YARATICI OKUMAK YAZMAK 18 Eylül 2024 / Çarşamba
“Önce Ekmekler Bozuldu” kitabı yayımlandığında tarih 1946’ymış; “sonra her şey bozuldu” der Oktay Akbal. Ne değişti dünden bugüne? İnsanlar da bozuldu sanırım. Ben de dahil miyim ki?
“Artık yazmıyorum çocuk kitabı,” dedim. “Aklıma bile gelmez oldu.” “Peki ne yapıyorsun?” diye sordular. Doğru bir yanıt bulmalıyım. Düşündüm. “Düşünüyorum. Bir yayınevi mi açsam, diyorum.” “Ne işin var yayıneviyle? Kolay mı o iş? Basması var matbaan olacak, dağıtımı var, eleman çalıştırılacak, var da var…” “Kolay bu iş. Basım parasını alıyorsun, matbaaya gerek yok dışarıda bir matbaaya bastırıyorsun. Dağıtım internet üzerinden olur ayrıca yazarlar da çalışır. Kitaplarını satarlar, pazarlarlar… Çok fazla yazmak atölyeleri var ve dosyalarını kitap olarak bastırmak isteyenler var. Öyle genç insanlar var ki, öncesinde nasıl olduğunu bilmiyorlar belki de. İşin ilginç yanı yurtdışında da pek farklı olmadığını da düşünüyorum. Yani kısaca ben yalnızca dinliyor ve düşünüyorum.” “Nerede kaldı senin hak hukukun?” “Bozuluyorum değil mi? Anladım. Şaka maka ben de bozuluyorum.” Düşünmekten başka bir şey yapmadığım için düşünmeye devam ettim. Büyük yayınevleri satışlarını nasıl yapıyorlar, bilmiyorum. Bildiğim elimin, kalemimin uzandığı kadar. Yazar arkadaşlardan dinlediklerim… Çiçeği üzerinde yeni bir yayınevi kuruldu. Bizim Çağ Yayıncılık. İlk kitabını çocuklar için bastı, yazarı Sevda Müjgan. Umutlu; bana da umut olmalı, değil mi? Ben yazayım okurlar taşısın umudu.
Ne yaptığımı sordular ya ben de yazan çok okuyan az; karar verdim okuma atölyelerine katılacağım, dedim. Bir atölye ekimde başlayacak. Moby Dick’i okuyacağız. Filmi de var. Çalışmamız sekiz hafta sürecek. Merak ediyorum, neler konuşacağız? Feridun Andaç’ın açtığı bir atölye.
Okur yolculuğu üzerine yazdığım yazı, Bizim Çağ Edebiyat dergisinin internet sayfasında yer alacak. Dergiyi beğenerek okuyorum. Bak işte bu dergiden umutluyum. Profesyonel bir dergi, yazımı yazarken çok özen gösterdim. Okuma kulüpleri ekim ayıyla birlikte başlıyor. Çok açıldım ama yapacak bir şey yok. Okuduğum kitaplar üzerine rahat konuşabilecek duruma gelmek istiyorum. Bugün bunun…
Bugün bunun bana ne kazandıracağını da düşündüm. İnsanlar artık çok akıllı, kendi çıkarları için her şeyi (aslında burada başkalarının kullandığı kelime var ama bu bana yakışmaz) yapabileceklerini anladım. Herkes ama herkes… Ben de şaka yollu yayınevi kurarken aynısını yapmışım. En güzeli kitap almak, okumak. Zahmetsiz. Gezmeyi sevmem ya okumayı severim. Eğer kültür gezisi yapacaksam, önceden orasıyla ilgili okumalar yapmam gerek. Sonra da gidip görmek. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir? Elbette çok gezen bilir. Okuduklarını unutabilirsin ama gördüklerin ve duyguların seni bırakmaz. İstanbul üzerine çok okudum, elimde ne kaldı? İşin kötü yanı okuduklarımdan kalanları not almıştım ama deftere yazmadığım için elimde hiçbir şey kalmadı. Yerebatan Sarnıçı’nı unutmadım. Çünkü gezdim, üstelik okuduktan sonra gezdim. Çok kalıcı oldu ve etkiledi beni. Nasıl olmuş da bu kadar bakımsızdı? Oysa fotoğraflarda inci kadar göz alıcıydı. Yazık olmuştu Medusa’nın başına. Su yok. Daha doğrusu leğen gibi bir çukura dökülmüş, su var mı, var. Nerede o eski kayıklar? Balıklar? Tavanlarda örtüler, restorasyon çalışmaları varmış.
Yazar arkadaşımla konuştum. Öyle olumsuz, umutsuz bir durum ki, içinde yaşarken eleştirdiğimiz geçmiş günleri arar olduk. Genç yazarlar ya da geç yazanlar o yılları bilmiyorlar belki de. Anlatılmalı, dedim. Kim ve kime, diye sordu. “Öyleyse kendi aramızda nostaljik takılırız.” Takıldık. Bir okula gittiğinde yedi yüz elli kitap imzalamış arkadaşlardan biri. Diğerinin öyle çok kitabı varmış ki başka yayınevlerinden de kitapları çıkmış zamanında. Anadolu gezilerinde, kitap fuarlarında tüm masrafları yayınevleri karşılıyormuş. Arkadaşımın gitmediği yer kalmamış. Üzerine de telif ödenmiş. Haftada en az bin kitap imzalanıyormuş yuvarlak hesap. Şimdi bin kitaptan altı yüz kitabın altı ay içinde satılmaması durumunda… Geçiniz. O da sordu bana, ne yapıyorsun? Çocuk kitabı yazmıyorum, dedim. Zeytin Büyücüsü’nü de unuttum gitti. Bu kitap bitince kedilerimi, köpeklerimi, kuşlarımı yazacaktım adım ona. Arkeolojiye, mitolojiye merak salmıştım ki fantastik bir şeyler yazabilirdim; miş gibiydim. Özenle yazan, editöre gerek duyulmadan kaleme alınan dosyalar var bildiklerim çok; yayımlatma olasılığı pek yok. Oh çok şükür elimde basılacak bir dosya yok. Okuyacağım. Sayfamda paylaşacağım. “Bu atölyelerin sonunda ne olacak?” Ne olacak; hiçbir şey. Bir şekilde başka konulara merak salarım. “Sen de atölye açsana.” “Bana göre değil.” “Editörlük yap.” Sevgili arkadaşım; edebiyat öğretmeni; beni o yetiştirdi, yeni yeni yuvadan uçmaya hazırlanıyorum. Hazırlanıyorum dedim çünkü şimdi de tutturdum dilbilgisi dersleri alacağım diye. Bana ders verebileceğini söyledi. “Seni yormak istemiyorum ama bir kitap önerebilirsin.” “İnternette çok güzel videolar var. İstersen onları izle.” Pek sevindim. Bana bir video açtı. “Tamam, bunu takip edeyim.”
Bugün öfkelenmedim oysa öfkelenecek çok şey vardı. İnsanlardan beklentim olmadığı için öfkelenemediğimi düşündüm. Kabullenmeye mi başladım ne? Kimse işini dürüst bir şekilde yapmıyor. İşi bilmeyenleri kekliyorlar. Psikolojiden anlamam neyse ki. Ama sadece bunda keklenmiyorum ki? Tıp alanıyla da hiç ilgilenmez oldum, bildiklerimi de unuttum. Kedilere her ilaç kullanılmıyor bunu biliyorum ama hangi ilaçlar toksik etki yapıyordu unuttum. Aklımda kalan en güvenli verilebilecek ilaç gentamisin; antibiyotik. Hay aksi şimdi bundan da şüphe eder oldum. Bizim kedileri iyi bir hekime götürmeli. Eskiden başıma gelmişti; DDT ile kedisine banyo yaptırmıştı bir hayvan sahibi. DDT yasaktı ama piyasada o zamanlarda da bulunuyordu demek ki. Kedi öldü. Hayvan sahibi gözyaşı döktü. Klinikte yalnız çalıştığım dönemler de oldu. Tembihlenmiştim; enjektör isterse ver. Birkaç kez geldi ve istedi. O yıllarda şehirde klinik sayısı oldukça azdı. Veteriner denilince akıllara tavuklar, atlar, inekler, koyunlar gelirdi. Doğal olarak küçük yerlerde iş bulabilirdi. Bazılarında şehre uzak çiftliklerde ya da köylerde yaşanırdı. İlk klinikler arasında olduğumuz için çok şeyler yaşadık, gördük. Bugünlerde nasıl bilmiyorum. Ama şehirde apartman dairelerinde hayvan bakanların sayıları arttığına, göre çeşitlilik de artmıştır sanırım.
Bugün de kitap okuyamadım. Ama kitaplarımı imzalı hediye etmek için memleketten öğretmen arkadaşımı aradım. Elimdeki kitapları daha doğrusu kitaplarımı vereceğim. İyi ki Varsın Kanka kitabımız yirmi yazarlı bir kitap. Ama onu ücretsiz veremem. Yalnızca beş ya da on yazarını bir araya getirebilirim. Ortaokullar için. Ben ilkokul çağı için yazıyorum. Arkadaşımın öğrencilerine okumaları için önermem. Belki dördüncü sınıflar okuyabilir.
Bu yıl çok atak geçirdim. Sağ salim işin içinden kıyısından köşesinden döndüm. Beril’e önerilerde bile bulunabiliyorum. İç sıkıntın, patlamaların olursa aman dikkat et. Pik yapmadan önlemini almalısın.
Dersler romanından bir bölüm, dün gece okudum ve yatınca birçok şeyi anımsadım. Kalkıp yazmaya üşendim. Oysa ne güzel cümleler kurmuştum ve farklı pencereler açmıştım. Hay aksi.
Sosyal medyada sayfalarımı reklamlar, kadınlar, futbolcular, dizi oyuncularının hayatları akmaya başladı. Belki de sıradan bir telefon kullanma zamanım geldi. Bir ara Narin üzerine yazılıp çiziliyor, paylaşılıyordu. Sırayı Türkiye Güzeli paylaşılmaya başlandı. “Cep delik cepken delik/…/ Kevgir misin be kardeşlik.” Orhan Veli. Şarkısı bile varmış.
Bitsin. Bitti. Yayınevi kurmayacağım.
Bir yanıt bırakın