YARATICI OKUMAK YAZMAK 22 Eylül 2024 / Pazar
‘Dersler’ romanı beni çok etkiledi. Bir insanın hayatının nasıl değişebildiğini ve birçok olasılıklar arasından gelip de en iğrenç olan yola nasıl olup da… Narin adlı küçük kızı düşündüm. Diğer çocukları… Miras romanını… Söz bitiyor. Ne söyleyebilirim ki? Narin hangi öyküyle hayat bulabilir? Ölümle mi biter her öyküsü? Tacizler arttıkça, konuşulmaya ve insanlar tarafından sahip çıkılmaya başlandı. Adalet.
‘Dersler’ romanını merakla okuyorum. Arkadaşlarıma önerdim ama her okuduğum romanı beğendiğimi söylediğim için okumalarında ısrar etmiyorum. Metamodern bir roman değil az bildiğim kadarıyla ama yeni bir şeyler var. Bireyi dar bir çemberin içinde anlatmıyor. Her daire bir başka daireyle kesişiyor. Müthiş bir özgürlük hissi bırakıyor bende. Karakterimizin hayatı nasıl devam edecek, diye merakla okuyorum. Özellikle başka yazarlara ve romanlarına, şiirlerine saygılarını da iletiyor. Evet, gerçek hayatta da böyle, diyorum. Okuduklarımız hayatımıza bizim izin verdiğimiz ölçüde girebiliyor. Bu aralar çok okuyamıyorum. Son okuduğum olarak anımsadığım Miras. Aklıma son yıllarda ifşa edilen tacizler geliyor. Yaş fark etmez, cinsiyet ayırmaz. Son yıllarda ben de cinsellik üzerine düşünmüştüm ama bunu ifade etmekten kaçınmıştım. İnsan demek eğitilmiş demek. İnsana hayvan dersek eğitilmemiş anlamına gelmiş olmalı. Hayvan güdüleriyle yaşar, insan ise belli ahlak kurallarına göre yaşar. Özgürlük, der; adalet, der; hak, hukuk, der… Birlikte yaşamanın gerektirdiği kuralları bilmesi gerekir. Bu durumda cinsellik de kurallara göre belirlenir. Kurallara göre de insanların uyması gerekir. Özgürlük adını verdiği cinselliği yaşayamaz. Erkek olsun, kadın olsun her zaman hakları, özgürlükleri koruma altındadır. Bu konular üzerine çok düşünmedim ve okumadım da. Yazacaklarım çok sıradan kalır. İstatistikler var, hukukçular var, dernekler var… Yaşayan çocuklar ve aileleri var. Onlara kulak verilmeli bence.
Bugün arkadaşım aradı. Eşi bir kedi görmüş sokakta ve eve getirmiş. Evdeki kedileri de yavru kediyi hiç sevmemiş. Uyum sağlayabilirler mi? Hiç bilmiyorum. Çünkü hayvanların psikolojisini bilemiyorum. Evde yaşamları nasıl, nasıl bir psikoloji içindeler… Bildiğim tek şey tıpkı bir insan gibi evde eğitildikleri. Ses, koku, bakış, davranış… Çeşit çeşit bunlar. Nasıl eğitim verdiğinize bağlı psikolojileri. Bir arkadaşıma vahşi yavru kedisinin düzelmeyeceğini söylemiştim ama düzelmişti. Bir daha da böyle kesinlik belirtmedim. Şimdilerde ben de bu hayvanların eğitimleriyle birlikte hayatlarını nasıl şekillendirdiklerini merak ediyorum. Dinlemeyi ve sorular sormayı tercih ediyorum. Eme ve Karadut çok farklılar. Eme’ye bakınca yüzünde yaşlanmış olduğunun izlerini görebiliyorum. Karadut oldukça genç ve zinde bakıyor. Eme dokuz yaşında ve çok değişti. Karadut da bir yıl sonra çok başka olacak biliyorum. Onların gözünde dev anası olan ben de değişiyorum. Yaşla birlikte gelen değişim. Deneyimin dışında bir şey bu. Geçmişi her defasında yeniden gözden geçirmekten kaynaklanıyor belki de. Yaşam devam ettiği sürece de bu düzeltmeler de devam edecek gibi görünüyor. Buna engel olmak için her şeyi olduğu gibi anlatmak yazmak çözüm olabilir mi? James Joyce Ulysses’de denemiş ve muhteşem bir eser bırakmış bize. Bir günü anlatan yedi yüz sayfadan fazla süren romanın tamamlanabilmesi yılları almış. Ben kırık dökük günlüklerimle bugünü bile ne kadar anlatabilirim ki? Yarın yavru kediyi veterinere götürecekler. Bakalım sonra neler olacak?
Bugün doğum günü kutlaması vardı. İstanbul dışına çıkıyorum bu hafta. Bir süreden fazla bir süre sonra döneceğim. Bu yüzden erken kutlama yapmak istedim. Sevdiklerimin yanında olmak beni mutlu ediyor. Onları özleyeceğim. Sevdiceğimi de aradım. Sonra gerçekten de çok şanslı bir kadın olduğuma karar verdim. Aldığım eğitim sıkı bir eğitimmiş. Çok komik geliyor kulağıma. Sıkı eğitim. Otomatiğe bağlayıp yaşayıp gidebiliyorum. Biraz geç öğrendim şu bipolarlıkla nasıl baş edeceğimi; tek sorunum bu. Fizyolojimin değişmesi beni yoruyor artık. Salı günü doktoruma randevum var. Bir yıl olmuştur gitmeyeli. Son gidişimde ilaçları kesecektik ama buna cesaret edemedim. İyi ki de bırakmamışım. Ne yapardım bıraksaydım diye düşünüyorum? En büyük korkum Beril gibi hastaneye yatırılmak olmalı. Neyse ki öyle bir şeyin olasılığı bile yok. Beril kayıplarda. Onunla konuşmayalı ne kadar oldu hatırlamıyorum. Yarın aramalı.
Hamburger yedik, küçük bir pastayı bölüştük. Onlara taksi şoförünün söylediklerini anlattım. “Beni aradın ya, telefonda konuşurken şoför benim tartışacağımı düşünmüş. Çok sert çıkışmışım. Öyle miydi gerçekten?” “Yoo, değildi.” “O öyle söyledi. Hatta tartışmayın diyecekmiş neredeyse. Kaşlarımın çatık olduğuna bakmayın dedim. Mesleki deformasyon.” “Öğretmen misiniz?” “Evet.” “Anladım. Çocuklara kaş çatmaktan. Botoks yaptırın. İnsanı çok değiştiriyor.” Bir komşularının botoks yaptırdığını ve onu tanıyamadığını anlattı. Kendimle barışık olmak istiyorum oysa. Onlara gittiğim yerde çevrimiçi küçük bir yazmak atölyesi açmak istediğimi söyledim. “Olabilir, iyi fikir,” dediler.
Yeni tanıştığım birisiyle arkadaş oldum. Yazmak istiyordu. Onunla kısa bir çalışma yaptık. Çok eğlendik. Yazdıklarımızda ne kadar kendimiz varız, ne kadar bir başkası bunu göstermeye çalıştım. “Bekliyorum,” demişti. Ben de sormuştum. “Neyi bekliyorsun?” “İlham gelmesini.” Onu beklemeyeceğini, bir yerlerden başlaması gerektiğini söylemiştim. Hiçbir şey bekleyerek gelmez. Hep bir çaba vardır, cesaret gerektiren. Kendini görmekten korksan da… Söylenenlerin çoğu yalan. Yazdıkların sen değilsindir. Sen olduğunu düşünüyorsan eğer, yazdıktan sonra artık o kişi sen değilsindir. Bir şey bekleme ondan. Değişim böyle bir şey. Dalgaların kayalıkları vura vura aşındırması. Eski kayalık değildir ama insan gibi bir yıl önce, on yıl önce nasıldım diye düşünmez o kaya sanırım. Belki de bir hafızası vardır da henüz keşfedilmemiştir. Dünyayla ilgili bilmediğimiz öyle çok şey var ki. Arkadaşla yaptığımız çalışmayı anlatmayacağım. Belki bir dönem gelir paylaşırım. Ama onunla oturduğumuz kafeyi çok ilginç buldum. Bunu yazabilirim. Önümüzdeki kaldırımda yürüyen insanları izledim. Kafalarının üzerinde konuşma balonlarında geçen konuşmalarını gördüğümü düşündüm. “Her insanın bir hikâyesi var. Burada oturup onları izlemek bana çok ilginç geldi,” dedim. Benden birisinin hikâyesini anlatmamı istedi. Sustum. Ona anlattırdım bir hikâye. Güldüm. Çok bozulmadı ama neden güldüğümü sordu. “Farkında değilsin ama hikâyendeki insan için de ‘bekliyor’ dedin. Neyi bekliyor olabilir?” Benim anlatmamı istedi. İnsanların akın akın caddenin sonuna doğru gittiklerini söyledim. Büyük bir duvarın önünde beklediklerini söylemiştim ki gülerek “Bu senden aldığım bekleme,” dedim. “Duvar da şu an okuduğum romandaki karakterin yıkılışına tanık olduğu Berlin Duvar’ı.” “Sen neredesin?” “Bilmiyorum. Belki bu öykünün kurgusunda kendi hayat öykümü anlatırken yaptığım olay örgüsünde ve kurguda vardır.”
Aklım romanda. Ne olacak merak içindeyim. Haftaya kitap kulübünde konuşacağız. Geç saatte valizi çıkardım, yatak odasına koydum. Aklıma geldikçe yanımda olmasını istediğim ve atölyelerde okunacak kitapları yerleştireceğim. Kabanımı da almayı unutmamalıyım. Bot. Şemsiye. Orada anlatacak fazla bir olay, değişik bir konuşma olacağını sanmıyorum. Sil baştan geçmişe dönük olacak belki de yazdıklarım. Derelere benzer küçük anlatıların, bir arada bir akarda buluşup deli gibi azgın bir nehir olmasını beklemiyorum elbette. Bataklık olmasın, yeterli benim için. Belki bataklık da iyidir. Kurbağalar, sazlıklar, ördekler için iyi değil mi? Tren yolunun kenarlarından küçük su akarları olurdu. Orada da sazlar yetişirdi. Babam bize o kargılardan düdük yapardı. Oraya gitmek bize yasaktı ve biz de yasak alandan uzak durmuştuk. Uzun yıllar öncede kaldı bu. Sanırım gençliğimizde bu su akarı kurumuş, sazlar kesilmişti. Şimdi burada demir yolunun yüksek demirleri var. Arkasına da apartmanlar dikildi. Yol kenarındaki apartmanların birinde de bir dairemiz var.
Dışarıya çıktım, kalabalığa karıştım ama nasıl oldu da insanların konuştuklarına kulak kabartmadım anlamadım. Hiçbir şey yok hafızamda. Hiçbir şey. Bir tek cümle ya da kelime. Ne kadar ilginç olduğunu şimdi fark ediyorum. Mağazalara girdim. Oturdum kafede. Yok. Doğum günü çocuğu ve erkek arkadaşına odaklanmış olmalıyım. Ya da yazar olmak isteyen arkadaşıma söylediğim gibi… Bir başka zamana bırakmalı.
Bitti.
Bir yanıt bırakın