GÜNLÜKLER – 17 Mart 2020
Pazartesi günü havaalanına beni ilk eşim bıraktı. Geç kalma korkusu yaşamadım çünkü trafik yok denecek kadardı. Arabasını otoparka bıraktı. Birlikte içeri girdik. Valizi verdik ve ben tam bir saat on dakika önce içeri girdim. Bana çay içer misin diye sormuş ben de kabul etmemiştim. O zaman içeri gir dedi. Ben de onun virüsle kontamine olmamasını söyledim. Yolda gelirken ona söylemek istediğim her şeyi söyledim. Yine distopya yapıyorsun demeden beni dinledi. Ayrılırken söylemek istediğim bir şey daha vardı. Oğlumuzu sık sık ara.
İçeride uçak kalkış saatini bekleyen insan sayısı azdı. Beklerken iki telefon görüşmesi yaptım. Artık telefonu daha çok kullanacağız. Hasta olmamalıyım. Ebeveynlerime bulaşmasını istemiyorum. Maske kullanmadım. Eldiven kullanmadım. Uçağa binince kullanmayanların sayısının az olmadığını gördüm. Uşağın ön bölümleri boştu. Üç kişilik koltukta ve yanımdaki üç kişilik koltuk bölümünde oturan kimse yoktu. Çünkü bu koltuklar ücretle koltuk alanlara ayrılıyordu. Diğer yolculardan uzak olmam iyiydi.
Uçaktan inince trenle eve gittim. Evde ebeveynlerim akşam yemeği sofrasını hazırlamışlar beni bekliyorlardı. Onları yanıma yaklaştırmadım. Banyoya gittim, kendimce olası bulaşmadan arındım. Giysilerimi makinaya atıp çalıştırdım. Valizimi dışarıda bıraktım.
Yorgundum. Fakat her zaman olduğu gibi gece olunca uykumun kaçacağını düşünüyordum. Kendimi iyi hissediyordum yorgunluk dışında yani. Düşündüğüm gibi olmadı, uykum geldi ve yattım.
Bugün lise yıllarımı düşündüm. Okula belediye otobüsüyle gidiyordum. İki fen sınıfı vardı ve ben B şubesindeydim. A şubesindeki öğrenciler okula yürüyerek ya da servisle geliyor olmalılardı. Bu öğrenciler merkezde oturanlardı. B şubesi öğrencileri ise dolmuşlarla çevredeki yerleşim yerlerinden geliyordu. Köyler de dahil.
Yoksulluk demek ne demek bilmiyorum ya da yazamıyorum. Tarlaları olanlara böyle söyleniyorsa eğer, B şubesindeki bizler sınıfa giriyorduk. Belki de tembeldik de. Daha sonra bizim öğrendiklerimizin dışında öğrenmiş olmamız gerekenler de varmış, bunu öğrendim. Ama ben tembel olmadığımı biliyorum. Benim gibi çalışkanlar da vardı. Çok çalışanlar. Merkezin kıyısında bir tarla ya da bahçe içinde evleri olan kız arkadaşımız vardı. Şimdi bu verimli topraklar üzerinde apartmanlar yükseliyor. Onun neden A şubesinde olmadığını düşünürdüm. Çalışmamak için diretmesi olabilirdi. Bir başka arkadaşımızı da anımsıyorum. Evi okulun yakınındaydı.
Lisede yeni arkadaşlarım oldu. Ortaokul arkadaşlarım edebiyat bölümünü tercih etmişlerdi. Teneffüslerde pek bir araya gelmezdik. Beni, hiç kimse kendilerine çok yakın hissetmiyor olacak ki çok samimi ilişkilerimiz olmamış, lisede sonra bütün ilişkilerimiz kısa sürede son bulmuştu. Gerçek nedeni üniversiteye bir başka ilde başlamam da olabilir.
Bilgisayar başına oturmadan önce yazacağım çok şey olduğunu sanıyordum. Yazacak bir şey bulamamam sanırım anımsamamdan kaynaklanıyor. Edebiyat sınıfından bir erkek öğrenciyle birlikte aynı yerde nöbetçi öğrenci olarak bulunduk. Biraz konuştuk. Sonra bana benim görünüşümün çok soğuk olduğunu ve tepeden bakıyormuş gibi izlenim bıraktığımı söyledi. “Aslında iyi birisiymişsin,” dedi. Belki de bu duruşum nedeniyle kimse bana yaklaşmıyordu. Ben sürekli neden ayrımcılık olduğunu düşünür, etrafımızı izlerdim. A sınıfından arkadaş olmak isteyenlere de hiç pas vermezdim. Ayrımcılığın onlar da farkındaydı, hem de fazlasıyla. Ortaokulda çalışkan ve öğretmenlerin ayrıcalıklı davrandığı öğrenciler arasında olduğum için lisedeki bu ayrımcılık beni incitmiş olabilir. Ezber derslerinde coğrafya, tarih vs. gibi derslerde matematik kadar başarılı değildim. Tanımlamalardan nefret ederdim. Ama en başarılı derslerimde ayrıcalıklı davranıldığının farkındaydım; beden eğitimi ve resim. Ressam olabilirdim ya da beden eğitimi öğretmeni. Ressam olmayı düşünüyordum. En çok çalışan, resim yapmaya zaman ayıran ve resim öğretmeniyle özel çalışan bendim. Öğretmenim beni çok severdi. Ayrıcalıklı davranması da hoşuma gidiyordu. Daha fazla çalışmak daha fazlası… Öğretmenime ressam olacağıma inandırmak… Lise son sınıfta karneme yazılan, üniversite için önerilen resim bölümüydü; yani güzel sanatlar. Ben de istemiştim ama yetenek sınavıyla bölüme alındığı için açıkta kalma korkusuyla tercih yapmıştım. Tanıdığım bir arkadaşımın resmi benden daha iyiydi ve o kazanamamıştı. Benim şansım yoktu demek ki. Tercih ettiğim bölümde çok çalışmam gerektiğini düşünmemiştim. Resme zaman ayırabileceğimi hayal ediyordum. Öyle olmadı. Resim hayatımdan çıktı yerini okumalar aldı. Kitabevlerini seviyordum. Kitapları elime almak ve okumak istediğim kitapları seçmek… Kimse bana kitap önerisinde bulunmuyordu. İlkokul, ortaokulda iyi bir okuma kültürü aldığım için seçtiğim kitaplar değerli kitaplar oluyordu. Rus Edebiyatı ağırlıklı oluyordu. Zamanın usta Türk Edebiyatçıları da önde geliyordu. Lisede aldığım eğitim beni Cumhuriyet Öncesi edebiyattan soğutmuştu. İlgi alanıma girmiyordu. Romanlar, insanların yaşamlarını yansıttığını düşünüyordum, gerçekleri olduğu gibi yansıtıyorlardı. Bir başka dünyayı değil, içinde yaşadığımız bu dünyayı anlatıyorlar.
Bugün dışarı tek başıma çıktım. Ebeveynim benimle gelmeyi istedi ama şartı vardı, dolmuşa binmeyecek yürüyecektik. Yürümeyi göze alamadım. Tek başıma çıktım. Eczaneye uğradım. Birkaç ilaç aldım ve geri döndüm. Rüzgârlıydı hava. Bu havada yürümek baş ağrısına neden olurdu, iyi ki gelmemişlerdi.
Bahçedeki çiçekler bakım gerektiriyor. Belki havalar ısınınca ilgilenebilirim. Duygu telefon açtı. Hastalık hakkında konuştuk. Burada sakinim. Soğukkanlı davranabiliyorum. Ama bunda katkısı olan elbette dostlarım. Şanslıymışım. Burada, başka kişilerin kendilerini şanslı hissetmelerini sağlayabilir miydim? Perşembe günü Ankara’ya gideceğini söyledi. İyi olur, kızının sana ihtiyacı var, dedim. Hasta olmaktan korkma. Yaş olarak bu hastalığı atlatırsın. Ama sen öksürüyorsun, dedim. Yok daha önce öksürüyordum, üşütmüştüm. Şimdi öksürmüyorum. Biliyorum sadece öylesine söyledim. Uzak kalmak istediğin birisi olduğu zaman öksürmek yeter, dedim. “Bir maniniz yoksa annemler akşam size telefon açacak.” Hiç komik değil.
Almanya’da nüfusun yüzde yetmişinin hastalığa yakalanabileceğini söylendi. En gerçekçi açıklama bu olmalı.
Aslında neler olabileceğini bilmiyorum. Zamanla yaşayarak hep birlikte öğreneceğiz. Ev ziyaretleri bitti. Bugün ölen bir adamın -hastalığı kanserdi sanırım- cenazesi kaldırıldı ve katılım olmadı.
Sağlık dışında kalan üniversitelerde çalışanların halen okullarına gitmesine anlam veremiyorum.
Bu akşam geç saatlerde Bakan açıklama yaptı. Bir buçuk iki ay sonra her şey normale dönecektir.
Bir yanıt bırakın