GÜNLÜKLER – 29 Aralık 2019

GÜNLÜKLER – 29 Aralık 2019

Bazı illerdeki okullara kar tatili haberleri gelmeye başladı. Burada yağmur yağıyor. Sabah yüksek yerlerde düşen kar taneleri ekranlara taşındı. Turuncu alarm verildi. Evin penceresinden bakarken hep yağmurun yağışını izledim.  Akşamüzeri öğretmen arkadaşımla konuşurken “Kar yağar mı dersin?” diye sorduğunda, ben ne söyleyebilirdim ki? Yağmur yağıyordu. Bir tek kar tanesi görmemiştik. Hava durumlarına göre sıcaklık artacaktı. Kar yoktu. “Belki başka zaman…” dedim. Çocukları düşündüm.

Otuz beş çocuk var sınıfta. Sürekli birbirleriyle kavga ediyorlar. Birisine yerine oturmasını söylüyorum. Neden, diye soruyor. Ben yanıt vermeden “Neden ben?..” diyor.

“Herkes yerine otursun.”

Bir erkek öğrenci tepiniyor. Ayaklarını sert sert yere vuruyor, yumruklarını sıkıyor. Kaşları çatık. Ona baktığımı görünce dişlerini sıkıyor. Başımı çeviriyorum. Şimdi dersi anlatmam için sınıfın hangi köşesinde olmam gerektiğini düşünüyorum. Tahtanın önüne geçmek doğru olmaz. Konuşarak en arka sıraya geçip öğrencinin yanına oturacağım.

“İki kere ikinin kaç ettiğini biliyorsunuz. Ama bilmediğiniz başka işlemler var. Üç basamaklı sayının iki basamaklı sayıyla çarpımı kaç eder?”

Konuşmalar azaldı sanki. Ayakta birkaç öğrenci kaldı. Birisi masanın altında silgisini arıyor. Biri de ayakta durmuş bana bakarak kalemini açıyor. Diğeri çantasını karıştırıyor. Kocaman bir uhu çıkarıyor. Kapağını açıyor, burnuna yaklaştırıyor. Hep aynı şeyi yapıyordu. Annesiyle konuşmuştum. “Ne var bunda? Sınıfa uhu getirmek yasak mı?” demişti. Açıklama yapmıştım sonra da çantasına koymasına izin vermeyeceğini belirtip teşekkür etmişti. Demek bugün gizlice çantasına koymayı başardı. Bana bakıyor. Burnunu çekiyor.

Bu çocukların anneleri ve babaları, öğretmenliğe başladığım yıllarda ilkokul sıralarındaydı. Kabul etmeli ki o yıllarda şiddet vardı. Bu çocuklar büyümüş kendi çocuklarını şiddetten korumaya çalışırken… Bugünün hatasının nerede olduğunu kişi kendisi biliyor.

Erkek öğrenci yanındaki arkadaşını konuşturmaya çalışıyor. “Değil mi?” Ben projektörden tahtadaki beyaz perdeye yansıyan çarpma işlemini izlemelerini istiyorum. Herkes izlemiyor elbette. İşlem tamamlanıyor. İkinci işlem çıkıyor karşılarına. İşlemin sağlaması yapılıyor.

*

“Emekliliğine ne kadar kaldı?” diye soruyorum. Çok varmış. Ben, ondan önce emekli olacağım için şanslıyım. İşe yeni başlayanlar sanırım alışacaklardır. Öncesi hakkında hiç fikirleri yok. Bildikleri yalnızca kendi ilkokul sıralarındaki anı kırıntıları. Kırıntılar da genellikle kötü anılara ait olur. Unutulacakmış gibi ve unutulursa daha kötüsü olacakmış gibi bir de günlüklere yazılır. Koşullar hepimizi zorluyor.

Kanal İstanbul projesinin iptali için imza kampanyasına katılmış. İl Başkanı, imza kuyruğunda yağmurun altında bekleyenlerin arasında. Herkes umutlanıyor. Yarın ya da yarından sonra neler olacağı belirsiz. Karşı çıkılacak başka projeler de olacak, şimdiye kadar olduğu gibi.

“Üşüdüm. Eve dönerken de sağanak yağışa yakalandım.”

Eve gelince duşa girmiş. Biraz ısınmış. Şimdi benimle yattığı yerden konuşuyormuş.

“Çocuğum olsaydı, şimdi kalkıp ona yemek yapıyor olurdum.”

“Keşke olsaydı. Bunu mu söylemek istiyorsun?”

“Evet.”

Ona birkaç mini hikâye anlattım. Eşinin depresyona girdiğini ve çocukla ilgilenmediğini söyledi. Bir hafta okula önü salça lekeli tişörtle gidip geldiğini gülerek anlattı. Eşinin depresyona girdiğini söyledi. Uzun sürmüş. Çocuğun okul kıyafetlerini kuru temizlemeye vermiş. Eşinin depresyona girdiğini söyledi. Yemeklerini dışarıda yedirmiş. Eşinin depresyona girdiğini söyledi. Çocuğu servisten alan apartman görevlisi olmuş. Eşinin…

“Ya sen? Dört beş yaşlarında çocuğun olsaydı ne yapacaktın? Yataktan kalkabilecek miydin?”

“Ama sen rahatsın. Çocuklarını büyüttün.”

“Ev içinde yaşayanların ödedikleri bedeller hakkında ne biliyorsun?”

Eleştirmeyeceğim diye karar aldım. Eleştiri kültürü almamışız. Ben de bu konudaki deneyimlerimde hep başarısız oldum.  Kimseyi eleştirmeye niyetim yok.

“Ama seni eleştirebilir miyim?”

“Hayır. Şu an kendimi hazır hissetmiyorum. Kaldıramayabilirim.”

*

Bugün buluştuğum arkadaşımla birbirimizi eleştirmedik. Farklı alanlarda çalışıyoruz. Gençlerle çalışıyor. Mini hikâyeler anlatıyor. Bir hikayesinde “Bak senin de ağzın açık kaldı işte,” dedi. Jose Saramago’nun, Boğaziçi Üniversitesinde okuduğunda ısrar ediyor. Körlük kitabını da elinde tutuyor bu arada.

“Öğrencim beni seviyor musunuz, diye soruyor her dersin sonunda.”

“Sen ne diyorsun?”

“Seviyorum, diyorum. Çok şeker bir çocuk.”

“Delikanlı yani.”

“Çocuk gibi ama.”

*

Son görüşmem de bir arkadaşım, bol ilhamlı geceler diledi bana.

“Ah,” dedim. “İlhami artık gelmiyor. Bana Esin gelsin, sana da İlhami. Hatta ikisi de senin olsun.”

“Olsun.”

İlhami ve esin olmayan bu gecede bunları yazdım.

*

Bugün bir başka görüşme de yaptım. Aramamın nedeni vardı. Telefonu çar açmaz sordum.

“Ben sana bir hafta yetecek kadar ATM’den para çekmeni ve bir haftalık erzak almanı söylemiştim. Hatırladın mı? Herkes ATM’lere yüklenmişti de para kalmamıştı, ben para çekememiştim. Neden böyle bir şey yaptığımızı hatırlamıyorum. Deprem olacak mı demişlerdi? Yoksa bankalara el konulacak da parasız mı kalacaktık. Mevsimi de unuttum. Kar mı yağacaktı?”

Bana yanıt verdi. Hani diye başladı…

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*