GÜNLÜKLER – 15 Mart 2020

GÜNLÜKLER – 15 Mart 2020

Emo ile birlikte akşam yemeğini yedik. Onun kabına mama koydum ama yemedi. Benim yemeğime ortak oldu. Çay demledim. Bugün markete uğradım, boşalan raflarını az da olsa doldurduklarını söylediler. Süt aldım, domates aldım. Oğlum yurtdışından gelemiyor, corona virüsü dünyayı etkilemeye devam ediyor, üstelik henüz başındayız yaşanacakların. Boğazım ağrıyor mu, burnum akıyor mu, ateşim var mı, öksürüyor muyum?.. Hiçbiri yok. Zaten dışarı da çıkmıyorum. Geçmiş, geleceğin distopyasında eriyip gidiyor. Telefon görüşmeleri artık daha uzun sürecek. Buluşmalarımızı belirsiz bir tarihe erteliyoruz. Kitap satışlarında artış olmalı. Bütün gün evde olacağım, işim okumak ve izlemek olacak. İnternet kitapçısından birkaç kitap sepetim bölümüne ekledim. Gündüz dünyanın işleri gece de geçmişin izleri…

Bu mevsimde ağaçlar çiçek açar, yaprakları tomurcuklanır. Şimdi ağabeyimin bulunduğu yer yeşillenmeye durmuştur. Bilgisayarındaki fotoğrafa bakmış, neresi olduğunu anlayamamıştım. Bizim ev, demişti. Ormanın kıyısında bu ev. Yamaçta. Evin arkasında orman uzanıyor. Bu eve evlendikten sonra gittim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Gelin olarak benden neler beklediklerini bilmiyordum. Hiçbir şey beklemediler. Genç kızlar her işi yaptılar, yemek, bulaşık, çay, su… Büyükler suyu küçüklerden ister. Delikanlılar çarşıya inerken bir isteğim olup olmadığını soruyorlardı.  Kalabalık bir aileydi ve herkesin ismini kaldığım süre içinde öğrenememiştim. Birkaç gün kalmış olmalıyız. Dışarı çıkıp yürüdüğümüzü anımsıyorum. Ot demetleri yollarda ilerliyordu. Çok şaşırmıştım. Demetin arkasında biri var da sürüyor muydu bu yığınları? Öyle değilmiş. Ot yığınlarının altında bir çift ayak gördüm. Kadın mı erkek mi? Hepsi de kadındı. Has mısın, diye soruyorlardı. Has?.. İyi misin, demekmiş. Konuşmaların çoğunu anlamıyorum, genç kızlar bana açıklama yapıyor. Kızlar, delikanlılar  okuyor. Üniversite yıllarına daha var. Lise, ortaokul, ilkokul… Her zaman söylediğim şeyi söylüyorum.

Çalışırsan ve istersen her şeyi yapabilirsin, diyorum. Çalışırsan ve istersen her şeyi elde edebilirsin, demedim hiç.

Yanında durduğum yukanın çiçekleri bugün açtı. Şu anda kokusunu alabiliyorum. Ben gitmeden açtığı için şanslı sayılırım. Emo mama yiyor. Hiç sesi çıkmıyor. Kalkıp mutfak kapısına bakıyorum. Yine mutfağı karıştırıyor olabilir. Kapı kapalı. Emo da koridorda yalanıyor. Eski alışkanlıklarını anımsamaya başladı. Şimdi karşımdaki koltukta uzanmış tüylerini temizliyor.

Akşam oldu ve yukanın çiçekleri açıldı. Hava mis kokuyor. Gitmemeyi isterdim. Kalmak, okumak ve yazmak. Bu evi seviyorum. Bana huzur veriyor. Bana huzur verenin yuka ve Emo olduğunu biliyorum. Gideceğim için panik yapmaya başladım. Her zaman böyle oluyor. Yolculuklar beni panik ediyor. Uçağın düşmesiyle ölmek değil de uçağa yetişememe telaşıyla ölmek var. Telkinlerim fayda vermiyor. Uçak kaçsın yeni bir bilet alırsın. Bir yere yetişememe telaşı bu. Arkadaşlarımla buluşacağım zamanlarda da oluyor.

Belediye binasına üç yüz metre kala yere yığıldım. Nefes alamıyorum, adım atacak durumda değildim. Eşimi aradım. Ben ölüyorum. Belediyeye iş yeri vergisini ödemek için çıkmıştım ve mesainin bitmesine iki saat vardı. Yetişemeyeceğim, ölüyorum. Ölmedim. Yatırmasan da olur, dedi ve biraz dinlendim. Sonra kalktım yavaş yavaş binaya doğru yürüdüm. Vezneler açıktı. Ödememi yaptım ve çıktım. Hayatımda her şey  son dakikaya kalıyordu. İşe gidişler, ödemeler, vergiler, yolculuklar… Telaş vardı hayatımda. Sürekli bir şeylere yetişme telaşı. Bugün de geri sayım yapıyorum. On dokuz saat sonra bu telaşım son bulacak. Uçağımın kalkışına on dokuz saat kaldı. Şimdi daha iyiyim. Çiçek kokusu, Emo…

Telefon görüşmeleri yaptım. Unuttuklarımı hep unuttuğum şeyi anımsattılar bana. Her yolculukta aynı telaşı yaşıyorum. Bundan sonra biletlerimi önceden almayacağım. Hazır olunca çıkacağım ve hangi uçak varsa bineceğim. Üç ay önce Hatay’dan imza günü için çağırdılar ve ben panik ataklığım nedeniyle kabul etmedim. İstanbul’daki imza günlerimde de sorun oluyor ama evin kapısından çıkıp beni alıncaya kadar sürüyor. Beni arabalarıyla gelip alıyor arkadaşlar. Geç kalacaksam sorumlusu ben değilim, trafik sorumlu. Ayrıca beni  alan arkadaşlar sorumluluk alıyorlar. Sen rahat ol, diyorlar. Arkadaşlarımın yanında gerçekten rahatım. İş onların yanında oluncaya dek.

Derin derin nefes alıyorum. Çiçekler, çiçekler, çiçekler… Koltuğa uzanıyorum. Yataktan çıkmadığım günleri anımsadım. Kırk sekiz saat uyuduğum zamanlar. Yok canım yanlış hatırlıyorumdur. Kalkıp bir şeyler yapıyor sonra yatırıyorumdur. Ütü, yemek, temizlik… Hafta sonları olmalı. Uyumak istiyorum. Uyumak istiyorum.

Telefonum çalıyor. Annem kalkmamı söylüyor. Olur, diyerek kapatıyorum telefonumu. Yirmi dakika sonra yeniden arıyor. Kalktın mı? Yıllarca bu böyle devam ediyor. İş yataktan kalkıp evden çıkana kadar.

Yürüyemiyorum, diyorum anneme. Yürürsün, diyor. Ağlıyorum. Çünkü yürüyemiyorum gerçekten. Bu eve girdiğim günlerde böyleydi. Elimde artık iki işim vardı, öğretmenlik ve okur yazarlık. Evden çıkıyorum, arabama biniyorum, trafiğe bırakıyorum kendimi. Trafik öyle ağır işliyor ki kaza yapma korkusu yok. Yalnızca arabayı çizdirirsin. Ama ya geç kalırsam? İki yıl üst üste İzmir’e kendi arabamla gidip gelmiştim. Aynı cesareti bulmayı isterdim.

Haydi bebeğim rüzgâra bırak kendini. Bak yanaklarımızı okşuyor. Şuraya bak, kocaman bir karetta karetta var. Görüyor musun? Hayır aşağıya şimdi inemeyiz, çünkü sesimizi duymazlar. Birazdan bizi aşağıya çekecekler. Bekle ve tadını çıkar…

Oğlum benimle birlikte paraşüte binmek istedi. Çünkü annesi çok korkaktı ona göre. Annem binerse ben de binebilirim, dedi. Onunla yukarıdayken çok korktum, belki o yanımda olmasaydı ona anlatacaklarımı kendime anlatmayacaktım. Sadece korkacak, aşağıya inmek için zamanın geçmesini dileyecektim. Şimdi… Manzara yukarıdan harika ve aşağıda tekne demir atmış, bizim yukarıda kalma süremize bakıyor olmalılardı. Bu da bitsin, bunun da parasını alalım… Mavide kalmak böyle bir şey olmalı, gök mavi yer mavi… Her yanım mavi. Oğlum küçük ve kucağımda.

Yıllar sonra bir başka paraşüt atlama deneyimim olacak. Daha önce yapmış olmam yine yapmam demek değil elbette. Üç kişiyiz. Oğlum, kardeşim ve ben. Ben paraşütle atlamak istiyorum. Bana inanamıyorlar. Fethiye’deyiz. Dağa çıkacak ve atlayacağız. Gökyüzündeki paraşütlere bakıyorum, mutlu hissediyorum kendimi. Orada, gökyüzünde olmak istiyorum. Bir iki yere danışıyoruz. Ölüm vakası var mı? Geçenlerde bir paraşüt düşmüş. Ölmediler değil mi, diye sorunca adam yüzüme bakıyor, bir aptala bakarsın ya öyle. Yine de gökyüzüne çıkacağım. Sen atlayacaksan ben de atlarım, diyorlar ve hep birlikte dağa çıkıyoruz.

Bunları yapmış olmam evden telaşsız panik yapmadan çıkabileceğim anlamına gelmiyor. Bir zamanlar bir şeyleri yapabilmiş olmanın da faydası olmuyor zaten.

Bak canım, panik yapma. Yarın uçağa telaşsız bineceksin. Sonra evde olacaksın. Uyuyacağım eve gidince hem de yirmi dört saat, diyorum. Tamam uyursun, dinlendikten sonra okur yazarsın. Yazdıklarımı okuyacaksın, değil mi? Elbette okurum. Bak şimdi evden dışarı da çıkamıyoruz, hep birlikte okur yazarız.

Son okuduğum roman, yalnız yaşı ileri bir kadını anlatıyordu. Çok etkilenmiştim. Sonra fark ettim ki biz hiç yalnız kalmamışız. Coğrafyamızda, yalnızlık  henüz yaygınlaşmamış. Ama yavaş yavaş başladığını da kabul etmek gerek. Büyük ailelerden çekirdek ailelere dönüş ve sonra yalnızlık… Bir başkasının, yerini asla dolduramayacağı bir yalnızlık.

Kendimi iyi hissetmiyorum, fark ediliyor mu?

Hocam bırakın artık bu düşünceleri. Bir şeyiniz yok.

Ama yüzüm öyle söylemiyor. Biliyorum söylemiyor. Doğru söyle.

Gerçekten iyi görünüyorsunuz.

Çok sinirlendirdi beni, bir şey söylememek için kendimi çok tuttum. Beni suçluyor. Benim kuramadığım cümleleri kurup benim söylediğimde diretiyor. Yalan söylüyor, söylediklerini kulağı duymuyor. Yanımda olduğun için şanslıyım. Susmalıyım.

Sonra konuşuruz, olur mu hocam?

Olur.

Ama benden ne istediklerini anlamıyorum. İstedikleri her şeyi fazlasıyla yapıyorum. Daha ne istiyorlar ki? Her gün biraz daha fazla  yük biniyor omzuma. Yapabilirim. Elbette yapabilirim ve yapıyorum.

Mutfağa gittim kendime çay koydum. Çiçek kokuları mutfağa kadar geliyor. Bu kokuların sakinleştirici etkisi olmalı. Fotoğraflarını çekmeliyim. Emooo! Uyuma! Ben gittikten sonra uyursun.

Her insan kendisine yapılanların daha da fazlasını başkalarına yaparak ezmeyi sömürmeyi öğrenir.  Ekmeklerine bal sürmem gibi. Susmak en iyisiydi. Yani o zamanlar öyleydi. Şimdi ise anlatacak bir şey kalmadı. Okur yazarlık çok güzel. Kendi işimi yapıyorum sonunda. İleride belki küçük bir bahçe bakımını da üstlenirim. Kitaplar…

Kitap almayacağımı söyledim. Ardından da sepetime eklediğim kitaplardan söz ettim. Hani başka kitap almayacaktın, dedi. Bu aralar roman okumaya öyle kaptırdım ki kendimi, diğer kitapları okumak zor geliyor. Havalar düzeliyor. Salonda çalışacağım bundan sonra. İki aylık bir plan yaptım. Madem evden çıkamayacağız, ev içinde bir şeyler yapmalı.

Bundan sonra daha sık telefon görüşmesi yaparız. Neden, diye sordu. Çünkü dışarı çıkamayacaksın. Ve sen benim yazılarımı da okuyacaksın, değil mi? Eveet, dedi. Sen de yazmaya başlarsın. Eveet, ama ne yazayım? Elmaları mı yazayım? Elmaları o yazacağı için ben yazmıyorum.  Paylaşılamayan elmalar. O yazmazsa ben bir gün gelecek bir yerde yazacağım. Elmalar ve kartpostal satışı onun gençlik hikayesiydi. Benim eşimin gençliğinde ise pazarda sattığı çorapların hikayesi var. O parayla kasaptan et alır, akşam yemeğini yapardı. Ne kadar et alacağını gramajı belirlemezdi, belirleyici olan elindeki paraydı, son kuruşuna kadar kalan hepsi…

Geçen yolculuğumda havaalanına ilk eşim bıraktı. Panik haldeydim ve beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Kaçarsa kaçsın başka bir uçakla gidersin, dedi. Artık o kadar paramız var değil mi, dedim. Uçağı kaçırdığımı hayal ettim… Ben aslında distopya yazmalıyım.

Ev makarnası pişirdim. Yoğurtla güzel oldu. Eski tatları seviyorum. Tarhana çorbası, ev makarnası, ev yoğurdu… Salçalı ekmek! Çocukluğumun atıştırması. Çocukluğumda tuttuğum oruçlarda gün içinde  yemek dışında her şey yiyebilirdim. Cumalar ve kandiller daha sonra mesajlarla kutlanmaya başlandı. Eskiden yaşlılara ve yalnız yaşayanlara yemekler götürülürdü. Pamuk Ninemiz vardı bizim de. İstasyonun karşısında otururdu. Annem ona hep çorba verirdi. Anneme çok kızardım başka yemek vermediği için. Dişi yok yiyemez, derdi de anlamazdım dişsizliğin ne olduğunu. Annem nineyi çağırmamı söylerdi. Çağırırdım. Evden çıkar istasyon perona otururdu. Çorba kasesini ben yanına koyardım. Sanırım onun çorba içişini izlerdim, ağzının dişsizliğine bakardım.

Avaz avaz bağırırdım seni seviyorum, diye. Şimdilerde sessiz söyleniyor bu sözler. Emooo! Seni seviyorum! Onu kucağıma aldım, sarıldım. Gideceğimi bildiği halde bana tavır almıyor. Kabullenmiş. Onun gibi olabilmeyi isterdim. Kucağımdan kurtuldu. Koltuğun tepesine çıkıp umursamaz bir görünüşle uzandı. Öyle duygusaldım ki eskiden… Çocuklardan ve hayvanlardan uzaklaştıktan sonra kendime geldim sanırım. Evin dışında olan biten her şey için yapabileceğim bir şey yok, elimden bir şey gelmez eskiden olduğu gibi.  Evden de çıkamayacağıma göre… Haberleri ekranlarda izlemeyi azalt, uykuyu artır. İnternet al, film izlemeye başla.

Emo kalktı, mama kabına gitti ve kıtır kıtır sesler çıkarıyor şimdi. Topuklu ayakkabılarımın tıkırtılarını sevdiğim zamanlar olurdu. Yavaş yürüyeceğim zamanlar giyerdim, koşuşturma halinde olmayacağımı düşündüğümde. Tıkır tıkır… Çok uzun yıllar önce yani İstanbul’a geldiğim yıllarda çok iyi giyinmezdim. Ayakkabılarım da topuksuz olurdu. Giyinmeye sonradan başladım. Çok sonra. Giyinmeyi severdim çünkü gençliğimde modelist olmayı çok isterdim. Neden istediklerimi yapmamışım hayret ediyorum kendime. Akışına bırakmışım her şeyi ya da kumar oynamışım da hep kaybetmişim gibi. Ressam olmayı isterdim. Müzikle ilgilenmek isterdim… Doktor olmak istemedim ve üniversite tercihlerimde yoktu. Öğretmenlik de yoktu. Tercihlerden olabilecekler diye bir liste yapmamız istendi bizden biz de liste yaptık. Sonra da hoop ilk tercih.

Kuduzlu etlere ne yapılır? Bu soruyu sınavda doğru yapamadığım için beni mezun etmemeleri gerekirdi. Ama mezun ettiler. Aslında sınavdan aldığım not, diğer derslerin notlarından fazlaydı. Kuduz etler imha edilir. Şarta tabi olmaz.

Birkaç kuduz vakasıyla karşılaşmıştık klinikte. Oğlum küçüktü. Çevreyi güvenlik altına almak… Kliniğe hasta alınmamıştı. Ben ve oğlum da oradan ayrılmıştık. Köpeğin doğru adrese gitmesi ve ardından da dezenfekte işi. Ya kedi AIDS’si?.. İlk hasta kedi teşhis edildi ve hayvan sahibi korkuya kapıldı ya bana da bulaşırsa diye. Eşim iki yaşındaki oğlumun kedinin arkasında koşmasına engel olmadı. Kediyi ona okşattı. Hayvan sahibi o zaman rahatladığını söyledi. Yeni yeni bilinmeye başlanmıştı bu hastalık herkes ne olduğunu bilmiyordu. Eşim yine raflar dolusu kocaman kitaplardan okuyarak öğreniyordu, neredeyse bir araba parası kadar para harcanmıştı o kitaplara. Kitap aşkım nerelere kadar uzanmış.

Senin görevin ne? Çay koyarsın bize…

Onun peşini bırak o benim…

Bak burayı da kirletti.

“Bana bak. Yangında bir masken var. Onu kendine mi takarsın yoksa oğluna mı?”

“Oğluma.”

Kaçmak istiyorum. Gitmek istiyorum. Ama her kaçışımda her gidişimde kendimi de götürüyorum. Yoruldum.

Bitmiyor işler. Biri bitiyor, diğeri başlıyor. Koşuşturma içindeyim. Oğlum arabasında, uyanık. Onunla birlikte giriyorum muayene odasına. Bir yandan ona bakıyorum, diğer yanda elimde… “Burada çocuğa mı bakacaksın yoksa benim köpeğime mi?”

Mutfağı tertemiz yapıyorum. Kapısını kapatıyorum ki kediler içeri girmesin. Oğlumun yemeğini yapıyorum bazen. Yiyecek bir şeyler oluyor. Kapıyı açık, kedileri de içeride görünce sinirleniyorum. Tezgahın üzeri hep pati izleriyle dolu. Yiyecekler olmalı burada. Hayvanlar henüz kuru mama yemeğe başlamamış. Hayvanlara da yemek yapıyorum.

Oğlumu sınava aldılar. Özel bir okulun anasınıfına başlayacak, eğer sınavda başarılı olabilirse. Ben de yanındayım. Ona sorular soruyorlar. Sonra resimli kartlar gösterip ne olduğunu soruyorlar. Portakal resmi gösteriyorlar. Domates diyor. Enjektörü gösterin, steteskop gösterin bilir. Ağlamak istiyorum. Çıkınca… Kedi, köpek cinsleri, yılan, koyun, tavşan, hamster,  kuş türleri…

Emo, kapı zili çaldığında kucağımdaydı. Korkuyla sıçradı kaçtı kucağımdan ve Fransız balkonundaki yatağına gitti.

Çayı demlemiştim. Çay içtik. Konuştuklarımız bugünün distopyasıydı. Gelecek için üç aylık program yapıyorum. Üç aydan sonrası hakkında hiçbir fikrim yok. İzmir’e gidince yirmi dört saat yatıp dinleneceğim. Sonra okuma yazma programımı uygulayacağım. İki haftalık yolculuk ve belirsizlik beni çok yordu ve gerçekler daha bir büyüdü gözümde. Geçmiş ise bugünün yanında mutlu mesut günler olarak kaldı. Hep böyleydi belki de. Hep kötüydü de, biz sonra yani zaman geçince iyi diye anımsıyorduk. Arınmış bir geçmiş. Belki de yaşımın ilerlemiş olması hani şu deneyim dedikleri şeyden kaynaklanıyor. Arınarak şimdiye geliyorsun. Çalışmak sadece bedensel olarak yoruyor. En kötüsü ruhsal yorgunluk.

Emo’yu yatağından aldım, kucakladım ve onu kutusuna koydum. Hiç direnmedi. Onun kadar güçlü olabilmeliydim. Gittiler.

Yarın beni havaalanına bırakacak. Geç kalmayız değil mi, diye sordum. Panik olmak istemiyorum. Yorgunum gerçekten.

Çiçekler mis gibi kokuyor. Fotoğraflarını çektim. Uykum yok.

Şimdi saat erken olsaydı da dostlarımı arasaydım, hiç de fena olmazdı. Belki de uyanıklardır. Günaydın, diye başlarım. Yatmadan önce seni aramak istedim.

Bugün saçlarıma fön çektirsem mi? Hani çocuklarını iş yerinde bakan yerde?..

Ne çok sevmişim.

Çiçekleri, böcekleri, kelebekleri… Çocukluğumun bahçesini… Oğlum yanında büyüdüğü hayvanları sevdi. Ya fön çektireceğim yerdeki çocuk kimi sevecek?

Engin bir deniz uzanıyor önümde başımın üzerinde mavi gök. Köpüklü dalgaların sesleri. Bugün şimdi burada bitti.

 

 

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*