşamadığım zaman iki kelimeyi bir araya getirmem olanaksız. Anlaşılmamam çok normal. Nereden başlayabilir ve okuma ve yazmada yol gösterici olabilirim?

Bize benim yaşlardaki yazar dostlarıma bırakılan mirası başkalarına bırakmak taşımak nasıl olabilir ki? Günlük hayatta konuştuğumuzda kullandığımız kelime dağarcığımız yeterli mi? Bu olduğu gibi yazıda mı yer almalı? Kelime dağarcığını geliştirmemeli mi? Bunu anlaşılır olmak için böyle yaptığımıza inandırmamız mı gerekli kendimizi. Neden çeviri kitaplar farklı? Tercih ediliyor? Çevirmenler gerçekten de çok iyi eserler veriyor, emek veriyor. Çünkü kelime dağarcıkları çok zengin. Bunu yeni yeni fark ediyorum. Artık tanıtım yazıları bile…

*

Bugün her şeyi paylaştığım dostumla birlikte fuarda görevliydik. O olmasaydı sanırım gitmeyecektim. Ona bu kafa karıştıran konuları anlatmıyorum ki umudunu yitirmesin. Susmak ise en zoru. Susacaksam neden bunca yıl öğrenmek için okudum? Kendim için elbette. Şimdi bir odam var. Kitaplarım var. Kalemim var. Ama zaman zaman isteğimi kaybediyor, mirası korumak istemiyorum, ne okur olarak ne de yazan kişi olarak. Yazar diyemedim kedime, dediğimde ise bu etiketi görmek istedikleri içindi.

Şimdi hekim olarak çok rahatladım, iş bitti. Eğitimci olarak da öyle. Bütün işlerimde öyle. Anne olarak büyüttüm de arkadaş oldum. Ev hanımlığımdan emekli oldum.  Aşçılığı bıraktım. Ne çok şey yapmışım, diye düşünmeden edemiyorum. Şimdi bir hafifledim, dinlendim. Artık, kalıplaşmış mesleki davranışlarımdan kurtulmak için değişim için mücadele veriyorum. Ne çektiğim değil, bunu neden yaptığımı değil, bundan sonra ne yapmak istediğimi düşünüyorum. İğne oyası yapmayı bilmiyorum, belki bunu öğrenirim. Resim yapmak da istemiyorum, yabancı dil öğrenmek de… Yaptım. Şimdi yapmadıklarımı yapmak istiyorum. Hoş edebiyat konuşmaları yapacağım dostlarıma zaman ayırmayı, okumamızı istiyorum. Onların da yazmaları için çok ısrar ettim. Anladım ki yani yeni son okumalarımda modernizm ve postmodernizm sonrası metamodernizmmiş. Bu son dönem hakkında pek bir şey bilmiyorum. Bunu öğrenmek istiyorum. Çünkü bunu yaşama sırası geldi. Parçalandık. Parçalarımızı birleştiremedik sanki ya da fark ettik de şimdi reddetme aşamasındayız. İtirazımız var. Peki şimdi ne olacak? Ütopya yaratmak gerek. Gidecek bir yer olmalı ki bunun arayışı var. Roman kahramanları artık gidiyor. Nereye? Bir bilebilsem?

Küçük Prens’in bir gezegeni vardı ve yazar ortadan kayboldu. Birçok yazar yaşamlarına son verdi. Erkek yazarların adaları vardı. Sait Faik’in adası unutulur mu? Ormana giden son okuduğum romanın kahramanı. Evden çıkıp bir daha dönmeyen kahramanlar unutulur mu?

Neyse böyle işte. Bir fuar daha bitti. Güzeldi. Çocukların hâlâ saf olduklarına inanıp eğlendim onlarla. Buna ihtiyaçları olduğuna inanıyorum. Hep inandım da. Ama edebiyatta da eğlenmelerini mi sağlamalı, bilgi dolu eserler mi vermeli, nasıl davranmaları gerektiğini mi öğretmeli?.. Bu arada veliler ne yapacak? Veli olmak da bir iş aslında. Herkes istiyor, kimden bekleniyor bütün bunlar? Herkes topu birbirine atıyor. Televizyon öldürücü kutu ve neden bu eleştiri almıyor? Yakınlarımız neden eleştiri alıyor da bütün görülmüyor eleştirilecek gerçekler üzerinde durulmuyor? Öğretmenler çocukların eğitimi için mücadele verdi ve veliler ne zaman bu gerçeği gördü?  Hep bir şeyler geç kalmışlık duygusu yaşıyorum. Gel de duygusal olma. Bize duygusal olmayı öğrettiler. İnandırdılar. Yanı başımızda olmayan yetimler, beslemeler kapımızın önündeymiş gibi hissettik, korktuk. Şimdi sokaklarımızda kaç aç var, kaç yetim var da…

Kitaplar?.. Çok kitap dağıttım, okullara kütüphanelere. Öyle kendi çocuk kitaplarımı değil, edebiyatta yeri olan kitaplar aldım dağıttım. Ne çok para harcadım da zengin sanıldım. Gel de duygusal olma. Çok şükür artık ben de işsizim. Sadece kendim için ancak kazanabiliyorum. Böylece ben de duygusuz olmayı başarabiliyorum. Bak şimdi anlar gibi oluyorum, çekip gitmenin her şeyi bırakmanın anlamı bu olmalı. Bunu düşüneceğim. Bu yazının sonunda da bunu öğrenmiş oldum.

Yeni şeyler öğrenip öyle mi yazmalıyım, yoksa öğrendiklerimi süzgeçten geçirip yeni baştan düşünmeli miyim? Bugün de fuardan kitaplar aldım. Foucault’ın verdiği derslerin özeti, kitaplarını da okuduğum yıllar oldu, ya unuttum ya da anlamadım. Ders notları daha anlaşılır olmalı. Bir kelimeyi, cümleyi hakkını vererek anlasam yeter. Nasıl ki son dönem çeviri romanlarından  öğrendiğim kelime ‘gitmek’ ise ve bunu bir cümlede verdiysem, öyle bir şey işte. Kamuran Şipal’i düşünmeden edemiyorum. Çevirileri ve öyküleriyle… Ülkü Tamer… Nedense kadın yazarlar diyorum ama onların adlarını anamıyorum. Demek ki ben de  onları gerçek anlamda tanımıyorum. Evet, alanı daraltmak zamanı gelmiş. Zaman kalırsa artık. Her şeyi bilmeyi bırakma zamanı. Kimse işin içinde olmadan öğrenemez, bütün işlerin onlara kaldığını. Herkes kendini, kendi çektiklerini bilir. Başkalarının da çektiklerini öğrendiğinde ise her şey değişir. Hamallıktan kurtulmalı. Gençler bu nedenle iş alanlarında mutsuz ve yorgun. Sanki biz büyükler öyle değilmişiz gibi.

Bugün fuar kafamı karıştırdı. Kafa karışıklığı çözümleme çabasını da beraber getirdiği için önemlidir. Bugün birkaç kişi küçük valizleriyle fuara gelmişti. Mutlu oldum sayıları artık azalmış da olsa. Onca emek verildi, onca para harcandı… Umarım işlerin devam etmesi için gereken ekonomik gelir sağlanır da iflasın eşiğindeyken onlar da ‘gitmek’ kelimesi üzerinde düşünmezler.

 

4 yorum

  1. Sevgili Nermin. İç dökümlerini severim. Samimi bir iç dökümü okudum arkadaşım. Bütün dünyayı kucaklamaya çalışan sorumluluk sahibi bir ögretmen, yazar,bilimci doktor ve arkadaşım olan bireyin kendi iç dökümü ama dünya hakkında. Benim de usumdan seninkilere benzer düşünceler geçmiyor değil. Yoksa yani benzer kaygıları duymasam sadece tek bir yönde ilerler böyle bir yelpaze gibi açılıp kendimi dağıtmazdım. Biz meselesi olan insanlarız. Mesele prensipleri de getirir beraberinde diye düşünüyorum. Kim okumuş kim yazmış bu bizim evrende minicik yeri olan bizlerin dert edinsek de çözebileceği bir sorun değil. Olsa olsa inandığımız doğruları yapıtlarımızda dile getirebiliriz hem düşünselliği ağır basan hem de estetik yönü kuvvetli yapıtlarımızda. Acı çekmeye başlarsan sonu gelmez ve üretkenliğimiz kesintiye uğrar. Aci, kötülük, haksızlik herşey insanlar için. Bak ben spn iki aydir sürekli ören yerlerini gezdim. Bir heykelin kıvrıminda bir binanin taşlarınin dizilış formunda bir şehrin planlanmasında olan kimi güzellikler günümüze kadar gelebilmiş. O insanların o bir zamanların sanatçılarının da dünyanın gidişine dair kaygıları yok muydu
    Mutlaka vardı
    Bir heykeli işlerken kim bilir ne duygular yaşiyordu eski sanatçilar
    Belk8 eski zaman filoxoflarindan ki o sanatçının çağdaşı olandir ya da daha eskisi okuyamamiş olmayı dert etmektentut kadın hakları ićin ya da yoksul kölrler için hiç bir şey yapamadım diye omrünü üzüntuyle geçitemler de vardır. Üzüldüğümüzle kalırız
    O halde üretime devam. Onu beslemeye devam
    Su anda seni besleyecek şey belki de okumaktan çok gezmekli türden gitmekli bir serüven olabilir. Hıç gitmediğin yepyeni yerlerdeki gözlemlerim mesela beni hem çok acayip şasirtirken heyecanlandirir da. Dpnmek üzere kısa yolculuklarVan Golu ekspresigibi benim geldiğim Toros ekspresi gibi. Hatta Ankara’dan Izmir’e tıngır mingir yapilan tren yolculuklari gibi
    Dervişin fikri neyse zikri de odur derler
    Ben de bu uzun yazımı arasira mekan değistirmekte fayda vardir diye noktalıyorum. Es3nlikler diliyorum. $Emel_Dinseven
    Not: Biz istedigimiz kadar uzerimizden attığımızı düşünelim bixi biz yapan değerler her zaman Demokles’in kılıcı gibi tepemixde sallanip pusulamiz olurlar. Yani Nermin hem öğretmen hem yazar hem doktordur.

    • Gülümsedim yazını okuyunca. Duyarlı arkadaşım, yollarımız benzer ama çözümlerimiz farklı. Çok güzel yazmışsın. Önerilerini de dikkate alacağım. Gaziantep yolculuğu ile ilgili okumalarımı tamamlamadım, yazılarımı yazamadım. İzmir’e gideceğim. Ormana 🙂 Beklerim. Sevgiler…
      Kitaplarını getirmeyi unutma…

      Not: Konuştuğumuz gibi kitapları okuyacağım. Buluşalım 🙂

  2. Düşündüm de ilk yorumumda daha çok bir kismina yorum yazdım. Şu edebiyat eleştirmenliği meselesine hiç değinmedim. Gerçek anlamda neyin eleştirisi yapilabiliyor ki edebiyatta da yapılsın? Eleştiri yazabilecek güçte pek çok insan var ama yazmiyorlar yazamiyorlar. Bizde iyi niyetle, amatör sevgisiyle ya da sektöre kan olması için yapilan pazarlama gücünü arttiran-gerçekte tanitim- eleştiri dışında dpğru dürüst eleştiri var mı?
    Doğan Hizlan eleştirmenlik konusunda değişik bir eleştirmendir. Kitaplarin çok az okunduğu bir memlekette kötüleri eleştirmenin kitap okunmasina olumsuz etkilerini düşünerek eserlerdeki güzellikleri anlatmayi yeğlediğini soylediğini anımsıyorum.

    • Canım teşekkür ederim yazın için. Eleştiri kitaplarını sanırım pek okumuyoruz. Dergiler de eskisi gibi değil. Aslında sorun sanırım geçmişle bugün arasındaki farkı bazı şeylerin eksiliği olarak algılamam. Uzun uzun konuşulacak öyle çok şey var ki. Umarım konuşuruz. Sevgiler…

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*