GÜNLÜKLER -9-
Bugün sıradan bir gün. Pazar günün ev içi sıkıntıları. Yalan. Sadece mektup yazmak istedim. Kime yazacaktım? Bugün bana kattıklarını. Yani okumaların sonucu. Bir dost olsa. Nasıl yazardım?
“Sevgili Dostum,
Okuma yazma çalışmalarım tıkandı. Daha önce de böyle olmuştu ama bu defa içinden çıkmak için zamanın gelmesini beklemek istemedim. Kabul edersiniz ki zaman artık hepimiz için çok değerli. Yazmak istediklerimi yazamıyorum. Kafamda netleştirebilmiş de değilim. Sadece mektup yazıyor, günlük tutuyorum. Bu arada bir öykü yazdığımı söylemeliyim ama bu yeterli değil. Biraz morale gereksinmem var. Gereksiz yollara dalıp zaman kaybetmek istemiyorum.
Bir erkeğin duyguları olduğunu elbette kabul ediyorum. Ama kadınların da duyguları var ve onların -yani benim de- daha hassas olduklarını düşünüyorum. Bu durumda önceliğim elbette kadınlardan yana olacaktır. Bunca yıl erkekleri ön plana koymuştum, şimdi sıra bende. Ama şu şımarık anımsamalarımı atlatabilsem, daha iyi düşünebileceğim kanısındayım. Çok büyük düşünmek istiyorum ama bu anımsamalar beni kendi hesaplarının peşine düşürüyor, çelme takıyor gelecek olana değil sadece şimdiye de.
En büyük hayalimi -son birkaç yıldır istiyordum- gerçekleştirme olanağına kavuşamadım. Kadın yazarların kitaplarını okumak. Bu kitaplar küçük yayınevlerinden çıkmış ve genellikle de kendi paralarıyla bastırdıkları kitaplar olsun istiyorum. Bunların değerli olduğunu düşünüyorum, midye kabuğunun içindeki bir inci gibi. Buna zamanım var mı bilemiyorum. Şu aralar okuduklarım, üzerinde yazma cesareti gösteremeyeceğim kitaplar. Okumayı seviyorum, ben istemesem de onlar istemese de, hiç teklifsiz sohbete başlıyorum. Bu birçok sohbetten daha iyi geliyor bana.
Şu aralar kitaplaştırılmış mektuplar ve günlükler okuyorum. Bir de kadınların hayatlarını… Mektup ve günlük dışında hiçbir şey yazamasam da olur, yazdıklarım beni mutlu ediyor. Herkesin bildiğini yazmanın ne gereği var, diye düşünmedim değil. Zaten bu düşünce beni yazmaktan alıkoyuyor. Yazılacaksa eğer yaşanılanlardan bir farkı olmalı, farkındalık yaratmalı, yaratıcı olmalı. Böyle zamanların yaratıcılığı nasıl olur deneyimlemiş olsam da yazmak çok başka. Benzer kitaplar, öyküler okudum. Yaratıcılığın ruhsal sağlığa nasıl iyi geldiğine de tanık oldum. Kopmaların nerede başladığına ve nasıl onarım için çaba gösterildiğine… Bu konuda yazma cesaretini gösteremiyorum. Psikoloji hakkında bilgim yok. Okumadım. Çünkü çabuk etkileniyor ve okuduklarımı kendimde görüp kendime her okuyuşta yeni hastalıklar icat ediyordum. Kabullenme. Sağlığa kavuşmak için…
Hiçbir şey bilmiyorum. Yani elbette biliyorum. Kaç iş tecrübem var, bilemezsiniz. Hepsinin de hakkını ödedim. Şimdi yeni bir alandayım. Yazmak için psikolojiden başka, tarih, sosyoloji, kültür ve hatta ekonomi bilmek gerekiyor. Ah dostum burada atladığım çok önemli bir nokta var: Her şeyden önce kişinin kendini bilmesi gerekiyor. Gökyüzüne bile bakmadığımız gerçeğini kabul edersek, kendimize baktığımızı söyleyebilir misiniz? Sahi siz en son ne zaman gökyüzünüze baktınız?
Bir intiharın kısa romanını okudum. Yıllar önce bu konuda araştırmalar yapmışlığım oldu. Yazmak içindi okumalarım. Yazamadım. Çok hassas bir konu. Kabul edersiniz ki bu konuda çalışacak kişinin ruhsal olarak güçlü olması gerekiyor. Kendimi güçlü hissediyorum ama sorun şimdi bunu anlayabilir miyim? Bu durumu yokluk üzerinden verilmesine devam edip etmeyeceğim. Evet intihar düşüncesi bir şeylerin yolunda gitmediğine ve yokluğa işaret eder. Bu her türlü yokluk olabilir. Hatta yoksunluk da dahil olabilir buna. Ezici bir güç karşısında ezilen bükülen bir kadın ya da erkek ya da çocuk. (Evet çocuk diyebilirim buna çok yakından tanık oldum yani düşünceye kapılmıştı.) Bir varlık karşılaşmasında yokluğunun farkında olan bir insan. Burada yokluk kelimesini, eksiklik kelimesinin anlamında kullanmıyorum. Yokluk yoksunluk işte; hiçlik boşluk karanlık.
Şimdilik bu kadar. Yaratıcı günler diliyorum, çünkü buna hepimizin gereksinmesi olduğunu düşünüyorum. Saygılar.”
Bugün bu kadarla kaldı. Görevini tamamlamış bir çalışan gibiyim.
*
Yazmayacaktım. Bugün en azından. Ama sonra mektup yazmak istedim. Postaya verirdim ya da gördüğümde ellerine verirdim. Bunu yapmayı gerçekten istiyordum. Eskiden uzak yerlerdeki sevdiklerimize yaşadığımız yerde olan bitenleri anlatmak, iyi olduğumuzu belirtmek için yazardık. Sanırım öyle. Şimdi birbirimize çok yakınız, en azından telefonla görüşme olanağımız var ama bu yeterli gelmiyor. Eskiden uzak yerlerde kalanlar, şimdi yanı başımızda olsalar da çok uzak bize. Dokunabilmek bile yeterli olmuyor yakınlaşmamıza. Yazmak birbirimize yakın olmamızdan çok kendimize yakın olmamızı sağlıyor sanırım.
Yine anımsamalar dilimindeyim. Zamanında konuşmadığım için kırgınım kendime. Beklemek ama neyi beklediğini bilmek. Biliyordum. Yanlış giden bir şeyler var. Bu masum hatta şımarık kalan anımsamalar ne zamana kadar sürecek? Kimse bilmiyor yine de bunu duymak istiyorum. Bitirme şansı var mı? Yıllar önce gittiğim danışanı olarak bulunduğum kişi bile unutmamıştı. Onun yüzünde bir anda çok uzun yıllar öncesinden günümüze kadar taşıdığı yüzü görünce… Bir daha gitmemiştim. Anlamıştım ki hiçbir iz silinmiyor, yüz hatlarımızın bir köşesinde yer etmiş, bir cümle ile anımsama da o yüz geri geliyor. Sonra bir başka yüzde gördüm onun eski yüzünü. Sonra… Sonra kendi yüzümden de silinmeyeceğine karar verdim ve kabullenmeye çalıştım. Bir zamanların bir zamanlarda kaldığını bilen güzel anıları bırakmak isteyen kişilerde bile izlerini görebiliyordum, cümleler yüz gibi gösteriyordu kendini bir yerlerde.
C.Pavese’nin kitabını okuduktan sonra intihar nedenlerini düşündüm. Bir şeyin olmaması üzerinden tanımlamak kolay geliyor. Oysa olmayanı anlatmak gerekiyor. Zamanında bununla ilgili yazma çalışmalarım olmuştu. Şimdi o yazılar hangi bilgisayarın hangi dosyasında bilmem olanaksız. Aradan çok uzun zaman geçti. O yokluk durumunu, olmayışı yeniden anlatabilir miyim bilemiyorum.
Yıllar önce yazdığım ve basıma uygun olmayan, hiçbir tanıma uymayan dosyamı düşündüm. Kim bilir kaç dosya geri çevriliyordur. İçlerinde hayata nefes verecek kaç dosya önemsiz sayılıp çöpe atılıyordur, diye düşündüm.
Hava soğuk. Kalorifer kapanalı çok oldu. Kimseye mektup yazmayacağım, derken… Sonunda bir mektubum daha oldu.
İnsan ne zaman başkasından umudunu keserse ve kendisi umut olursa o zaman birçok şey değişebiliyor. Konuşmak çok önemli, içten yanıtlar verildiğinde ve doğal olunduğunda yani.
Bugün papatyaları düşündüm. Seviyor, sevmiyor diye başlar ve böyle devam eder ya. Hiç sonu olmadığına karar verdim. İçten doğal iyi niyetli. Öfkeli kırıcı yıkıcı. Bu şekilde devam edecek hep devam edecek. Ne kadar uzak olursak birbirimizden o kadar az yıpratırız sevgilerimizi.
Yazmak birbirimize yakın olmamızdan çok kendimize yakın olmamızı sağlıyor olmalı. Öyle olmalı ki bugünlük bitti.
Bir yanıt bırakın