ÖYKÜ -1-
FATMA NİNE
Öykü yazmak nedir ki? Başkasını anlamaya çalışmak mı? Onun yerine koymak kendini. Kaç kişi kadın erkek, yaşlı genç çocuk hayat buldu öykülerimde. Hiçbiri ben değildim. Ben olarak anlatsam da hikâyelerini. Şapkalı bir adamın karanlık sokaklarda ne aradığını az mı düşündüm? Gece yarısı, soluk sokak lambaları, yağmur sonrası çamurlu su birikintilerinde sokakta, şapkalı bir adam yani yalnızlığı. Ne arar, ne işi olabilir ki sokaklarda gecenin bir saati? Olsa olsa kırık dökük bir aşk hikâyesidir diyebilmiştim. İç sesleri…
Hadi diyelim bir erkeğin iç dünyasını anlayamam öyleyse kadınları anlayabilirdim. Başım önde kaldırım taşlarını sayarken, tanıdığım birkaç kişinin unutamadığım cümlelerinden bir öykü yazmayı denedim. Dönüp dolanıp iç içe geçti öyküleri de şaşırdım. Onlar ben miydim yoksa? Ayırmaya çalıştıkça…
Fatma teyze kocasının şiddetinden kaçıp sokaklara kendini atışına çok tanık oldumsa da bir türlü koruyamadım öykülerde bile. Ben olsaydım eğer… Kaç kelimeyle kurulması gerekirdi öykünün hiç düşünmedim. Bildiğim bütün kelimeleri öyküsüne aldım. Şimdi biliyorum onun öyküsünün bildiği kelimelerle örülebileceğini. Bu yüzden yazamam. Yazsam yazsam tanık olan çocuğun genç kızın şimdiki ileri yaşlarında öyküsü olabilir. Onu son olarak on yıl önce görmüş olmalıyım. Dün akşam onun hakkında konuşuldu. Komşu sık sık akşamları gelen Fatma teyzeye sonunda akşamları gelme demiş. Yine de gidiyormuş. Bize de gelirdi bir zamanlar ama uğramaz olmuş artık. Şimdi bize gelir mi? Gelmezmiş. Hayatımızdan yan komşumuz olsa da unutulmaya ter edilmiş, şimdi yıkıma terk edilen evi bahçesi gibi.
Erken yaşta dul kaldı. Uykusuz geceler yıllarca bırakmadı peşini. Ya çıkıp gelirse mezarından kalkıp diye kalktı kapı önünde bekler buldu kendini. Öyle söylemişti. Sonra da gelmez değil mi, sorusuna gelmez gelmez yanıtını beklemişti. “Ölürsem öbür dünyada bulur mu beni?” Bulmaz bulmaz.
Kaç kişiye anlatmıştır hiç düşünemedim. Tanık olduğumuz için bize soruyor olmalıydı. Öyle değilmiş meğer. Herkese anlatır sorusunu sorarmış. Son zamanlarda iyice yaşlandığı için dünü anımsamazmış da geçmişte yaşarmış. İyi ki evden taşınmışlar da depodan gelen fare tıkırtılarına uyanıp “Adamın sesini işitiyorum. Uyan kızım kalk.” demeyi bırakmış. Ama apartmandaki sesler… Bir daireden ses kesilse diğeri başlarmış. Kâğıt gibi duvarlar. Bildiği duaları okumaya başlarmış. Okuması olmamasına yakınırmış dua okuyamadığı için.
On yıl önce gördüğümde yüzündeki çizgiler yumuşamış, saçları bembeyaz olmuş, neredeyse pamuk nine olmuştu. Aynı aynı cümleleri kurup anlatmıştı, yüzünde tek çizgi bile olmadan. Anlatıyordu, unutmamıştı ama artık çıkıp gelemeyeceğine emindi. Tek korkusu ölmekti. Allah geçinden versin, diyorduk. Kader, diyordu.
Onların bahçeleriyle bizim bahçemiz arasında boyum kadar duvar vardı. Yalnızca başlarını izleyebiliyordum. Kocası evde ya da bahçede olduğunda, bahçe kapısının önüne attığı minderde tetikte otururdu. Kocasının sesi yükselip de yanına gelmeye başlayınca bir koşuşturma başlardı. Eve ancak kahveye gittiğinde girerdi. Yemek yapardı, atı beslerdi, bahçeyi sulardı. Çocukları hiçbir şey yapamazdı. Engelli doğmuşlardı. Oğluna bir dokunsalar yıkılırdı. Kimse dokunmaz hatta işinin ucundan tutar yardım ederlerdi. Herkes bilirdi çünkü bugünkü gibi değildi, çevrede birkaç evin dışında ev yoktu. Herkes birbirini tanırdı. Apartmanların olmadığı zamanlar. On yıl öncesi. Zaman yavaş ilerlerdi eskiden. Değişen bir şey olmazdı çevrede. Yaş alınırdı sadece. Atlı arabalar geçerdi yoldan, traktörler geçerdi. Koyun sürüleri, sürülerin ardında büyük köpekler.
Yetişin yetişin, diye bağırıyordu. Kocası baş örtüsüne yapışmış, örtüyü açmış bir eliyle saçlarından yakalamıştı. Diğer eliyle de vuruyordu. Çekiştire çekiştire, peşinden sürüyerek bahçe kapısından dışarı atmıştı kendini. Kimse yardımına koşmayınca güç bulmuştu kendine. Durmadan vuruyordu. Sonunda elinden kurtuldu koşmaya başladı kahvelere doğru. Peşini bıraktı. Arkasından bağırdı. Yine döneceksin eve, görürsün sen. Kocası kahveye çıkıncaya kadar eve dönmedi. Çocukların ağlamalarına mı yoksa analarının bakımına muhtaç olmalarına mı peşini bıraktı akşam ses seda kesildi, bilmiyordum. Evler birbirinden çok uzaktı. Neler yaşandığını kimse yani çocuklar bilmiyordu.
Bilmiyordum.
Neden özel hayat denilir de yazılmaz bu yaşananlar, bunu da bilmiyorum. Kadınlar arasında konuşulur, herkes aynı şeyleri yaşadığı için yaşamlar aynı olduğu için susulur. Hayaller kurulur, aşk hikâyeleri anlatılır, rüya görülür. Aşk hikâyeleri anlatıcıları da ancak okumuş insanlardan çıkar.
Dinledikçe dinledikçe öykülerini, gel de yazma.
Kalkan elin indiği yerde bıraktığı iz gibi geçmiyormuş demek ki Fatma teyze hâlâ korkuyor. Rüya bile göremeyen kadınlardan biri sadece.
Bazı öyküler yaz beni, yaz beni der. Yazmayıp da ne yaparsın?
Bir yanıt bırakın