GÜNLÜKLER -103-

GÜNLÜKLER -103-

11 Ocak 2019

‘Bekçi’ filmini internette buldum. Henüz izlemedim ama izleyeceğim. Kitabı okuduktan sonra filmini izlemek gerek, dedim kendi kendime. Orhan Kemal’in ‘Murtaza’ adlı romanını bugün bitirdim ve… İnternetten Murtaza romanı için yapılmış inceleme, tanıtım yazılarından da bazılarını okuma zamanım oldu.

Romanı bugün bitirmek niyetinde değildim. Ama nasıl olduysa zamanın farkına varmaksızın sonuna geldim. Sonra da ne diyeceğimi, nereden başlayacağımı bilemedim. Öyle çok karakter var ki. Murtaza’yı tanıyorum ama neden böyle yaptığını, emekçi insanların üzerinde söz sahibi olmak istediğini anlayamıyordum. Bu nasıl olurdu? Nasıl görmezdi ve tanımazdı yaşadığı, çalıştığı yerdeki arkadaşlarını. Gerçi arkadaşlık kurmuyordu, yalnızdı. Kızlarından birinin ölümüne neden oluyor, ilkokul çağındaki üzerine titrediği oğlunun çeyrek ekmek çalması onu babalık rolünden uzaklaştırıyordu. Acımasızdı. Başkaları kadar, başkalarına yani emekçilere olduğu kadar acımasızdı. Sonuna kadar taviz vermedi, değişmedi. Yaşadığı maddi sıkıntılar, açlık, yokluk kadar insan ilişkileri, ev hayatı bir şey katmadı yolundan döndürmedi. Bir romanı sonunda bitecek her şey diyerek okumaya ara vermeksizin devam ettim. Olmadı değişim.

Bu arada her okumada olduğu gibi bildiğim ne var diye sordum kendime. Fabrikadaki çalışma koşulları dinleyerek, haberleri izleyerek romandan olduğu kadar etkilenmiyor mu insan? Demek öyleymiş. Bildikleri eksik kalırmış insanın. Öğrendim.  Anlamaya çalıştım.

Herkes başarılı olabilir, yeter ki fırsatları değerlendirmesini bildim. Derdim. Sonraları şüphelenmeye başladım. Şimdi düşünüyorum da… İş hayatım boyunca ne için çalıştım, diye sordum. Bölük pörçük her şey.

Ders veriyorum evlere gidiyorum. Çocuğumla gittim bir eve. Ayrılırken çocuğa bir şeker verildi. Alma dedimse de aldı. Ben sana alırım, alıyorum da dedim. Neyin eksik? Eve geldik ve çöpe attık. Malum. Ne olduğunu yazsam ben mi bozulacağım yoksa o mu? Bir an tutturdu bu dergiyi alacağım. Alma, diyorum. Neden, diye ısrar ediyor. Bak poşetin içinde dolanıp duruyor renkli makarnalar. Ben makarna almak değil, sana dergi almak istiyorum. Yemeyeceğine söz verdi. Attık makarnaları, dergi ona kaldı. Ama bir daha da o dergiye yaklaşmadı bile. Hiç konuşmuyorum ama konuşmak istiyorum, susuyorum her defasında. Emeğimin karşılığını alıyorum daha ne olsun. Ona değil, çocuğuna ders veriyorum. Fabrikadaki işlerinden bana ne? Son haftalarda ücretler aksamaya başladı, derse son verdim. Her şey para mı? Elbette para çünkü emeğim olduğu sürece hakkım.

Murtaza bana beni düşündürdü. Tanık olduklarım, kızdıklarım anlatamadıklarım. Bırakın dedi bugün konuştuğum kişi anlatmanızla öğrenemezler; yaşamadan öğrenemeyecekler. Evet ya, doğru, yaşadıkça deneyimledikçe, kazık yedikçe öğreniyor insan.

Roman üzerine yazmak istediklerim elbette var ama bildiklerimden yola çıkarak bilmediklerimi anlatabilmeye çalışıyorum.

İş kazaları, ucuz iş gücü, saygısızlık. Ama bugün bindiğim taksi şoförü bana saygılıydı. Konuşmadım, yorum yapmadım oysa. İki cümle yeterli geldi. Oysa bana böyle davranmasını istemezdim. İş yerinden çıkınca ben de sıradan bir insanım, herkes gibi. Ama ben de saygılıydım elbette. Belki de bu nedenle  saygılı davrandı. Boşluklar çok bıraktım. Ancak bir hikayede yer alabilir.

Murtaza gerçekleri göremeyecek hatta birçokları. Herkes çalışarak bir yerlere gelmiyor ya?  Bunu da düşünmeli. Çalışarak gelinemeyeceğini yıllar öncesinden deneyimlemişler zaten. Olan sadece sermayenin el değişmesi diyorum.

Ben elbette saygılıyım çünkü çalışma disiplini ve saygılı olmak  bir kültürdür. Diye öğretildi. Eğildi dallarım. Dallar?.. Bir gösteri yapılıyordu. Ağaç yaşken eğilir diye diye defalarca, her defasında  eğilen küçücük bedenleri görünce şimşekler çaktı. Üzüldüm.

Murtaza’yı mı, karısını mı, çocuklarını mı, mahallesinde yaşayanları mı, fabrika çalışanları mı anlatmalı? Öyle çok ezilmiş insanlar var ki. Tam Murtaza anlayacak derken, tam da insanlar anlayacak derken… Kimse anlamıyor ya ona şaşıyorum. Sanırım böyle de devam edecek. Ha şimdi ha şimdi derken…

Köprüler geçilir, köşelerden dönülür ama karşına çıkan aynı şeyler olur. Ne uzanır köprüler doğru yere, ne köşelerden sonra karşılaşılır bir başka şeyi. Gemisini kurtaran kaptan. Fırtına da bile bir araya getiremiyor.

Dünden bugüne değişen bir şey yok. Makro düzeyde yaşananlar şimdi mikro düzende yansımalarını göstermeye başladı. Güneşin önüne düşmeye görsün bulutlar; toprak ve bitkiler sessiz mutlu yağmuru özlerken; insanlar o zaman bakıp göğe  güneşe sövülüyor.

Bu gece yani sabah, şimdi Murtaza’nın çocuklarını düşünerek uyuyacağım. Çeyrek ekmek arası peynir, meyve suyu, şekerlemeler…

Şimdilik böyle olsun.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*