GÜNLÜKLER – 3 Kasım 2020/ Salı
Unutmamak için yazmak gerekiyor da yine de okuyup unutuyoruz. Başka haberlerle acılarla uygulamalarla her gün tonlarca ağırlıkla çöküyorlar da geçmişi unutturuyorlar.
Yazmak da çözüm değil. Her şey gündüzün altında gece zaten uyuyoruz. Oysa gece gündüzlerin enkazının kazılması ve umut ışığının arayışı. Yoksa gece neye yarar?
Perşembe akşamı güzel bir kutlama yaptık aile içinde. Hava öyle sessizdi ki -ne bir rüzgâr ne de kıpırtı vardı- tuhafıma gitti. Yaşadığımız depremleri düşündüm. Bu havalarda hep anımsarım zaten. Masadan uzaklaştım korkuluklara dayandım bir sigara yaktım. İstanbul da martılar gecenin yarısında topluca çığlık atarlarsa oturup bekliyorum bir sarsıntı olacak korkusuyla. Burada olmaz dedim. İnanmadım günler haftalar aylar önce yapılan uzmanların açıklamalarını unutup. Küçük çocuğa döndüm ve alçak sesle konuşmaya başladık. Ona bulunduğumuz yeri anlatıyorum. Güzel bir yer ve her zaman gelemeyiz. Gelebilmemiz ayrıcalık, ki bunları hiç yazmadım da. O kokoreç hiç yememiş. Ismarla dedim, bil tadını. Geç bile kalmış ama ailede seven yok ki o da yemiş olsun. Bir tabakta geldi porsiyon. Tadına baktı, çatalla yedik. Fazla yemesini istemedim, doymasın ve ana yemeğini bitirebilsin. Garsonlar her şeyi geç getirdi. Bazı yemekler geldi bazıları da geç geldi. Sesimi çıkarmadım. Karşı masada bir kız çocuğu vardı ve koşuyor yüksek sesle konuşuyordu. Ona garip geldi belki de şaşırdı kendisi gibi oturmadığı için. O çocuk dedim sen de o yaşlarda böyleydi. Bu kadar değil dedi başı ağrırmış insanın. Yaş pastamızı getirmiştik. Pasta geldi, üzerindeki mumlar söndürüldü. Ses çıkarmadan alkışladım sadece ellerimi görebilecekleri kadar uzattım masaya doğru. Herkes küçük bir dilim istedi. Servisi yaptılar ama yine geciktiler. Tatlıları çok seviyor biraz daha istedi. Ama garsonlara onlarla pastamızı paylaşmak istediğimizi söylemiştik. Bu gecelik bu kadar. Yarın alırız yine. Çay istedik çaylar gelmedi, gelmedi… Kapatacakları saate geldik dokuz otuz. Kalktım içeride hesabı ödedim. Masaya istesek hepimiz ödemeye çalışacaktık. Sessiz sedasız kalkmayı severim. Hesap da çok geç geldi, içeride bekledik bekledik… Ben ve çocuk. Hesap geldi. Gözlüksüz okuyamam. Kartlar ödedim. Üzerine iyi bir bahşiş bıraktım. Masaya döndük. Masada çocuğa pastayı alamayacağımızı ama isterse masadaki sevdiği pilli yapma mumu alabileceğimi söyledim. Alayım mı? Hatta dedim kül tablasını saklayayım bir tane isteyeyim. Bu sefer istediğim getirdikleri gibi değil de bak nasıl temiz tabla getirecekler. Yok yapma dedi. Mumu istiyor musun? Nasıl alacaksın. Açık açık isteyeceğim. Parasını ödeyeceğimi de söyleyeceğim. Kapıdan elinde tepsiyle çıktı garson ve tepsisini sallaya sallaya geldi. Geç kaldığı için özürler diledi ve ilk olarak benim önüme çay bardağını bıraktı. Hey sen para!
Hava güzeldi. Yemek güzeldi. Çocukla konuşmak güzeldi sanki öğretmenliği özlemişim gibi geldi bana. Kocaman bir öpücük aldım yanağıma. Onunla konuşurken abarttığımda baş parmağıyla aşağıya doğru hareket yapıyor. Eksiye indim dedim. Batıyorum. Ama sen büyüyünce sana anlatacak bir şey bulamam ve her konuşmamda senin gözünde eksiye ineceğim dedim. Bunun için bir iki bilemedin üç yılın var. Şimdi bunun tadını çıkaralım. Sonra ben seni dinlerim.
Benim kullandığım arabaya binmek istedim. Kesinlikle olmaz dedim gayet ciddi bir şekilde, ağlamaya başladı. Ona “Ben panik atağım bu yüzden istemiyorum. Kaza yaparsam diye korkuyorum.” Bana baktı yaşlarını siliyordu. “Panik atağım ben, çok korkarım. Çünkü sen bana emanet olacaksın. Oğulcuğumu bile korkudan, yaşayacağımız en güzel zamanlarımızı kaçırmışım. “Beni de torunumu da büyüyünce sen gezdirirsin. Gelirken bile korktum. Ya sizin arabanıza arkadan çarparsam.” “Sen bunu mu kurguluyorsun?” “Evet.”
Bir şişe şarap aldım. Vişneli şarap. Tadımlık şarap veriyorlardı ama araba kullanacağım için almadım. Yanımdakiler de kapatmak üzere oldukları için ve kadehler şaraplar kaldırıldığı için içmedi. İçmesinler dedim. Birkaç şişe şarapla ayrıldık. Eve döndük.
Gece sabaha kadar oturdum. Güneş doğmadan yattım. Uyanmıştım geç saatte ama yatakta uyuklamak hoşuma gidiyor. Uzatmaları oynuyorum. Sarsıntı ile yataktan kalktım, bitecek diye düşünüyorum ama bitmiyor. Duvarlar baklava olup olur kayıyor. Yıkılmayacak çünkü ev tek katlı. Eğer yıkılırsa bil ki İzmir’de ev kalmaz. Her şey yerle bir olur. Bitmiyor ki. Herkes mutfakta. Kalktım odamdan çıktım mutfağa geçtim. Yürünüyor sallantıda hâlâ umut var. Bitmiyor ki. Daha da uzayacak olursa… Oturdum koltuğa bekliyorum. Hepimiz bir aradayız. Bitti ama otuz saniye değil daha uzun sürdü. Bence.
Oğlumu aradım, internet çekmiyor. Hemen mesaj attım. Biz iyiyiz, merak etme haberleri görünce. Telefonuma mesaj geldi arayan ve bana ulaşamayan numara görünüyor. Hemen aradım da telefon henüz çalıştığı için konuşabildim. Biz iyiyiz, çok uzun sürdü ve çok şiddetliydi merak etme hepimiz iyiyiz. Can yoldaşım arkadaşım dostum artık benim ağabeyim.
Telefonum çalışmıyor, arayanların numaraları mesajla geliyor. Gruplara arkadaşlarıma hemen kısa mesajımı gönderdim. Görüşemedim kimseyle. Ama mesaj atabildim. Televizyonu izlememi söyledi canım arkadaşım. Olur dedim ama sözümü tutmadı. Sabahın altısına kadar haberleri takip ettik. Artık sürekli başımız dönüyor. Sallanıyoruz. Şiddetli olmayacağından eminim. Artçıları olacak.
Trafik öyle yoğun ki önümüzdeki tek araçlık yoldan geçen arabalar tek tük olurdu. Araçların içi dolu. Şimdi geçen araçlar öyle çok ki insanlar köye, köy evlerine gidiyor. İzmir’de trafik yoğun; köprüler, yollar kent çıkışları dolu. Trafiğe kapatılan yollar oldu. Tüneller tehlikeli, viyadükler tehlikeli. Korku ve panik.
Sabaha kadar oturduk işte. Sosyal medyadan uzmanların ve kuruluşların açıklama yapmalarını bekliyoruz, tık çıkmıyor. Nerede ne olmuş kendi aramızda mesajlaşarak öğreniyoruz. Tık çıkmıyor. Tık. Benden de tık çıkmıyor. Ne yapacaktım? Haber mi? Güvenemediğim yardım için gelen mesajları arkadaşlarımla mı paylaşacaktım? Güvenmiyorum. Ama güvenebileceğim bir yere de destek olmadığım için pişmanım.
Ertesi gün telefonum çalışıyordu. Arayan arkadaşlarımla görüşebildim. Telefonla arayan çok oldu. Ama diğerlerinin telefonu çalışmıyor. “Neden sizin telefonlarınız çok çalmıyor?” “Çünkü bizim arkadaşlarımız İzmir’de.” Evet herkes ne yapacağını düşünüyor. Nasıl da düşünemedim.
Ben de İzmir’de olan arkadaşlarımı arayamadım. Herkes yardım için koşuşturuyor olmalı. Yardım için mesajlar atılıyor. Çocuklarla birlikte olmak için eğitimciler aranıyor. Bulunduğum ilçede bunlar yapılmadı sanırım yoksa haberim olurdu. Burada ciddi bir hasar yok. Eski belediye binası ağır hasar görmüş, boşaltılmış, sanırım kolonların bazıları kesilmiş. Ne bileyim ben? Bir cadde kapatılmış küçük cadde üzerinde yeni yapılan inşaattaki binaların tuğlaları düşmüş, sanırım düşme tehlikesi devam edebilirmiş.
Arkadaşlarımın gruplarında paylaşımlar oluyor, yardımlar yapılıyor. Herkes yiyecek, giyecek, soğuktan korunmak için gerekli malzemeler için destek oluyor. Kullanılmış eşyalar alınmayacak olması çok güzel. Yığılma olmasını istemiyorum. Giyim, korunaklı eşyalar için her şey yapılmış olmalı. Erzak yardımı yapmayı düşünüyorum. Gıda eninde sonunda uzun vadeli olması gerekecek. Yardım etmek istediğim adresi de seçtim. Bekliyorum sıramın gelmesini. İhtiyaçlar değişecek ve yeni ihtiyaçların belirlenmesini bekliyorum. İşte kira yardımına bugün başlandı ama benim bunun altından kakmam olanaksız. Kiranın tamamı olarak belirlenmiş. Bu olanaklara sahip olanlar vardır elbette. İzmir halkı yaralarını sarmak için el birliğiyle çalışıyor. Ama…
Kayıplar paylaşılıyor sosyal medyada. Başımız sağ olsun, başınız sağ olsun; böyle durumlarda ne demekse yalnızca bunu söyleyebiliyorum. Huzur içinde yatsınlar, diyenler oluyor ama ben diyemiyorum. Ben ölseydim nasıl huzurla yatabilirdim ki. Sabırlar diliyorum, diyebiliyorum sadece. Böyle zamanlarda söylenecek pek söz yok. Ne huzur içinde yatacaklar, ne de başım sağ olduğu için… Yok ölümlerden dönenler, ölenler var. Nedenler de ortada. Haber paylaşımlar yasaklanmış olmalı ki sesler çıkmıyor.
Kolonlar kesilmiş, güçlendirme yapılmayan binalar, hasarsız raporu alan binalar… İnsanlar sadece düşünen insanlar neler olduğunu biliyor. Ses yok var da ulaşım alanı kısıtlı. Sadece yardım istekleri… Geçici kalacağı gün gibi açık olan yardımlar. Ölenler huzurlu değil. Başım da sağ olmamış ki benden de çıt çıkmıyor. Artçıların sayısı da şiddeti de azaldı.
Kurtulan çocuklar umut oldu. Fotoğrafları paylaşıldı. Bu fotoğrafları ömürleri boyunca kendileriyle taşıyacaklarından hiç şüphe duymuyorum. Travmalar unutulmaz. Başkalarına umut olan yaşıyor olması ve diğer yanda enkazın altında verdiği sağ kalma mücadelesi… Yazılsa unutulur ama kendisi yaşamışsa ömrü boyunca unutmaz. Ne düşünür büyürken yazdığı hikayesi nasıl olur sanırım bilemeyeceğiz. Yazsa unutulur ya da kim okur?
Sadece bir şey yazabilirim. Hepimize geçmiş olsun. Ne tuhaf bir cümle oldu. Geçmiş olsun. Ama geçmemiş olacak hep anımsanacak. Okurlardan daha fazla sayıda insan unutmayacak. Kim dinler ki?
Yanıtları var bu soruların, var da; kimin ne kadarından haberi olacak. Unutkanlar ülkesine hoş geldiniz. Sırada ne var? Pandemi? Sokağa çıkma yasakları? İki kişiden fazla insanın yan yana yürüyemeyeceği? Otobüslerde kucak kucağa, sarmaş dolaş olurken… Hey sen insanoğlu, ne garip bir yaratıksın. “Sen bana inanırsan ben de sana inanırım.” Alice Harikalar Diyarında kitabından bir alıntı. Ben ona inanırsam ama o bana inanmazsa… Felaket burada. “Ben ne haldeyim inanmıyor musun?” Yoksun artık. Varsın ama ağaç gibi eğildiğin sürece. Kime eğildiğin önemli ey insanoğlu.
Paraya mı? Paralı olana mı?
Yeni çağa hoş geldin sevgili çocuk. Seni nelerin beklediğini inan ki bilmiyorum. Distopyalarımız var ama ütopyalarımız yok. Umarım yazanların umut taşıyanların yanında olursun. Bir avuç kaldılar. Parmağını sımsıkı tuttun ya, büyüdükçe ellerinden tutarsın. Umut ışığı.
Bir yanıt bırakın