KARALAMA DEFTERİ -5-
4 Mart 2019
Uyku ağır basmıştı. Güzel bir deniz havası, bahar kokusu; gel de uyuma. Kitapsız, kedisiz. Kendi dünyanda. Salınımın tam ortasında; maniksiz ile depresifsiz arası tam ortası. Delilik ile normallik ortası. Her şeyin ama her şeyin. Modern ile postmodern salınım tam ortası. Modern yok artık, postmodern ötesi bu olmalı. Salınımsız. Telaşsız, dingin, farkındalı; kendiliğinden çözülme.
Uyku ağır basmıştı. Son okuduğum, haftalardır okuduğum, yeni çıkan öykü kitabını aldığım yazarın öykü dünyalarının eseri bu gecenin çözülmesi. Elbette öykülerin çözümlemelerini yapmayacağım. Önemli olan bir okur olarak bana yeni bir dünya sunması. Benim dünyama yeni şeylerin eklenmesi. Zenginleşme. Kelime dağarcığının, cümle kuruluşlarının, yaşamımın, düşüncelerimin zenginleştiğini fark etmek. Tam ortasında gece ile gündüzün.
Uyku basmıştı. İstanbul okumalarım biraz tezlere yönlenmişti. Hayran kaldığım seyahatnamelerin yorumlarını okudum. Şarkiyatçılık. Edebiyat eserlerinin verildiği dönemlerin incelenmesi. Tarihi yapılar. Tarihteki değişim. Beni zorlayan değişim, yıkılan duvarlar; bitmeyecek öykü. Bitmeyecek öykü, bile bir kitap adı. Batı’nın baktığı pencereden bakışlarım. Anımsadıklarım.
Bir köylü, ağanın zenginliğine vurgu yapar ve der ki “Ben ağa olsam, her gün soğanın cücüğünü yerim.”
Bu da İstanbul’da bir yaşlı adamın hikâyesi, yazan Batılı. Yaşlı adam, yıkılan yapının enkazları arasında dolaşır, bir şeyler aramaktadır. Ne aradığını sorarlar. “Burada para yiyorlarmış, aralara düşmüştür.”
Şimdi bu hikâyeler her okura seslenir mi, diye düşündüm. Okurların kendi yorumlarına bırakılmış bir hikâye değildir, sanki bunu anlatmak da gerekir. Başka türlü o ırgatı, o yaşlı adamı anlayabileceklerinden emin değilim. Ben yine de açıklama yapmayacağım, her okurun yazıya aktarmadığı gibi.
Bir öyküyü düşünüyorum. Varlık ile bugünkü yokluk arasında gidip geliyor, bu aynı zamanda şimdiki zamanın geçmiş ile gelecek arasında kalışı bence. Bugünkü yokluk da ne denebilir. Kültürel yokluk bile olabilir bu. Geçmişle tarihle bugünün yokluğu da anlatır. Maddi yokluk, teknolojik yokluk. Her şey olabilir. Kutuplaşmalar da olabilir; iki kişi, iki grup, iki olan her şey; öteki de dahil. Herkesin kendiyle olan öteki ile ilişkisi. Akıl ile yürek. Duygu ile duygusuzluk.
Dedim ki ona, ilk söylediğimden vazgeçtiğimde beni yargılama. Değişmek böyle bir şeydir, önemli olan bunun nedenini de açıklayabilmek. Akıl ile yürek arasında ortayı bulabilmek. Sürekli değişerek, sana yapılan başka diretmeleri, tuzakları aşabilmek değişmek. Geleceği görebilmek. Bunun öyküsü de çok çarpıcıydı.
*
Ünlü komedyenimiz tura çıkmış. Biletler satılmış. Son anda bilet almak isteyenler elbette karaborsayla yüklü miktarlara alacak. Satayım mı? Kaça satacaksın? “…” “Aldığını nasıl harcayacaksın?” “…” “Sat bence, ben satardım.”
Birkaç hafta sonra. “Biletini sattın mı?” “Satmadım. Çok fark etmezse, ‘…’ alamayacaksam satmayı düşünmüyorum.” “Ben de sana bunu söyleyecektim. Ben satmaktan vazgeçebilirdim.”
İşte yorumsuz bir aktarım. Her şey ile hiçbir şey arası.
*
Bu gece yavaş yavaş anlamaya başladığımı fark ettim. Okur olarak farklı bir yolculuk oluyor. Keşke zaman tanınsa da herkes okusa. Okumak da bir başka eğitim gerektiriyormuş. Yazma okuma yolculuğumu düşündüm. Okuma yazmayı öğrenmeden önce başlamış.
Didem Madak’ın kitabını almıştım elime. Karlar Kraliçesi masalının sonunu tırnak içine almış. Edebiyeten var mı? Şiir yolculukları var olduğunu gösteriyor. Yeter ki değişim kucaklansın.
Her şey tekerrürden ibaret. Bilmediğin sürece böyle. Bugünümüzde yaşananlar da bunun gerçekliğini gösteriyor.
*
“Yüz yıl önce başladı Dünya Savaşları. Ne kadar değişmiş olabilirler sence?”
*
Her yerde aynı, geriye dönüşü zamanın.
*
Yıllar önce çocuklar için mücadeleler verildi. Korunmaya çalışıldı. Artık…
Birkaç yıl önce başladı, kadınlar kendileri için mücadele vermeye hızla bilinçlenerek. Şimdi…
Birkaç yıl sonra kime sıra gelecek?
*
Son okuduğum öyküler beni alıp götürdü; dil oyunları, sözdizimleri, zengin dağarcığı, ritmi, melodisi. En önemlisi de anlatılamayacak kadar derin oluşu. Bilinenleri yıkışı, güvensizliği verirken dayanılan gerçeklere, onu her şeyle paramparça edişi. Geriye kalan bendeki sessizlik. Yazıya dönüş. Her öfkenin ardından bu mu yaşanır? Öfke tepki değil de nedir? Neye tepki verdiğini fark etmek, yola yolculuğa devam etmek gibi bir şey.
Ufuk çizgisi. Deniz ile gökyüzü arası; edebiyeten var olacak olan. Yolculuk oraya doğru bitmeyecek öykü. Gemilerle. Keşfedilmeyen bir biz kendimiz kaldık gibi. Fırtınalar denizde, gökte çakan şimşekler gök gürültüsü. Kolay değil elbet gülüm.
“Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.” Gülten Akın.
Bir yanıt bırakın