GÜNLÜKLER -104-

GÜNLÜKLER -104-

14 Ocak 2019

Yarın kar yağacak deniyor. Yağabilir. Yağmayabilir de. Kendi bileceği. Yarın dışarıda olacağım, yağsın pamuk gibi havada toplayayım. Çocuklar da apartman önlerine çıkar, oynarlar. Kardan çocuk yaparlar, başına bere takarlar.

Yok. Yazmak böyle bir şey değil. Gel de anlat. Nereden başlayayım?

Kitaplar, kitaplar… Ve kitap (roman, öykü) olamayacak yazılarım. Günlükler, mektuplar. Şiire göz kırparım, ama o bakmaz bana.

Bu gece şarap var. Akşamdan kalma. Akşam misafirim vardı. Seslerimiz doldurdu evi. Kedi kaçtı salondan. Yabancıların karşısına çıkmıyor ki. Kara gözlü kara kedi.

*

Yurduma döner gibi döndüm sözdizimlerime. Özlemişim. Okuduklarım bitsin diye son sayfalarına bakıp duruyorum. Roman olsa bitecekler de roman değiller. “Beğenmedin demek ki” dedi arkadaşım. “Beğendim. Sadece bana sen de yaz demiyorlar. Öğreniyorum. Peki ne zaman kullanacağım yazılarımda?” Belli değil.

Yarın Kadıköy…

*

Senin Kadıköy’ünü  de amma uzattın ha. Ne bitmez hikâyeymiş. Ne yapayım, aynı insanlar değil ki her gördüğüm. Mekan aynı. Yaşları, dilleri, renkleri ayrı insanların. Yine de benzer insanlara dikiyorum gözümü.

Otobüse binen şu genç kız; saçları kıvırcık, kumral. Üşümüş ellerini ısıtmaya çalışıyor. Arkamda oturan kadının sesini işitiyorum, telefonda, konuşuyor. Ne iş yaptığını öğreniyorum.   İç mimar. Alacağı ücreti bilmiyorum ama işe başlamadan önce yarısını, bittikten sonra da geri kalanını alacağını söylüyor. Bazen siz diye hitap ediyor bazen de siz sen oluyor. İnerken de konuşma devam ediyor. Bordo şapkalı, çiçekli kabanlı, eldivenli… Genç bir kadın. İşinin en doruğunda olmalı.  Bu otobüsün çok durağı var. Genellikle yolcuları son duraklarda inecektir. Kadıköy sınırlarında ilerliyoruz. Benim durağımdan sonra otobüs sınırı geçiyor.

*

Herkes başkasını anlatıyor. Lili’ye öyle söyledim. “Sence de öyle mi? Yani hep başkalarını mı anlatıyoruz?” Evet, diyor. “Peki kendini anlatanlar neden kendilerini anlatırlar?” “Bilmem, bunu kendine sor, neden hep kendini anlatıyorsun?” “Ama seni ya da arkadaşlarımı anlatamam ki.”  “Biliyorum, söylemiştin.” “Peki neden hep başkalarını anlatanlar bir ara durup da kendilerini de anlatmazlar?” “İnsanın kendini anlatması zor canım.” “Neden?” “Neden?”

Benim için en kolayı bu. Birinci tekil şahıs. Bu şahıs her zaman görgülüdür, öyle herkesin her  şeyini bilmez. Bilmek de istemez. Sadece  soru yağmuruna tutar ve gider. Kimseyi kırmaz, kendinden başka. Ölür ölür dirilir. Yamalı bohça sanırsın. Yamalı kentin  yamalı  kadını.

“Yarın ne yapacaksın?”

“Yazamam.”

“Neden?”

“Hep aynı yer.”

“Kadıköy.”

Üzerini çiziyorum. Ben yazmadım. Ben söylemedim.

“Yarın Eminönü’ne gidecektin.”

“Oraya gitmek için gidilecek yer aynı yer işte.”

“Sen artık K.’ü yazmazsın.”

“Değişik bir şey olursa yazarım.”

Mavikanatlı Topal Martı. Vapurda karşıya benimle birlikte geçer. Yarın bir somun ekmek mi alsam yanıma? Karşıya geçinceye kadar ufalar atarım, bitirirler. Simit? Sahi neden simit değil de somun ekmek? Aynı hamur ama gramajı farklı.

Kapı zili çaldı, tatlı tatlı da olsa irkildik. Kimi bekliyorsun? Hiç kimseyi. Kapıyı açtım. Genç bir adam. Baktım. “Paketiniz var” dedi. Kapının önüne koymuş paketi. Gitti. Ben de kutuyu aldım. “Ne geldi?” “Ne olabilir?” diye yanıt verdim. “Kitap deme sakın!”

Kutuyu açtık. Yazarları andık.

“Bu kitap sende vardı.”

“Yoktu.”

“Ama ben gördüm.”

“Ben de senin gibi düşündüm. Bende var. Ama olması olanaksız çünkü bu edebiyat değil.”

“Kitapçılarda görmüşüz demek ki.”

“Evet, çok satmış.”

Çok satmış. Bu nedenle reklam yapmaya gerek duymuyorum.

*

Yarın kar yağacakmış. Ah İstanbul! Yarın beni bekle. Sokaklarında, bozuk hikâyeler toplayacağım. Bozuk paralarımı da hazırladım.

Bozuk havada…

Ah kedi! Bana bozulmuş gibi bakma öyle. Yine baş başa kaldık mı, söyle.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*