GÜNLÜKLER -41-
Kitabın, İlk Mektup öyküsünü/mektubunu okuduktan sonra anlatımı kapalı bulmuştum. Beni içine alıp onunla sohbet etmemiştim. O, o olmuştu. Sen bile diyemiyordum henüz. Benimle sohbet etmekten çok anlatmaya çalışıyordu ve bu onun kendini ifade etme tarzıydı. İstanbul mekandı. Zaman belli değildi. Anlatı ev içinden anneanne ve büyükbabayla yaşadığını dikkate alırsam geçmiş zaman olmalıydı. Mekan ve zaman içinde gidip geliyordum yaşadığım coğrafya içinde.
İkinci Mektup mektup/öykü;
Zambra’yı anımsattı bir İtalyanca yazılan bir cümle, bilmediğim bir kitaptan Mina söylüyordu. Türkçe olarak şöyle “Sen buradayken, bu odanın duvarları yok oluyor, ağaçlar geliyor yerine”. Zambra’nın kitabına verdiği adı tam olarak açıkladığından emin değilim ama hoşuma gitti; “Ağaçların Özel Hayatı”.
Yahya Kemal, “dönen yok seferinden”.s.20. Korkuyu Beklerken ve diğerleri. Kısaca çok zengin bir mektup bu da.
Anlattıkları benim de yaşadıklarım, duygularım. Ama yine de kendimi içinde bulamıyorum.
Annesi için şöyle yazıyor. “Kendisi bu anlattığı öykülerin içinde kendini ne kadar buluyordu, bilmem.”s.20
Bunu ben de kendime soruyorum. Bilmiyorum. Anlattığım öykülerin içinde kendimi ne kadar buluyorum? Bilmiyorum. Bundan sonra bunu bilemeyeceğim sanki. Yazdıklarımı geri dönüp okusam kim bilir ne düşüneceğim.
Çok sevdiğim birbirimize karşı hep aynı davranışı gösteriyor, bizden bekleneni sergiliyor, söylüyoruz ya, bunu güzel cümlelerle oldukça net söylüyor. Ama üzülmüyorum, acımıyorum, acıtmıyor. “Ritüelleri öğrenemedim, ilişki kurmayı kolaylaştıran, davranışları kendiliğinden kılan ritüelleri öğrenemedim. Hâlâ hep bazı durumlarda nasıl davranmam gerektiğini düşüne düşüne bulurum. Bazen de bulamam!”s.21
Ben bunu öğrenmek için sanırım kitaplar okumuştum. Anlatım ne kadar yalın ve düşündürücü. Metafor kullanmadan doğrudan anlatımla ne çok katman yaratabiliyor.
“Ti amo.”s.24
*
Haydi Üçüncü Mektup mektup/öyküyü oku.
Üçüncü Mektup bir farkındalık yarattı. O cinsiyetsiz gibi. İnatçı bir insan. Cinsiyetli olmayı kabul etmediği gibi aktarmıyor da yazılarında. Anne, anneanne de öyle. Hatta babadan çok anne otorite. Erkeklere daha ılımlı yaklaşıyor. Psikolojik bir yaklaşımın öyküsü mü, bilemiyorum.
“Venedik’te çapkın bir büyükannemin bir İtalyan sevgilisi de olmuş olabilir. (Neden benim de çapkın bir büyükannem olmuş olmasın?) Gizli kalmış bir aşk hikâyesi. Zaten olduysa bile, üç yüz, hatta dört yüz yıl falan önce olmuş olmalı. Kaç kuşak geçmiştir bana gelinceye kadar. Zayıf bir ihtimal. Ama olsun, bunu hayal etmek hoşuma gitti. Düşünebiliyor musun, sette cento! On sekizinci yüz yıl, yoksa yedi mi?”s.26
Kadınlar 12.yy’da edebiyatta yer almaya başlamış. Aşk 14.yy. diye düşünürsem. Mektuptan gerçek aşkın 17.yy ya da 18.yy arasında olduğunu düşündüm.
Çok zengin öykü. Gerçekler (öykünün dünyasının) dolaysız anlatılmanın dışında onunla aramda bir sınır oluşturuyor. Nedenini düşünüyorum, sanırım aynı coğrafyada da olsa aynı şeyleri yaşamış da olsak onun ifadesinden kaynaklanıyor. Belki de ben de aynı şekilde ifade etmek istiyor ama susmayı tercih ediyorum. Öyle ya benim ağır duygu yüklü kelimelerimle konuşmam; susmayı dinlemeyi tercih ediyorum. Ayrıca toplumsal yapı içinde de bana göre şanslı, ne demişti bir arkadaşım “Ben eksi birden başladım.”.
Bitiş bir metafor mu demeliyim bilemedim.
“Eğer bir gün herhangi bir kıyıya yanaşabilecek gibi olursam!”s.30
*
Dördüncü Mektup.
Deniz metaforu var. Sevgi ve aşk. “Yaşadığım başka hiçbir şeye benzemeyen, dünyaya gerçekten dokunur gibi olduğum, beni özgürleştiren, içimdeki o lanet cinini bastıran, kendi adımı unutabildiğim tek yerdi deniz.”s.32
Yazdığım birkaç öyküyü ve hatta mektuplarımı düşündüm. Benim yazdıklarım an’a odaklıydı. Bu mektupların/öykülerin ise nasıl bir oluş içinde tamamlanma noktasına gelecek heyecanla bekler buldum kendimi.
Bu mektupta Borges ve Alef var. Bunun izlerini taşıyarak anne ve babasını anlatıyor. Bir düğüne gidiliyor. Baba Haydar türküsünü söylerken anne silikleşiyor. Düğündeki kadın ile iki kadın karşılaştırılıyor. Düğündeki kadının etkisinde kalıyor. Alef’i okudum belki ama hatırlamıyorum. Kitabının (Alef) arka kapak yazısı; “…bizi evrenin kökenine ve sonsuzluk düşüncesine götürüyor. Alef uzay boşluğundaki tüm noktaları kapsayan bir noktadır; bu noktadan içeri bakan kişi evreni görür ve onu kucaklar. Burası sonsuzluğun hem başladığı hem bittiği yerdir. Zaman, kimlik ve ölümsüzlük temaları çevresinde kurulan Alef, farklı gerçeklik ve anlam katmanları vaat eden bir metin.”
Evet, şimdi anlaşılır oluyor benim için. Bu öykü (Alef) Beşinci Mektup okunmadan okunmalı.
“Acaba benim de bir alefim var mıdır, kullanmayı pek beceremediğim?”s.34
Mektupları okumak gerçekten zor ama neyse ki oldukça kısalar. Yabancı dildeki kelimeleri Türkçe’deki anlamlarını aramanın dışında, yazarları selamladığı metinleri de okumak gerekiyor. Zengin, çok zengin metin.
Mektubun başında Beatriz’i anlatır bana. Ama tanımıyorum. Okuduğum, Üçüncü Mektup’taki Beatriz kim bilmiyorum. Metinden çıkardığım “Beatrice’den çok sonra ama. Gökyüzünde dolaşan güzel Beatrice seni gökyüzüne çeker, sonra sen dönersin, o orada kalır.”s.26 Büyük olasılıkla 17.yy diye düşündüm ilk cümlenin önünde geçen “…17.yüzyıl İtalyancası!” Dördüncü Mektup’ta da Alef öyküsü anımsanır. Anlatıcı Alef’i çevirdiği yazar ve metne, böylece yazarı metne girmiş buluruz, gerçeklik, bu dünyada oluş düşüncesi uyanır. “Beatriz’e sevdalıdır Borges.”s.35 “İspanyolca bir Beatrice.”s.35 yani Alef den önce vardı Beatrice? Bilmek gereken çok şey var.
Son paragraftan son cümleler (s.35):
“Ben mutlu sonları ve kavuşmaları özledim hep. Çok büyük ve imkansız aşklar yaşanır, ama sonunda bütün engeller aşılır, kavuşulur, işte mutlu son. On yıl sonra birbirlerinden bıkıp ayrılmış da olabilirler, bize ne!”
Ben de güzel bir sonla bitireyim, anlatının içinden (s.32).
“Şehvet, sevgi, şefkat, yoksa hepsi birden mi? Adına aşk mı desem?”
Bir yanıt bırakın