GÜNLÜKLER -40-
Nesnel ve öznel anlatım üzerine düşünürken, zihnim de bir dergide çıkan karikatür canlandı. Bir partinin kadın başkanı bir daire içine elinde şiş örgü yaparken çizilmiş gülümsüyor ve dairenin çevresinde de çizerin öznel anlatımı yer almış, “Partin var mı derdin var”. Neyse ki çizerin erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum. Buna ben de öznel yorum yapmak istiyorum.
Bu kadın her şeyden önce entelektüel bir kadın ve siyaset yapıyor. Bu kadınlar için büyük bir başarı. Onun geri dönmesi evine düşünülemez, bir şekilde mücadelesine kadın olarak devam edecektir. Bir kesimin bu düşüncede olması ve sayılarının çok olması bunu nesnel yapamaz. Bunun karşısında da azımsanmayacak çoğunlukta en azından, kadınlar var. Öyleyse bu da nesnel bir düşünce diyebilirim. Bu izleyene kadınların evlerine dönmesini anımsatıyor, kadınlar mücadele yok var sayılıyor, sayılarının az olduğu düşünülüyor ama kadınlar seslerini duyuramadıkları için az oldukları düşünülüyor, diyebilir miyim?
Yazarın ve çizerin okurunun kendi birikimiyle aynı olduğunu, aradaki farkın yazmanın ve çizmenin okurun kendini doğru ifade etmesinde aracılık yaptığını düşünüyorum.
*
Yazılarımda öznel olduğumu biliyorum. Ya da çoğul olarak konuşamıyorum çünkü paylaşımlarda yer almıyorum. Bana da öznellik kalıyor.
*
Okuduğumdan şunu öğrendim, emeklemekteyim sanki tutunabileceğim bir şey var; “Aşk, Boccaccio’da da (daha önceki saray ozanlarına, trubadurlarda olduğu gibi) tüm erdenlerin anası; cesaret, özveri, akıl ve davranış bilgisini aşk besliyor. Ama Boccaccio’da aşık olunan kadın, daha önceki ozanların metinlerinde olduğu gibi, erişilmesi imkansız saraylı, soylu biri değil, pekala erişilebilecek kanlı canlı bir kişi.”s.77 (Mimesis’i Okumaya Başlarken)
Kitapla ilgili yazabileceğim hiçbir şey yok aslında. Bu kitabın kapağında da yazıldığı gibi Bir Özet Denemesi. Özetin özeti olamaz. Sadece bir başka yapıtı yorumlarken buluyorum kendimi.
Benzer kitapların (eleştiri, makale, inceleme, deneme vs.) bana katkısının çok olduğundan eminim. Kafka’nın Dönüşüm kitabını için sayısız okumalar yaptım. Her okuyuşumda farklı duygular yaşadım. Son olarak itiraz ettiğim bir şey vardı; Samsa bir sabah uyandığında kendisini böcek olarak bulamazdı. Bu toplumun yansıması olmalıydı.
Neyse ki bunu şimdi anımsamayacağım bir kitapta okudum. Ne çok sevindim açıklayamam. Okumak böyle bir şey, yalnız olmadığını bilmek.
Bir kadın uyandığında kendini olsa olsa dilsiz ve sağır bulabilir benim zihnimde. Ama işte burada sorun var. Toplumu mu yansıtmalıyım yoksa gerçek hayatta verilen mücadeleyi mi, hâlâ kısılmayan seslerini?
Bu nedenle aşka ve kadına devam.
*
Sistem kendisini yenileyerek sürdürüyor. Eğitim sistemine benzetiyorum ben bunu. Bir şeyler yapılıyor ve sonucunu görmek yarım yüzyılı buluyor neredeyse. Sistem de böyle sanki. Besleniyor sürekli değişimlerinden yararlanıyor. Tam yakalayacak gibi oluyorken, bakıyorum ki boş her şey. Önüme geçilmiş setlerle ve benim çabamla ürettiğim bir şeyin anlamının içi boşaltılıp sunuluyor. Tıpkı Deniz Yıldızı hikâyesi gibi. Bu hikâyenin devamı gelmeli ve oluşumunu sürdürmeli ama nasıl bilmiyorum. Denize atılan yıldız deniz çocukları oluyor, kıyıya çıkıyor, aynı döngü devam ediyor. Yok başka türlü yazmalıyım bunu. Şöyle toptan denize atabilmeli. Günümüz gerçekliğini masalsı ya da büyülü gerçekçilik olarak yazabilmeliyim. Eğer yaratıcıysam. Aslında biliyorum ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum.
Birçok kimsenin ulaşamadığı gerçek hikâyeler var. Bugün hâlâ toplu verilen mücadele var ve onlar birlikte güzel şeyler yapılıyor.
Dün kıyıya inmiştim, küçük alanları olan. İnsanlar topluca oturmuş kıyı boyunca küçük meydana. Bir köşede de üç polis aracı vardı. İnsanlar ne mi yapıyorlardı? Hiçbir şey; oturmuş denizi seyrediyorlardı. Müdahale yoktu. Denizi izlerken sohbet etme hakkı var. Ama birkaç gün önce müdahale edildi. Toplu sessiz oturma, neden oturduklarını açıklama hakkı yok.
Bir başka kıyıda da sis içinde kaldırım ve çim alan. Mangal yapıyorlar. Kokular, sis. Piknik yapmak bazıları için normal. Bazıları oturunca yine sis yine sis.
Kapalı anlatıları sevdiğimi sanıyordum ama öyle değilmiş. İfade edemeyişimdir bu. İşte benim yerime ifade edenleri izliyorum. Özellikle kadınların mücadelelerini izlemek istiyorum.
Yabancı feminist bir yazarın 1970 yıllarda çocuklar için yazdığı ve resimlediği okul öncesi bir kitabı elime geçti. Ağacın En Tepesinde. Bu kitabı evimize gelen küçük kıza hediye ettim ama önce ona okudum, resimleri üzerine konuşturdum. Babasına dedim ki feminist bir yazarın kitabı. Dedi ki, ama ben de erkeğim ve onun babasıyım. Öyle ya ulaşabildiği bu kadar, ama şimdi ‘feminist’ kelimesi sistem tarafından reklam amaçlı kullanılmaya başlanmış. İşte güzel olan ne varsa ve anlamını boşaltmak için nasıl da içlerine alıyorlar, örnek.
*
Zambra’dan Soru Kitapçığı. Okurun öznel olarak anlatıya alınmasına bir örnek ama ilk mi bu bilmiyorum. İşte Zambra’ya bunu sormak isterdim. Hangi yazardan ya da yazarlardan etkilenerek bu yapıta hayat verdiniz.
Kırmızı Motosiklet’in ilk mektubunda kendimce başka yazarlara ulaştım ama bunu oldukça açık yazmıştı. Zambra’nın ise izlerini bulabileceğimi sanmıyorum.
Bitti gün.
Bir yanıt bırakın