ÇOCUKLARLA KİTAPLARLA YOLCULUKLAR      4 Haziran 2024 / Salı

ÇOCUKLARLA KİTAPLARLA YOLCULUKLAR      4 Haziran 2024 / Salı

Kitap okumaya başlayabilmek için okumayı öğrenmek gerekiyordu. Çocukların kitaplarla yolculuğu okuduğu ilk kitap olmalı ama hangisi? Kaç kişi hatırlayabilir? Eline kitabı alıp kimseden yardım almadan, annemizin yanına gidip önce resimlerine bakıp ardından parmaklarımızla satırları takip etmişizdir. Heceleri yüksek sesle okumaya ve bu hecelerden anlamlı kelimeler yaratmaya çalışmışızdır.  İlk okumanın sesli okuma olduğunu düşünüyorum. Henüz okumanın mahremiyetini bilmiyorduk sanırım. Bir de okuduğumuzu herkese ilan etmenin hatta inandırmanın tek yoluydu. Peki hikâye ve masalları ilk defa mı okuyup dinleyecektik? Elbette hayır. Önce, hatırlamadığımız yıllarda yani büyüklerimizden dinlemişizdir. Daha beşikteyken anlatılmaya başlanmıştır ama biz bunu çok sonra fark edecektik. O zamanki duyguları, hayalleri yeniden yaşayacağımızı düşünürüz, yüksek sesle okurken. Fakat hecelemek işin büyüsünü bozar. Ne zaman vurgularla okumayı öğreniriz, işte o zaman iyi bir hayalci olup çıkarız. Kitaplar bize başka kapılar aralar. Tek başına hayal kurmak. Kitap ve ben.

Şanslıydım ki yalnızca annemden değil, babamdan da bize bakan Elif ablamdan da masallar dinlerdim. Annem okumam için kitaplar ayırır, o işteyken, Elif ablamız kitapları bize okurdu. Elif ablam sayesinde okumayı okula başlamadan öğrenmiştim. Okula başlayacağım yıl da bizi terk etmişti ve okumayı öğrendiğim için gittiğine inanıyor olmalıydım ki kendimi hep suçlu hissettim. Çok ağladım arkasından. Yol arkadaşım beni terk etmişti. Okul yaşıma gelmemiş olsam belki de gitmeyecekti. İkinci sınıftan başladım ve öğretmenim annem oldu. O da bana iyi yol arkadaşı oldu.

Anneannem, babaannem, büyükbabam, annem ve babam bir de Elif ablam bize hep bir şeyler anlatmıştır ama ben hatırlamıyorum. Elime alıp okuduğum ilk kitabı da hatırlamıyorum. Derin izler bırakmamış olmalı. Fakat okula başladığım yıl sınıfta hızlı okuma yarışması yapılacaktı. Birinciye kitaplığımızın camından bizi bakan resimli çok güzel bakan Karlar Kraliçesi duruyordu. Teneffüslerde cama yapışır, dokunmaya çalışırdım. Benim olmasını çok isterdim. Bunun için de evde sürekli yüksek sesle okuma yaptığımdan hiç kuşkum yok. Çünkü birinci ben oldum ve Karlar Kraliçesi ben oldum. Gerda… Defalarca okudum. Hiç sıkılmadım. Belki de ezberledim, çünkü hiç unutamadım. Bir çocuk için “Ona dokundum,” denir. Bana kendi uğraşımla ulaşan ilk kitap bu oldu.

İlkokul beş yıldı ama ben dört yılda tamamladım. Bu süre içinde sınıf içinde annem sesini değiştire değiştire, vurguları yapa yapa, tonlamalarla kitap okurdu. Biz de can kulağıyla dinlerdik. Herkes dinler miydi, bilmiyorum ama dinlediklerini düşünüyorum. Çünkü annem bir yere kadar kendisinin okuyacağını, sonra da devam etmek bir öğrenciye vereceğini söylerdi. Birkaç sayfa sonra susar “Şimdi kim devam etmek istiyor?” diye sorardı ve parmaklar havaya kalkardı. Ben de okumuşumdur. Bize kendisinin okuduğu gibi okumamızı öğretiyordu. Uçan Otomobil en unutulmaz kitaptı. İçinde düdük şekeri bile vardı. O şekerlerden biz de isterdik. Ortası delikli şekerler… İşin en güzel yanı hayalimizde canlanan otomobildi. Uçuyor, yüzüyor ve karada gidebiliyordu. Büyüdüğümüzde böyle bir otomobilin gerçek olabileceğini, bizim göreceğimizi söylerdi öğretmenimiz. Unutamadığım diğer kitap Cahit Uçuk’un Gümüş Kanat adlı kitabıydı. Üç Ayaklı Sıpa da vardı. Küçük Kadınlar… Hiç unutamadığım kitap da hikâye içinde uçan kadınlar çocuklardı. Bu kitabı çok aradım ama bulamadım. Annem böyle bir kitap olmadığını söyledi. “Ama şemsiyelerini açınca uçuyorlardı,” diyordum her defasında. Belki de üçüncü sınıfta okumuştum. Ecrin’in şimdiki yaşı. Sekiz yaş.

Ecrin’i İzmir’deki bir ilkokulda imza gününde tanıdım. Her sorumada konuşmak için heyecanla parmak kaldırıyor, heyecanla nefes almadan okuduğu hikâyeleri anlatıyordu. Çok başarıydı o yaş için. Masa başına oturup kitaplarımı imzalarken, diğer kitaplarımı gördü. “Bunları da okuyabilir miyim?” dedi. “Okuyamazsın.” “Neden?” “Çünkü senin yaşına uygun değil. Dördüncü sınıfa gittiğinde okuyabilirsin.” “Dördüncü sınıfta yeniden okurum.” “Bu kitapları sınıf kitaplığımıza bırakacağım. Zamanı gelince okuyabilirsin.” Boynunu büktü “Ne olur?” Sustum bir süre. Yüzüne baktım. Üzgün değildi. Yine heyecanlıydı ve gözleri parlıyordu. “Olur ama bir şartla.” “Ne?” “Okuduktan sonra bana bir video göndereceksin. Okuduğunu anlatacaksın.” “Yaşasın! Anlatırım,” dedikten sonra okuduğu bir başka kitabı anlatmaya başladı. Ben de ona “Sait Faik’in Son Kuşları” kitabımı imzalayıp verdim. Bir başka kız öğrenci de istedi. Ecrin’in yakın arkadaşıydı ki hiç ayrılmıyorlardı. Ona da “Orhan Veli’nin Dalgacı Mahmut’u”nu verdim. Ona da aynı şartla verdim, okuyacaksa ve anlatacaksa…

Geçen günlerde video Ecrin’den geldi. Öyle heyecanla anlatıyordu ki “Ona dokundum,” dedim kendi kendime. Sırf onun için o okula tekrar gitmeli, ona başka kitaplar vermeliyim. Aslında kitabın hepsini anlatmamıştı. Hatırladıklarının arasına kendi hayalleri de karışmıştı. Ana karakterimiz Gugu ve teyzesi Lale’ydi. Fakat ona göre üç kahraman vardı. Gugu, teyzesi ve Lale. Birkaç olay da değişmişti ufak da olsa. Nasıl da güzel, kendine güvenli, heyecanlı anlatıyordu. Nefes almadan üstelik. Videoda güzel çıkmak için de uğraşmamış, sadece yüzünü çekmişlerdi. Öyle doğaldı ki, gözlerini iri iri açıyor, kısa duraklamalarda hatırlamalar yapıyordu.

İşte dedim. Sen de böyle başladın okumaya. Şemsiyelerini açtığında uçan kahramanlar… Gerda’nın arayış için çıktığı yolculuklar…

Şimdi Gümüş Kanat kitabının özetini okudum ve çok şaşırdım. Ben de bir tünel peşine düştüğümü anımsıyorum. Para koleksiyonu da yapıyordum. Bir de pul koleksiyonu yaptığımı anımsıyorum. Yıllar sonra İstanbul’a gelişim belki de bu kitap yüzündendir. Hatta İstanbul üzerine okumamı ve yazmamı da teşvik etmiştir. Kitaplar herkese dokunmayabilir ama tılsımlı kelimeleriyle büyü yapılan çocuklar mutlaka vardır. Çocuk kitaplarımı yazarken hep bunları düşünmüşümdür. Ama ilginç yanı yazdığım yazılar bana da büyü yapıyor olmalıydı ki hayal dünyamın zenginleştiğini görüyordum. Bir öykü olamasalar da yarım bırakılmış birçok öykü bulunmakta. Bu hayal dünyam ne yazık ki gerçek hayattaki entrikalara çalışmıyor. Öyle dala vereler anlatılıyor ki dinledikçe ağzım açık kalıyor. Bunları nereden biliyorsun, diye soruyorum. Aldığım yanıt “Yaşadıklarımıza bir baksana. İnsanlar neler yapıyor,” oluyor.

Ecrin’i izleyeceğim. Her kitap için bir video isteyeceğim.

Çocuklara evlerindeki masayı tarif etmelerini isteyeceğim. Bunu da Türkçe öğretmenim için yapacağım. Çocukların bir masayı bile tarif edemediklerini söylemişti. O zaman bunun neden önemli olduğunu anlamamışım. Şimdi anlıyorum. Evimde iki masa var ve ikisi de birbirinden farklı. Sadece ‘masa’ diye yazılan yerlerde, belki de evdeki masaları canlandırıyorum. Mutfak masası, salon maması. Bir de oğlumun ilkokulda, kütüphaneli çalışma masası…

Bir başka yazar da çocukların ağaçları adlarını bile bilmediklerinden yakınıyordu. Ben de ikinci sınıflar için Fıstık Çamı adını verdiğim bir kitap yazmıştım. Beş ağacı anlatmıştım.

Küçük Kadınlar kitabı haziran ayında kitap kulübünde konuşulacak. Gülkız Turan’ın hazırladığı bir çalışma yani atölye. Bu kitabın da özetine şimdi baktım. Bizim zamanımızda televizyon değil kitaplar vardı. Bizleri nasıl da etkilemiş, günlük hayatlarımızı etkilemiş, bize hayaller vermiş, rutinleri ve ezberi bozmuş. Bu kitap hakkında da daha sonra yazmayı düşünüyorum.

Evdeki masanızı tarif edebilir misiniz?

İlk okuduğumuz kitap hangisidir?

İlk dinlediğiniz masal hangisi?

Yolculuk hikâyesi… Bugün de bitti. Bakalım yarın neler olacak.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*