GÜNLÜKLER -107-
25 Ocak 2018
Kadıköy’de yağmur çiseliyor. Yüzümü denize çevirmedim. İnsanlara baktım. Yıllar sonra değişen neydi? Yaşlar ilerliyor, çekiliyor, sokaklar başkalarına bırakılıyordu. Değişme umudu hep vardı. Okuduğum kitaplardaki insan manzaraları beni böyle düşündürdü. Değişen insan olmamıştı. Birbirleriyle iletişimi bırakmışlar, ellerindeki telefonlarla ilgileniyorlardı. Özçekim yapanlar vardı kıyıda, her yaştan kadın erkek. Gülümsemelerinin bana olmadığını elbette biliyordum. Birkaç konuşma işitebildim. Bir adam gençten biri, motosikletini kıyıya çekmiş, açmış arabesk müziğini, bir yandan dinliyor diğer yandan motosikletin üzerindeki yağmur damlalarını siliyor. Bu öykü olabilirdi. Genç kadın geç de olsa gelecekti. O gelince bardaktan boşanırcasına yağmur yağacak, üçünü de ıslatacaktı. Adam, kadın, motosiklet. Sonra gaza basıp çekip gideceklerdi.
Hava bulutlu. Deniz dalgalı. Martılar bir köşede, karabataklar diğer köşede yüzüyor. Bir vapur geliyor. Vapurların hep arkasında mı yer alır martılar? Hiç önden gitmezler mi? Bilemedim. Arkasından uçuyorlardı, gelenin de gidenin de. Değişmeyen onlar olmalı.
Bir yerde durdum. Bir kadın sigara içiyordu. Ayaklarında terlik, üzerinde basma eteklik, hırka. Telefonda birisiyle görüşüyordu. Çok geçmeden yanına bir kadın geldi. Hamile olduğunu düşündüm, karnı şiş görünüyordu. Bir ara hırkasını açtı da karnındakinin çanta olduğunu fark ettim. İki çocuk, anne diyerek yaklaştı. Üzerinde hırka vardı dördünün de. Çiçekçiler olmalıydı. Herkesin işine uygun giyinmesi gibiydi. İş.
Vapurdan yolcular indi. Kalabalık oldu. Koyu giysiler giymişler. Yalnızca bir kadın kırmızı örgü etek giymişti, eteğinin dışında her şeyi siyahtı, elini tuttuğu çocuğunun montu da siyah. Sonra kalabalık bir anda kayboldu. Kafeye girdim. Pencereden dışarıyı seyrederken yanımdaki koltuğa bir kadın gelip oturdu. Elbette oturabilir miyim, diye sormuştu.
Kitaplar, kitaplar… Okumanın sonu yok.
“Okumanın sonu yok” dedi.
“Evet ama okunacak çok şey var daha” dedim.
“Yaz” dedi.
Ne yazacağım, diye sormadım.
Romanı sordu. Başlamadım. Konuşurken zihnimde canlanan romanı silip attım. Okuduklarımı düşündüm. Bunca yıl sonra ne değişmişti? Şimdi ben bunu merak ediyordum. Bu insanlar, insan ilişkileri… Yıllarca kentin bitmeyen sokaklardaki kalabalığı, telaşı. Koşuşturma neyi değiştirebilmişti?
Kitabevine girdik. Sevgi Soysal kapak resmi, Tante Roza. Okumak istedim. Almadan çıktım. Yıllar sonra tekrar okuyacağım ve değişenin sadece bakış açısı olduğunu anlayacağım, değil mi?
Bugün Sait Faik’i düşündüm. Kaç gündür kitaplarını okuyorum. Son yazdığı öyküleri yeniden okuyabilirim. Hemen şimdi.
Bugün efkârlıyım aç bir şarap geçsin. Geçmiş her zaman, şimdiyi olduğu gibi değiştirilemeyen değil midir? Yazdıklarını değiştirebilir mi bir yazar, elinden yazılarını çıkardıktan sonra? Bir sonrası olursa eğer, sonraya kalır değişim.
Eski rüzgârlar esti de deniz ürperdi. Kaçmadı kuşlar. İnsanlar bakmadı. Ne var ki karşı kıyılara. Bir bilete bakar. Bir simit birkaç martıyı çağırır. Seyircileri de olur. Kalabalık. İnsanlar ve kuşlar. Dumanı da tütermiş vapurumun. Gri bulutlara karışmak istercesine dağılır gider. Gitar çalar genç bir adam, genç bir kadın söyler.
Değişen ne var, diye düşündüm. Çıt çıkmıyor, sımsıkı kapalı dudaklar. Herkes birbirine bakarken yakalanıyor. Belki de buydu değişim.
Unutulan bir şeyler varmış gibi.
Böyle bitti gün. Ne unuttum bilemedim.
Bir yanıt bırakın