KARALAMA DEFTERİ -4-
2 Mart 2019
Uyumadın, kalkıp kitap okuyorsun. Gün boyu izlediğin olaylar; sokakta, evde, kameralarda aklından çıkmıyor. Dikkatini başka yöne çevirmek gerektiğini düşünüyorsun. Okuyorsun. Kitap kahramanları eskisi gibi değil ama sen hep eskilerde kalmış olanları yaşıyorsun. Üstelik de arıyorsun anarak. Bunu nostaljik buluyorsun. Hep iyi, hep iyi, hep iyi… Kahramanların hep iyi. Gök ve yer; masmavi-yemyeşil, saf beyaz. Bulutlar, papatyalar bahar, uçurduğun uçurtmalar ebemkuşağı yedi renk, yağmurdan sonra da öyle ahmak ıslatan yağışlarda. İşte mutlu gün sonu raporu. Uyuyorsun.
Kimseyi öldürmemen gerektiğini biliyorsun. Öldürenler neden öldürür? Bildiğini bilmediğin çekmecelerde saklıyorsun. Dışarıda arıyorsun yanıtını. Suçlu her zaman başkaları. O zaman senin yapabileceğin bir şey yok, yani buna inanmışsın. Uyuyorsun, çekmecelerin anahtarını denizin çamurlu diplerinde bırakıyorsun. Oradan çıkarmak için çamur bulaşacak üzerine, o öyle bir çamur ki denizin suyu bile temizleyemez. Okyanuslarda bıraktıysan balıklara yem olmamak için öldürmen gerekecek. Uyuyorsun.
Hâlâ değişmemek için direniyorsun. Benden sonra değişecek yeni kuşaklarda göreceğim, diyorsun. Tamamlandığını düşünüyorsun. Bütün yapraklarını dökmüş baharın gelişiyle yeni yeni tomurcuklar veren nar ağacının dallarında çürümüş kuru nardan başka bir şey değilsin. Kaç çürük nar kalacak dalda bir sonraki mevsimde bilmek olanaksız. Bilmen olanaksız. Bilmediğin şeyler için üzülmüyorsun. Bilirsen değişeceksin. Bunu biliyorsun, oysa sen tamamlandığını düşünüyorsun. Bak, diyorsun, çevrene; az bilen mutlu. Mutlusun. Severek aşık olduğun bir erkekle evlendin. Geçti bitti. Çok sevdiğin çocukların var büyüttün. Geçti. Bir hayvanın oldu, sevdin, kaşıkla yedirdin, yaşattın uzun ömrü oldu. Geçti. Bir sen var içinde; doğan bir çocuksun. Küllerinden doğurduğun çocuk. Yemin ediyorsun onu büyütmeyeceğine. Geçti demeyeceğin, sensiz hiçbir yere gidemeyecek bir çocuk. Çocukluğunu düşünüyorsun. O yıllarda tuttuğun günlüklerde yer vermediğin mutlu anlarını anımsıyorsun. Mutluydun. Herkes öyle olduğunu yıllarca söyledi. Yıllarca o anıları anımsamaya, çürük elmaların arasından sağlam elmaları ayırmaya çalıştın. Olmadı kestin, dilim dilim ettin. Zaman dilim dilim. Saatin tik takların işitiyorsun. Bakıyorsun duvara. Rüzgâr gibi esip kovalayan, akrebi yakaladığında defalarca kafana vuracak. Kül kedisinin uyuma saati. Yorgunsun. Balodan uyanmadan gece on ikiden önce uyumalısın. Uyuyorsun.
Yok uyuyamıyorsun. Masal da olsa, düş de olsa, bir ayağı bu dünyada. Bilmek istemiyorum, diyerek uykuyu kandırıyorsun. Sayman gereken yılların var. Çitlerden atlıyor yılların, saymaya başlıyorsun. Fotoğrafları çıkarıyorsun. Gülen yüzler. Özel seçilen ve saklanan kareler. Neden güldüğünü anımsamıyorsun. Bebekliğin, çocukluğun, ilk gençliğin, gençliğin, doğum günlerin… Nişanlılığın, evliliğin, anneliğin arasındaki fotoğraflarındaki mutlu süzgün bakışların. Uyuyorsun.
Elbette uyuyamıyorsun. Ah şu çocuk diye düşünüyorsun. Ne olduysa onunla başladı. Kırkındaki –yaklaşık olarak- doğum, son çocuk; nasıl büyüteceğini düşünüyorsun. Gençliğinde ilk anneliğinde yaptığın hataların sonucunu görüyorsun. Bir cinayet işlenecek. Ölen sen olabilirsin. Çabuk davranırsan sen… Hayatta kalma şansının olduğunu biliyorsun. Sürekli masal anlatarak, geciktirebilirsin ölümünü. İki çocuk. Biri kedi, diğeri insan. Onlara karşı yumuşak olmalısın. Kibar, hoşgörülü, sevgi pıtırcığı… Koşulsuz sevgi. Uyuyorsun. Küçük kız çocuğu uyumuş. O gününü prenses olarak geçirdi. Gece olunca uykusundan kabuslarla neden uyandığını biliyorsun. Başucunda durup masallar anlatıyorsun ki gün boyu süren prensesliği devam etsin rüyasında da. Uyuyorsun.
Yok uyuyamıyorsun. Ormanda buluyorsun kendini. Bir eve giriyorsun. Kapı çalıyor. Ah bu masalı biliyorsun işte. Cadı zehirli elmayı uzatıyor. Canın yemek istiyor, elinde değil, zaten hep günahkar olan sen olduğun söylenmişti. Elmayı yiyorsun. İkinci elma olmadığı için yarısını yiyorsun. Diğer yarı başkası için. İkinci kişi gelmiyor. Yedi canavar, cüce kılığındaki yedi canavar gelip seni götürüyor. Sana anlatılanların yanında anlatılmayan şeyler de var. Seni prenses kurtarabilir ancak. Bir insanın en büyük düşmanı kim? Uyuyamıyorsun. Nedeni de başkaları işte, bal gibi de başkaları. Okuduğun ve dinlediğin masallar, dinlediğin hikâyeler. Hep başkaları. Şiddet diyorsun, taciz, tecavüz… Sen içlerinde olmadığın için şanslısın. Mutlusun, yani öyle olmalı, diyorsun. Uyumuyorsun.
Uyuyamıyorsun. Öfkelenmemelisin. Gençliğinde okumuştun ve şaşırmıştın. Çok değer verdiğin Batılı yazar düşünür, bir kadın dağ başında tek başına olsa bile çatal bıçak kullanmalı, ona saygı duyarmış. Böyleydi ya da böyle olduğunu yorumlamıştın yıllarca. Nasıl yediğinizi anımsıyorsun, iki kadın kahkahalarla inadına elleriyle önlerindeki kuzu kelleyi yemiştiniz. İlk ve son olmuştu. Batılı düşüncelerinize uymadığını düşündünüz daha sonra. O hayvanı siz öldürmediniz ve nasıl öldürüldüğünü de bilmediğinizi sanıyorsunuz. Bayramlarda kesilen hayvanları gördünüz ama aklınıza getirmiyorsunuz. Et yiyebiliyorsunuz. İki kadın. Uyuyamıyorsun.
İki kadın diyorsun, diğer kadınlar da aklına giriyor. Sahi kaç kadın? Çitlerden atlatıyorsun. Bir kadın, iki kadın, üç kadın, dört kadın… Çitler kırmızı kırmızı, sınırlar oluveriyor.
Uyudun mu?
Bir yanıt bırakın