GÜNLÜKLER -106-

GÜNLÜKLER -106-

20 Ocak 2019

Dün akşam yazacaktım ama yorgunluktan bilgisayarı bile açamadım. Sabah erken kalkmıştım, bugün de olduğu gibi. Erkenden yatmıştım, sanırım bugün de öyle olacak. Dört saatten fazla parkın kafesinde oturduk. Önümüzde bilgisayar… Oku oku oku. Bitmeyen bir okumalar ve araştırmalar. Önce yazılarımı okuduk. O yüksek sesle okudu, ben dinledim.

“Fena yazmamışım. Güzel okuyorsun ondan olsa gerek” dedim.

“Güzel olmuş” dedi gülümsedi.

“Yazdıklarımı beğenmiyorum. Yazmak zor geliyor artık. Kalemle didikle dur hayatı. Yalan gerçek uğraş.”

Birden umutsuzluğa kapıldım. Karanlıkta siyah iplikle beyaz ipliği ayırt etmeye benziyordu bu iş. Bazı cümleleri özel olarak seçip yazıyor, bazılarını da öylesine yazmış bulunuyor, güzel bulduğum için de silmiyordum. Kim bilir ne anlamlar barındırıyor, bağırmadan gerçekleri söylüyordu bu cümleler.

Bir dergiden söz açtım. Henüz bebek, altıncı sayısı çıkmış, İzmir’de çıkartılıyor. Mektuplardan biri yayınlanmış son sayısında.

“Hangisi?” diye sordu.

Yazıyı buldum. “Aslında daha güzel olanları vardı ama bunu göndermiş bulundum.”

Okudu.

“Yok fena değil. Güzel” dedi.

“Başka yazılar da gönderebilirim ama dergiye yazmak düşüncesi bile elimi kolumu düşümü bağlıyor.”

“O ne demek?”

“Okurun kim olduğunu göremeyince yazamıyorum. Yaşı nedir, nelerden hoşlanır, nerelerde gezer, hangi kitapları ve dergileri okur…”

“Bunları bilmek önemli mi yani?”

“Önemli. Düşünsene genç bir kız ya da erkek, yaşını başını almış bir insanın yazısını neden okusun?”

“Neden?”

“Klasik olmuşuz artık” diyerek güldüm. “Klasikler her zaman okunur ama yolunu izlemezsin.”

Gülümsedi.

“Benim anılarımı ne yapsınlar, bu devirde?”

“Deneyim olur onlara” dedi.

Daha fazla olumsuz yaklaşmamak için sustum. Yoksa söyleyeceğim çok şey vardı.

“Ne okuyorsun?” diye sordu.

“Kuramsal kitaplar okuyorum. Çok yoruldum sayfalar ilerlemiyor artık” dedim.

“Bir zamanlar Zambra’ya aşıktın.”

“Aşıktım. Ama bitti. Başka aşklar yerini aldı. Manguel var şimdi.”

“O da geçer” dedi.

“Bakalım kimler girecek dünyama ve çıkıp gidecek.”

“Roman ya da öykü oku. Dinlendirir seni.”

“Ben dinlenmek için Sait Faik’in öykülerini okuyorum” dedim.

*

Şimdi kitaptan yine bir öykü okudum ve masaya bıraktım. Öykü kitaplarını bir oturuşta okuyamıyorum ki. Mutfağa geçtim. Kedi bağırmaya başladı. Ben mutfağa girince hep böyle yapıyor. Garip sesler çıkarıyor. Yanına gidince de sesi yumuşuyor. Bazen arkamdan küfrettiğini düşünüyorum. Yemek mi ister, benim yediğim üç öğün gözüne mi batar bilmem. Yanına gelince başka olur işte.

Yazamayacağımı çok defa düşünmüşümdür. Ama dönüp dolanıp bilgisayarın başına geçiyor bir şeyler yazarken buluyorum kendimi. Kendimi kaybediyor muyum yoksa buluyor muyum anlamadım.

Geçen gün gelen arkadaşımla ne güzel sohbet ettik. Güzel bir sofra kurduk kendimize. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bir baktık saat on dokuz olmuş. Daha konuşacaklarımızı bitirememiş, yarım kalmış duygusuyla ayrılmıştık.

*

Bir arkadaşım geldi, oturduk konuştuk bir yandan da yemek yedik. Nasıl geçti konuşarak iki saat, anlamadım. Uykusu geldi arkadaşımın. Normal. Şarap var, sohbet var dünyanın dışında kalan her şey var. Nasıl uyumaz insan. Uzandı, üzerine battaniye verdim. Işıkları kıstım. Çıktım yanından. Yatak odasına geçtim. Uyumak istedimse de uyuyamadım. Kalktım mutfağa geçtim.

“Ben olsam uyutmazdım” dedi.

“Neden uyumasın? Benim bile uykum gelmişti.”

“Sen ne yaptın? Kesin bilgisayarınla oynamışsındır.”

“Bilgisayarı açtım. Mutfakta çay içtim, sigara yaktım.”

“Ben olsam uyutmazdım.”

“Ben herkesin uyumasından yanayım. Çocuklardan birinin başı sıraya dayandığı an sesimi alçaltırım sonra susarım. Çocuklar da susar. Üzerine montunu koyarız. Derin bir uykuya dalmasını beklerim. Uyudu diye bağırır çocuklar, hıışt derim, şimdi uyandıracaksınız.”

“Ne zaman uyanır?”

“Bak bu sorunu çok sevdim. Çocuğun kulağı sanki zildedir, zil sesini duydu mu zıplar yerinden. Bir ara birisine sordum, rüya gördün mü, diye. Görmüş. Futbolda oyuna alacağı arkadaşlarını seçiyormuş.”

“Bunlar gece uyumuyorlar mı?”

“Uyuyorlardır ama sıcak bir yerde uyumanın tadı başka olmalı. Mırıltıları dinlersin, uymanı beklediklerini bilirsin… Üstünü de örtüyorlar… Dünya umurunda olmaz.”

Bilgisayarın karşısında kaç saat oturduğumuzu hesapladım. Benim başım artık ağrıyordu. Yorulmuşum. Onunla alınacak kitaplar listemi gözden geçirdik. Kadın yazarlardan okuyacağım ya. Yazarlar hakkında arama yaptık ve okuduk karşımıza çıkan yazıları.

“Evet artık yeni ve genç yazarları okumaya başlamalısın” dedi.

“Klasikleri bitirmek olanaksız. İkisini bir arada okumaya çalışayım. Ama şimdi kendime tatil verdim.”

“Kaç günlük tatil?”

“Bilmem.”

*

Bugün eve dönerken içimde her zamanki gibi geç kalmışlık duygusu. Gün henüz kararmamış. Karanlık yapan bulutlar. Yarım kalan şu iki kitap bir bitse, diyerek giriyorum eve. Uzun bir süre roman ya da öykü dışında kitap okuyamayacağım sanırım.

Aradan kaç gün geçti, o iki kitabın kapağı bile açılmadı. İçimdeki sessizlik, hoşuma gidiyor sanırım. Bırak biraz uyusun. Baktığı kitaplardan biri basar zile, uyanır.

Haritada Bir Nokta. Geldi çalındı zihnime şimdi. Bu kadar erken beklemiyordum. Öyküyü bulmak için bütün kitaplarına baktım. Buldum. Okudum. Edebiyatçı arkadaşlara sorduğum soruyu anımsadım. Sait Faik gibi yazan bir başka yazar var mı? Yok, en azından bilmiyorlar ama belki vardır, diyorlar. Yok, diyorum. Ondan başka kimse böyle yazmamıştır. Yazılmamıştır da. Bu da yazardan kaynaklı, diyorum kendi kendime. Yazar, aynısını yazamadıkları için yazar olur sanırım. Aynı şeyleri yaşamamış olmak da var, hem  her yalnızlık farklıdır diğerinden. Şimdi ben koskoca geçen yılları kalabalıkları sırtlanmışken… Ne denize karşı yazılır çarşaf gibi ütülenmiş maviliklere bakıp, ne dağ başında ormanın içinde kuş seslerini dinleyip… İnsan yazmak istemeye görsün, gözü de kulağı da kalemin ucu olur.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*