GÜNLÜKLER -10-
Çözümleme mi yapıyorum? Yeni bir kurgu mu?.. Hangisinin yapıldığının bir anlamı yok. Çünkü önemli olan bütün yapılanların tekrarı olmadığı, bunların bir basamak olarak kullanıldığı.
Sekizinci Gece, gerçekten de sekizinci yazılışında yorulduğum için artık son diyerek tamamlanmış kabul ettiğim bir yazı. Oysa hiçbir zaman tamamlanmamış olarak kalmayacaktı. Devam edilebilirdi. Bazı yerler alıntı gibi önceki yazılardan kopyalandı ama bu bütünün bozulmasına engel oluşturmadı. Dil de her defasında farklı bir anlam yorumuna açık uçlara izin verdi. Yazmak, özellikle öykü yazmak gerçekten zor bir yazı türü. Hayatın –kurgu dünya- içinden alınmış kesit bir bütün oluşturmak zorunda. Bu nedenle öykü bir eksilte yazısıdır. Roman gibi her şeyi almayı kaldırmaz. Heyecanlı yeni yazar için çıkmazlarla doludur. Bir an gelir kocaman bir yumak halini alır. Bu düşüncelerim çalışmam için geçerli. Her anımsayış bir başkadır. Bu sadece yazarlar için geçerli değildir. Anımsamalar tekrar tekrar yapıldığında başka bakış açıları –pencere- sunmaktadır. Ne kadar çok soru varsa o kadar da pencere vardır. İşin ilginç tarafı ilk başlarda soruların muhatabı bir kişi olarak başlar ve bir süre sonra da bu genelleme yapılacak kadar büyür, kocaman bir alanı kapsar… Bu noktada da artık soruların yanıtlarının verilmesine gerek kalmadığını fark eder. Çünkü yanıtlarını aldığı düşünüldüğünde –ki almamıştır, verilen yanıtlar beklediği yanıtlar değildir hatta yanıtları bile değildir- gerçekleşecek değişimi yaşamış, anlamsızlaşmış ve sonunda birçok pencereler açılmış ve gerçekler soruları soran için gün ışığına çıkmıştır. Kişi o kişi değildir artık. Pencerelerden bazıları kapıdır, aralanmış bir kapı olarak çıkar, böylece başka bir oda –sorun gerçek aydınlatılması gereken oda, sezgileri, yeniyi ifade etme istediği, arayış- içinde olduğunu ve yeni soruların başladığı görülür. Bir başka bölüm başlar. Tıpkı evrendeki yerimiz –birey ya da toplum- bulunduğumuz zaman ve mekanların anlatılması gibi eklemlenmeye başlar. Bu durumda…
Bu durumda kişinin dili çok iyi kullanması gerekmektedir. Dillerini kullanmayan kullanamayan bir toplumun düşünülmesi olanaksız. Kendi dilini kullansa bile dil eğitimi alması, dünyadaki yerini sorgulaması ve ifade etmesi gerekmektedir. Bir çocuk gibi gelişimi gözlenmelidir. Eğitim kendi dilinde kendini ifade etme sanat verme ile çözülür. Bu durumda…
Bu durumda sıradan günlük hayatın sıkıntıları ancak dille aşılabilir. Mekan insanları bir yerde sınırlamaktadır. Yoğun iş hayatı ve yorgunluk ve diğer etmenlerin baskısı –sosyoekonomikve kültürel- altında dille ifade bulamamaktadır. Bir başkasının benim adıma, adına refah mutlu huzurlu diyerek empoze ederek sunduğu mekanlar bana alanı özgürlük alanını darlaştıran, kısıtlayan olarak gelmektedir. Özgürlük sunmamaktadır. Yapacağım her davranış, alanlarında eğitim almış kişiler tarafından öngörülerek yeni davranış çıkışları bulmama engel olmakta, öngörülenlerin karşıtı bulunmuş şekilde yine önüm kesilmektedir. Peki bu öngörücülerle nasıl baş edebilirim? Dil yeni bir dil oyunu bulmam zorunlu. Bana yol gösterecek yine sanat olacaktır.
Her yazdığım yazı bir öncekini ret edebilir. Bu gelişim ürünüdür. Ancak uzmanlar bir yöntem ile dil ile bu tuzağa hemen hemen düşmeyendir.
*
Duygu ve düşünceler düşülürse, -yani farklılıklarımız- sanırım birbirimizi anlamamamız çok doğal. Kitaplardan nasıl konuşacağımızı ve düşüneceğimizi öğreniyoruz. Peki bu kaynakların ne kadar güvenilir olduğunu nasıl bileceğiz? Birbirimizi dinleyerek sanırım. Hatta hiç konuşmamak bile yan yana olmak bile çözüm olabilir. Ama özellikle tartışmak ve hatalı düşünceleri kabul ederek üzerinde düşünerek… Bana sunulan tanınan olanakların dışında başka şeyler isteyerek. Birbirimizden öğrenecek çok şey var.
Sevgili kadın arkadaşımın söylediği birkaç cümle beni yeni bir alana fırlattı. Yaşasın kadın dayanışması. Yeni mitolojik eserler verilme zamanı gelmiştir hatta geçmiştir bile. Her bir kadının verdiği var olma mücadelesi içinde, kadının içindeki mitsel düşünceler –düş, masal, tahayyül- onu bir başka gerçekliğe yeniye fırlatacaktır. İnancım bu mücadelenin son bulmayacağı. Sadece kadınlar değil, erkekler de aynı mücadeleyi veriyor. Ama yine de erkekler kadınların birkaç adım önünden başlıyor. Dil eğitimi zorunlu demek ki. Düş, masal, tahayyül dil olmadan olamaz. Kadın ev içinde ve rolleriyle bölünürken, bunlarla baş etmeye çalışırken dili kullanması nasıl öğretilir?
Erkekler sadece ekonomik siyasal düşünceye ağırlık veriyor. Onların tahayyülleri ayrı. Ama kadınlar erkeklere karşı, öğretilenlere karşı, sosyoekonomik kültürel yapılar için mücadele ediyor. Neden kadına şiddet arttı? Yanıt tek kelime. Korku. Bir erkek kadından neden korkar? Anlamış değilim. Erkekler yarattıklarını ürettiklerini ret ederek, kendisine hizmet edecek yeni dayatmalar sunar.
Mitolojide kadın dayanışması Ana Tanrıçalarla başlamıştır. Barış tanrıçası da kadındır ve hemen hemen hakkında bilgilere efsanelerine ulaşmak olanaksızdır. İçinde yaşadığımız şu dönemde Lilith efsanesini bile anlatamıyoruz. Olsun. Birbirimize hikayelerimi anlatmamız bile yeterli. Biraz ışık lütfen. Gün ışığı gerek bize.
Bir yanıt bırakın