GÜNLÜKLER – 21 Ocak 2020
Hiçbir şey yapmamak, koşuşturma içinde çalışanlarla birlikte olmayı zorlaştırıyor. Boş zamanları yok. Bir araya gelebildiğimizde ise anlatacak çok şeyleri var. Olaylar, olaylar, olaylar…
Hiçbir şey yapmayanların suskunluğunu seviyorum. Mesleğimiz ya da iş hayatımız nasıl olmuşsa olmuş bitmiş ve şimdi aynı hiçlikte eşitiz. Geçmiş gerçekten geçmiş. Şimdi yapmak istediklerimizle dolu. Müzik, sinema, tiyatro, gezi… Bunların yanında da katıldığımız kurslar. Kursların her biri sanatla ilgili.
Bugün kendimi daha iyi hissediyordum. Okumaya başladım. Öğleden sonra arkadaşımdan telefon geldi. Beni akşam yemeğine davet etmek istiyor. Eğer işim yoksa… Çalışmıyorsam… Balık almayı düşünüyorlarmış; eşi ve kendisi. Hangi balığı sevdiğimi sordu. Balık sevmiyorum, mutlaka kılçık boğazıma takılıyor, bu nedenle kılçıksız bir balık olmasını tercih ettim. Büyük balık olsun o zaman dedi. İçki içer miyim? Hayır. Balığın yanına ne isterim; çorba?.. Balığın yeterli olduğunu söyledim, balık ve salata.
Hava çok soğuk. Dışarı çıkmaya üşeniyorum. Gece sıcaklık eksilere iniyor. Geldiğim yerleri aratmıyor. Gerçi geldiğim yerde kar yolları kapamış. Kar küreme araçları yoğun bir şekilde yolları açmaya çalışıyormuş.
Akşamüzeri giyindim. Beni arabayla arkadaşımın evine bıraktılar. Dönmek istediğimde arayacağım, beni alacaklar. Kapı ziline bastım. Kim o? Benim! Bu yanıta oldum olası gıcık olmuşumdur. Buna rağmen ısrarla “benim” demeye devam ediyorum. Asansörle yukarı çıktım. Dairenin kapısı açıktı. Arkadaşım İ. Kapıda beni bekliyordu. Asansörden çıkınca onun güler yüzüyle karşılaştım. Çok geçmeden arkasında küçük kızları göründü. Sonra da eşi geldi yanımıza. Ayakkabılarımı dışarıda bırakmak istedim. Çok kalmayı düşünmüyorum. Biz içeride çıkarıyoruz dedi. İçerde çıkardım ayakkabılarımı. Birbirimize sarıldık. Ne iyi yaptın geldin de, dedi. Bize uğramadan dönseydin çok üzülürdük. “Ben de seni gördüğüme sevindim. Sizi de…” diyerek İ.’nin arkasında kalan eşine ve kızına ellerimi açıp kapadım. Merhaba! Sevimli bir merhaba tarzım bu.
Sofra hazırdı. Hemen sofraya oturduk. Bir yandan yemeğimizi yedik diğer yandan sohbet ettik. Nerelerdeydim? Romanım nasıl gidiyordu? Ne zaman okuyabileceklerdi? Yine yazma atölyesi yapıyor muydum?
Karadeniz’den döndüğümü, romanımı yazamadığımı ama şimdi bir çocuk kitabı üzerine çalıştığımı söyledim. Romanı okumaları için sanırım birkaç yıl bekleyeceklerdi ama günlüklerimi okuyabilirlerdi. Atölye yapmıyordum. Yoğun olduğumu düşünüyordum.
Yoğun olduğum doğruydu ama bu istemediğim anlamına gelmiyordu. Uzun açıklamalardan hoşlanmıyorum. Kendime dair yazıyorum ama konuşmaktan sıkılıyorum.
Yemekten sonra sofrayı kaldırdık ve koltuklara geçtik. Televizyon açıktı. Evimde televizyonun vardı ama hiç açmamıştım. Bu nedenle olsa gerek gözüm hep ekrana takılıyordu. Haberleri izlemek güzeldi de diziye takılmak istemiyordum. Onların da gözü ekrandaydı. Televizyonu kapatabilir miyiz, diye sordum. Sohbetimiz gittikçe koyulaştı. Şimdi ben soru soruyor onlar da yanıtlıyordu. İşleri, çocukları, ebeveynleri…
“Biliyor musun, ben de kitap yazmak istiyorum,” dedi bir ara.
“Ne güzel, çok sevindim. Kitap yazmak demek kitap okumak demektir,” dedim. Okur sayısı artacaktı.
“Burada uzun kalacak mısın? Ne zaman döneceksin?”
“Belli değil. Birkaç hafta buradayım,” dedim.
“Yazmak isteyen arkadaşlarım var. Dört beş kişi olsak atölye yapar mısın?” diye sordu.
Biraz düşündüm. Evet yapabilirdim ama birkaç hafta içinde ne yapabilirdik ki?
“Birkaç hafta çok kısa bir süre. Olur mu bilmiyorum,” dedim.
“Ben arkadaşlara söyleyeyim. Hafta sonu başlayabiliriz istersen. Belediye Kültür Merkezi’nde bize bir yer gösterebilirler. Hafta sonraları… Cumartesi, pazartesi.”
“Olur,” dedim.
İ. çok sevindiğini söyledi. Arkadaşları da mutlu olurmuş.
Benim kitabımdan söz etti. Okumuştu. Yoğun olduğu için kitabı alır almaz okumamıştı. Aradan uzun zaman geçtiği için de yorum yapmamıştı.
“Çok güzel bir roman. Gerçekten beğendim,” dedi. “Yeni romanının konusu ne?”
“Okuyunca öğreneceksin.” Aslında ben de bilmiyorum. Birçok dosya var masa üstünde. Hangisi önce biter bilemiyorum.
“Ya çocuk kitabının konusu? Ece’nin yaşına göre olacak mı?”
“Ece’ye yetişeceğinden emin değilim. Boyu uzamış. Basımı da hemen olmayacağına göre…”
“Çok üzüldüm. Senin kitaplarını Ece çok seviyor. Öyle değil mi Ece?”
Ece başını salladı.
“Madem öyle ona yeni yazdığım iki karga öyküsünü okutabilirim. İster misin Ece?”
Ece kararsız, omuzlarını bilmem anlamında kaldırdı.
“Okumalısın Ece,” dedi arkadaşım. “İlk okuyan sen olacaksın, çok şanslısın.”
“Olur,” dedi Ece.
Bilgisayarımı masaya koydum. Dosyayı açtım. Ece sandalyeye oturdu. O okurken biz de aramızda konuşuyoruz. Konu Ece. Okuduğu kitaplar, dersleri, sevdikleri, hayalleri…
Ece bitirdim diye seslendi. Yanına gittim. Ben de oturdum.
“Hangisini beğendin?”
“Birinciyi beğendim.”
“İkinci öykü nasıl?”
“Birinci daha güzel.”
Ece’ye birinci öykünün bilgilendirici ve didaktik olduğunu, herkesin hatta onun da yazabileceğini söyledim. İkinci öykü ise hayal gücü gerektiriyor. Bilgilendirici de değil.
“Kütüphane bakabilir miyim?” diye sordum.
Birlikte odasına gittik. Okuduğu kitapları gösterdi. Bazılarını okumuştum. Ona beğendiği kitapları sordum. Didaktik olanları söyledi. Hayal gücü yüksek olan kitapların hangisi diye sordum. Bir kitap verdi elime. Bir sayfasını açtım. Okudum.
“Ama bu kitap bilgilendirici bir kitap.”
“Ama hayal gücü var. Herkes hayal edemez,” dedi.
Salona geçtim.
“Okuduğu kitapları beğendin mi?” diye sordu İ.
“Evet, güzel kitaplar seçiyor,” dedim.
“Ben de yazmak istiyorum. Bana yardım eder misin?” diye sordu.
“Ne yazmak istiyorsun?”
“Bilmiyorum. Sadece yazmak istediğimi biliyorum,” dedi gülerek.
Ben de güldüm. “Böyle başlar zaten,” dedim.
“Çocuk kitabı da olabilir. Ece ile birlikte ben de çok çocuk kitabı okudum. Belki de Ece’nin çocukluğunu yazarım. Ona anı olarak kalır.”
“Neden olmasın?”
“Nereden başlamalıyım?”
Onunla uzun uzun konuşabilirdim. Fakat ne yazabileceğini bilmediğim için doğru bir yönlendirme olamazdı.
“Sen yazmaya başla. Yazdıkça bana gönder ben de sana yol göstereyim,” dedim.
“İşten fırsat bulduğum an başlayacağım,” dedi.
Güzel bir akşamdı. Kalkma saatim gelmişti. Kalktım. Gitmeden yine görüşeceğiz. Belki bu arada yazmaya başlayabilir.
Evdeyim. Biraz kitap okudum. Biraz yazmak üzerine düşündüm. Çocuk öyküsüne başlamıştım ama bugün yazmayacağım. Günlük yazmak yeterli.
Bitti.
Sevgili Nermin, şimdi hastane bahçesinde okudum bu sayfayı. Ne güzel ve dingin bir anlatı. Umaŕım yazma atölyesi gerçekleşir ve Torbalı ‘ ya da katkı sunmuş olursun. Edebiyat ve sanat etkinlikleri metropole göre küçük yerleşkelerin gençlerini ve bu konuda yol göstericiye gerek duyanları adeta kanatlandırır. Çok güzel bir ışık yaparsın eğer o çalışmayı gercekleştirebilirsen. Esenlikle.
Canım dostum, çok teşekkürler. Umarım güzel şeyler yapacağız. 🙂 Ama unutma ki hayat bir kurgudan ibaret günlükler de öyle olabilir yani.